Böcek, virüs muhabbetleri... Şikâyet mi, uyarı mı?
Başbakan Tayyip Erdoğan, çalışma ofisinde çıkan bir “böcek”ten bahsetti ya; şimdi, herkesin ağzında bir “böcek” muhabbeti var... “Böcek”ler eskiden “ev”leri işgal ederdi, şimdi “gündem”i işgal etti...Böcek aşağı, böcek yukarı!..
“Gazeteci”sinden “siyasetçi”sine, “savcı”sından “STK”sına kadar hemen herkes “dinlendiğini” söylemeye başladı... Bunlar daha önce nerelerdeydi ve niye konuşmadılar, anlayamadım.
Oysa, Başbakan’ın dediği gibi, “derin devlet” bir “virüs” gibidir...
“Uygun bir fırsat” bulduğu anda yapacağını yapmaya çalışır!..
İnsan vücudundaki “virüs” neyse, “derin devlet” de odur... Vücuttaki virüs, nasıl ki, “vücudun zayıf anını” kollar ve “savaş”a başlar, “derin devlet” de, “devlet bünyesi”ndeki zayıflıkları kollar!..
“Hükümet” mi zayıf, hükümetten; “yargı” mı zayıf, yargıdan; “Meclis” mi zayıf, Meclis’ten başlar işe... Sonra da, hepsini eritir, devleti teslim alır!..
DERİN DEVLET İŞBAŞINDA!
Sanıyorum, Başbakan Tayyip Erdoğan da, “böcek”ten şikâyet ederken, “dinlendiğine” değil de, “derin devlet”e dikkat çekmek istiyordu...
Nitekim, konuşmasının satır aralarında bunun ipuçlarını görmek mümkün.
Önce dedi ki;
“Devletin bazı kurumları arasında ciddi yanlış alışkanlıklar var. Tamamen bunu atamıyorsunuz. Dinleme de buna dahil. Tamamen kazınmış değil. Ben de dahil bu dinleme bitmemiştir...
‘Engelleyemiyorsanız, niye ordasınız’ diyenler olabilir... Sistemi nereden düzeltmeye kalkarsanız kalkın yamalı bohça oluyor. Makama böcek koydular, koymadılar. Bilemezsiniz. En yakınınıza yapıyorlar. Evimin altındaki ofisimde. Bu tür şeyler ne yazık ki oluyor. Bütün tedbirlere rağmen oluyor. Derin devlet boş durmuyor.”
Sonra, açtı mevzuyu:
“ ‘Derin devleti tamamen sildik bitirdik, yok ettik’ demem mümkün değil... Çünkü dünyanın hiçbir yerinde derin devleti ülkelerin bitirdiğine inanmıyorum. Her ülkenin derin devleti vardır. O bir virüs gibidir, uygun bir zamanı bulduğu anda ortaya çıkar ve yapmak istediğini orada yapar.”
ALMANYA VE TÜRKİYE
Erdoğan’ın bu sözlerinden benim anladığım şu: Erdoğan, “böcek”ten ziyade, bir “virüs” gibi yayılan “derin devlet”e dikkat çekmek istiyor...
Dikkat çekiyor ki; millet “rehavet”e kapılıp da “kış uykusu”na yatmasın!..
Gerçekten de
Derin devlet, el an faaliyette!..
Yani, hiç kimse “Ergenekon” ve “Balyoz” operasyonlarıyla “derin devletin çökertildiğini” düşünmesin.
“Alman derin devleti” üzerine yazdığı kitaplarla tanınan yazar Jürgen Elsasser’in yazdığı gibi, Almanya ve Türkiye’de halen “uyuyan gladyo/kontrgerilla hücreleri” bulunuyor ve Almanya’da ve “Türklere yönelik cinayetlerde” kesinlikle bu hücrelerin parmağı var... “Neo Nazi katiller”in daha büyük örgütleri saklamak için kılıf olarak kullanıldığını söyleyen Elsasser, diyor ki;
“Hatta hiç Nazi bile olmayabilirler.”
Yine aynı Alman araştırmacılara göre, kontrgerilla diye bildiğimiz ve İkinci Dünya Savaşı sonrasında ABD öncülüğünde tüm NATO ülkelerinde kurulan gizli yarı resmi terör örgütlerinden en güçlüleri Türkiye ve Almanya’da bulunuyor.
Şimdi, bu örgütlerin kalkıp da sadece “böcek” işleriyle uğraştığını düşünmek, sadece ve sadece aptallıktır!..
Adamlar, elbette “böcek” koyup dinleyecek, “kamera” koyup görüntüleyecek, fişleyecek, ODTÜ’de yaptığı gibi gerektiğinde örgütleyecek!..
Adamların işi bu!..
ARINÇ’IN BAŞINA GELEN!
Aslında var ya; hiç kimsenin “çiçek-böcek” işlerinden endişelenmesine gerek yok... “Sayın dinleyiciler”in dinlemesi, pek o kadar problem değil...
Problem olan;
Bir sözün “söylendiği” şekliyle değil de, “anlaşıldığı” şekliyle kayıtlara girmesi!..
Hani; “Sağır duymaz, uydurur” atasözümüzde olduğu gibi, ya böcek “sağır” ise, ya “duyduğunu” değil de “uydurduğunu” kayda geçiriyor ise!..
İşte o zaman vay halimize!..
Bir bakmışsın; “Vanlı” birinin adı, kayıtlara “zanlı” olarak geçivermiş!..
Ayıkla pirincin taşını!..
Meselâ, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, böyle bir olay yaşamış...
Olay şu:
1983 veya 1985 yılları... Bülent Arınç, “Refah Partisi Manisa İl Başkanı”dır ve bir salonda partinin “il kongresi” yapılmaktadır.
Gayet doğal olarak Arınç da konuşma yapmaktadır. Konuşur ve iner kürsüden... Ne var ki, bir zaman sonra “savcı” çağırır kendisini.
Hem “konuşma”sından, hem de atılan “slogan”lardan dolayı ifadesini alacaktır... Arınç, ifadesini verir ve yaptığı konuşmanın “TCK 312’ye girmeyeceğini” söyleyip, yerinden kalkar.
Tam gideceği sırada, savcı; “Bir dakika” der; “Salonda bir slogan atılmış, onu soracağım... Evren Paşa ve Ankara’dakiler o sloganın ne anlama geldiğini çok merak ediyorlar.”
Meğer, “kongre”de yapılan konuşmalar ve atılan sloganlar, polis tarafından baştan-sona kayda alınmış... Öyle “böcek”le filan değil, bildiğimiz “teyp” ile...
Sonra da bant çözümünü yapıp, Ankara’ya, Evren Paşa’ya göndermişler...
Ama, nasıl?!?..
RP’nin ambleminde “Hilal-Başak” vardı ya, salondakiler de bu ambleme atıfta bulunarak, şöyle slogan atmışlar;
“Hilal-Başak
İktidar olacak.”
Gelin, görün ki;
“Hilal-Başak
İktidar olacak”
Şeklindeki bu sloganı, polisler;
“Bilal Paşa iktidar olacak”
Şeklinde geçmişler kayda...
Ankara’ya da öyle göndermişler.
Evren Paşa da, böyle slogan atıldığını öğrenince; “Allah Allah” demiş; “İktidar olacak bu Bilal Paşa kim?.. Yoksa bir ihtilâl hazırlığı mı var?!?..”
Dedim ya;
“Dinlenmek” elbette kötü... Ama dinlenmekten de kötü olanı, dinlemenin, kayda yanlış geçmesidir.
Düşünebiliyor musunuz;
Siz “Vanlı” olduğunuzu söylüyorsunuz, ama “sayın dinleyiciler”, onu “zanlı” olarak geçiyor kayda!..
Ya da, siz;
“Hilal-Başak iktidar olacak” diye slogan atıyorsunuz ama “sayın dinleyiciler”in kaydına “Bilal Paşa iktidar olacak” diye geçiyor!..
Ayıkla pirincin taşını!..
Demokratik bir ülkede, masum bir vatandaşın telefonlarının “ahize”lerinde, salondaki “avize”lerin de ya da “elektrik prizleri”nde “böcek” bulunması elbette alçaklıktır... Ama ondan da kötü olanı, “kayıtlara yanlış geçmesi”dir!..
Sayın Arınç’ın yaşadığı gibi!..
ANASINI, AVRADINI!
Bir de Hasan Celal Güzel ve Mehmet Keçeciler’in yaşadıkları var.
Önceki gün Yavuz Donat yazdı da, o günleri yeniden hatırladık.
Bir zamanlar, Hasan Celal Güzel, telefonda konuşmaya başlamadan önce dermiş ki;
“Beni dinleyenin de!..
Dinletenin de!..
Dinleme bandını çözüp kağıda dökenin de anasını... avradını!..”
Bir gün, Hasan Celal Güzel’e bir ziyaretçi gelmiş ve demiş ki;
“Efendim, ben emir kuluyum.. Dinlemeleri çözüp, daktilo ediyorum.. Bunu yapmazsam, ekmeğimden olurum.. Anama, karıma ne diye sövüyorsunuz?
ERBAKAN’I DA DİNLEMİŞLER!
Ve, merhum Erbakan’ın yaşadıkları..
Turgut Özal “tek başına iktidar” Erbakan da “baraja takılıp Meclis’e giremeyen Refah Partisi’nin Genel Başkanı” idi...
Mevsim kıştı.
Erbakan Hoca’nın eniştesi ölmüştü. Mehmet Keçeciler “Hoca’nın evine” gitti, baş sağlığına...
Park yeri bulamadı...
Otomobilini “arka sokağa” bıraktı.
Hava soğuktu... Yüzünü “atkıyla örttü.”
Ve Hoca’nın evine girdi...
Erbakan ile Keçeciler “eski dost..”
1980 öncesinde Hoca, Milli Selamet Partisi Genel Başkanı...
Keçeciler de MSP’li Konya Belediye Başkanı...
Prof. Erbakan “Mehmet Bey, bilirsin seni çok severim” diyerek farklı bir konuya girdi;
“ANAP’tan ayrıl... Ama yalnız değil... 20 milletvekili istifa edin.
Refah’a gelin... Böylece RP, Meclis’te grup kurar.”
Hikâye uzun... Hoca “ısrar etti; Keçeciler “Hayır olmaz” dedi.
Vedalaştılar.
Birkaç gün sonra. Özal, Mehmet Keçeciler”e sordu:
“Sen Refah’a mı gideceksin?”
Keçeciler bozuldu... Diklendi; “Siz gitseniz bile ben gitmem... Bunu nereden çıkarıyorsunuz?”
Özal başladı anlatmaya; “Sen geçen gün Erbakan’ın evindeydin... Aracını arka sokağa park ettin. Yüzünü kaşkolla örttün. Hoca ile evde şunları konuştunuz... Hoca, 20 milletvekilinin ANAP’tan istifasını istedi... Yalan mı?”
Keçeciler dayanamadı;
“Siz beni takip mi ettiriyorsunuz?... Cebimde böcek mi var?.. Gidin, anarşistleri takip edin!”
Özal “Yok yok” dedi.
“Seni takip eden, dinleyen yok... Başka bir konudan dolayı Erbakan Hoca takip ediliyor, dinleniyor.”
REHAVETE KAPILMAYIN!
Ne hikayeler ama!.. Evet, inanması zor ama bunlar yaşandı Türkiye’de...
Hâlâ da yaşanıyor...
Öyle olmasa;
Başbakan Tayyip Erdoğan, kalkıp da, “böcek”lerden, “dinleme”lerden ve “virüs”lerden söz etmezdi!..
Demek oluyor ki;
“Tek başına iktidar” da olsan, “derin devlet”le baş edemiyor, onlara güç yetiremiyorsun!..
O halde ne yapmak lâzım?..
Kesinlikle “rehavete kapılmamak” lâzım...
“Ergenekon ve Balyoz sanıkları içeride”dir, ehh “Erdoğan da tek başına iktidardadır” deyip “rehavet”e kapılırsan, bir de bakmışsın, her şey ters-yüz oluvermiş!..
Siz, siz olun;
“Tetikte” durmaktan asla vazgeçmeyin... Daima tetikte olun ve “zayıflık” göstermeyin!..
Unutmayın ki;
“Zayıf” düştüğünüz anda, “virüs”ler devreye girer ve sarıverir vücudunuzu!
Benden söylemesi!..
Kendi gözüme mi, CHP’lilerin sözüne mi?.. Şu CHP’liler, Baykal’ı safdışı edip, Kılıçdaroğlu ile “yeni”lendiler ama, hâlâ “öğleden sonra muhalefeti”nden kurtulamadılar...
Sabahleyin geliyorlar genel merkeze, öğleye kadar “gazete”leri okuyorlar, öğleden sonra da, patlatıyorlar demeçlerini!..
Dün de öyle yaptılar... Kartel gazetelerinden birinde, bir yazar; “ODTÜ eylemlerinde molotof yok, lâstik yakma yok” diye bir “ODTÜ güzellemesi” yapmış ya, CHP’liler hemen geçmişler kameraların karşısına ve demişler ki; “Orada yakılan bir şey yok!.. Ne masa-sandalye yaktılar, ne de molotof attılar!”
Gerek “masa başı” kalem oynatanlara, gerek o kaleme göre kelâm eden CHP’lilere sormak lâzım... ODTÜ’lü öğrenciler “gayet masum”(!)du da, orasını “savaş alanı”na çeviren kimdi?.. Yanan-eden bir şey yoktu da, o “alev”ler neyin nesiydi?..
Ne yani; “kendi gözlerime” mi inanacağım, yoksa “CHP’lilerin sözlerine” mi?..
Bereket ki; “Gerçek ODTÜ’lü öğrenciler” ortaya çıktı da, “ithal militanlar”ın vurdu-kırdılarını onaylamadıklarını açıkladılar... Bu “üzüntü” ifadesi, umarım “yoldaş”lara ve “sempatizan”larına ders olur!..