Cuma Namazına Niçin Gidiyorum?
Bugünkü Türkiye’de Hanefî fıkhına göre, Cuma namazının temel şartlarından biri eksiktir. Bendeniz buna rağmen camiye gidiyorum ve bu namazı kılıyorum. Kılınan cuma namazının sıhhati şüpheli olduğu için, ayrıca dört rekat zuhr-i âhir namazı kılıyorum.
Cumanın şartları yoksa kılınan iki rekat namaz nafile namaz olur ve yine sevap kazandırır.
Müslüman halkın çok büyük kısmı beş vakit namazı yitirmiştir. Onların namaz ile bağları haftada bir gün camiye gidip Cuma namazı kılmaktır. Bu bağ da koparsa büsbütün başı boş kalacaklardır.
Diyanet rejimin emrinde olduğu için camilerde Cuma namazlarında beş vakit namaz konusunda yoğun ve etkili propaganda yapmıyor.
Birileri beş vakit namaz kılanların, cemaate gelenlerin sayısını çoğaltacak çalışmalar yapmak yerine, camileri kadınlarla doldurmaya çalışıyor. Halbuki kadınların farz namazları evlerinde kılmaları efdaldir, daha iyidir.
Her Cuma camiye gelen Müslümanlara, onları bıktırmayacak ve usandırmayacak şekilde beş vakit namaz ve cemaat propagandası ve telkinatı yapılmalıdır.
Laik, Kemalist, Sabataycı derin güçler cami imamlarının büyük kısmını namaz kıldırma memuru statüsüne sokmuştur.
Din işlerine sızan Fazlurrahmancılara göre Kur’anın üç yüz küsur kesin hükümlü ayeti bu devirde geçerli değildir, onlar tarihseldir. Acaba bu bid’atçi kafalar beş vakit namazı da mı tarihsel addediyor?
Bendeniz vaktiyle sahibi olduğum BUGÜN gazetesinde toplu sabah namazları tertiplerdim. İstanbulun nüfusu iki milyon bile değilken o zamanlar mesela Sultanahmet camiinde kılınan böyle bir otuz bin kişinin geldiği görülmüştür. Namazdan başka bir faaliyet, taşkınlık, tezahürat, nümayiş yapılmazdı. Namaz kılınır, tesbihat, aşr-i şerf ve sonra o büyük cemaat sessizce dağılırdı.
Amaç namazı gündeme getirmek, Müslümanları camiye ve cemaate çekmekti.
Müslümanlar çok zengin ve hür oldular, 28 şubat darbesini yıkılmadan atlattılar ama namaz konusunda beklenen, ümid edilen uyanış ve hamle olmadı.
Camiler sabah namazlarında boş, diğer vakit namazlarında ise yeterli cemaat yok.
Şimdi soruyorum: Namaz imandan sonra İslamın ikinci büyük ve temel emri ve şartı değil midir? Öyledir… Peki Diyanet niçin Müslüman halkı; yoğun, devamlı ve etkili bir propaganda ve dâvet kampanyası açarak namaza ve cemaate davet etmiyor?
Cuma hutbelerinde niçin ey ahali, namaz kılmazsanız dininizin direğini yıkmış olursunuz diye uyarmıyor?
İmamların asıl vazifesi namaz kıldırmak değildir. Bir Müslüman olarak, bir camide imam olmasa da zaten namazı kılacaktır. Onların asıl vazifesi halka ilmihalini öğretmek ve beş vakit namaza davet etmektir.
1960’lı yıllarda Kırklareline gitmiştim. Şehrin tarihî camilerinden birinde Abdülhamid isimli bir hoca vardı. Risale-i Nur talebesiydi. O camiye kaç kere gittiysem kalabalık bir genç grubu görmüştüm. Hocayı çok seven ortaokul ve lise talebeleri vakit bulur bulmaz oraya koşuyor, hem namaz kılıyor. hem hocayı görüp sohbetinden istifade ediyorlardı. İmam dediğin böyle olmalı, gençliği camiye çekmeli.
Dindar gençlik edebiyatı yapılıyor. Sabah namazlarında İstanbul camilerine gidiniz, bir tek liseli ve üniversiteli dindar genç bulamazsınız. Belki sağda solda birkaç genç vardır ama bir çiçekle yaz gelmez, istisnalar kaideyi bozmaz.
Bu ülkede her cuma günü milyonlarca Müslüman camiye gitmektedir.
Minberlerden bu halk sahih imana, beş vakit namaza, başta istikamet olmak üzere İslam ahlakına çağırılmalıdır.
İşin iki ana esası, temeli sahih itikad ile beş vakit namazdır. Bunlar üzerinde yeteri kadar durmadan çevre temizliği, iyi komşuluk, özürlülere yardım, vergileri tam ödemek gibi konuları işlemek fayda vermez.
Hele camileri farz namazlarında kadınlarla ve kızlarla doldurmak Şeriata ve fıkha aykırı vahim ve helâk edici bir bid’attir.
* (İkinci yazı)
Kendimizi Dine Uydurmamak
Dini Kendimize Uydurmak
Bu devir Müslümanlarının büyük hatalarından biri kendilerini İslam’a uyduracaklarına, İslam’ı kendilerine uydurmaya çalışmalarıdır ki, bu büyük bir sapıklıktır.
İsrafı, savurganlığı ele alalım: İsraf Kur’anla, Sünnetle, İcma ile haram olduğu kesinlikle bilinen büyük bir günah ve haramdır. Ellerinde imkân, fırsat, para olan Müslümanlar israftan kaçınmıyorlar, bu günahı işliyorlar.
Bilenlerin bilmeyenleri bu konuda etkili bir şekilde uyarmaları, bilgilendirmeleri ve aydınlatmaları gerekir. Bu yapılmıyor. Senede bir kere camilerde Cuma hutbelerinde israfın kötülenmesi yeterli değildir. İsraf konusunda genel, yoğun, enerjik bir emr-i ma’ruf ve nehy-i münker seferberliği başlatılmalıdır. İşte bu yapılmıyor.
İşin daha vahim tarafı var. “Her şeyin en iyisi müslümana layıktır” diye bir fetva çıkartmışlar; Kur’an’a, Sünnete ve İcmaya aykırı. Bu geçersiz ve saptırıcı fetvayla her türlü lüksü, israfı, tebziri, aşırılığı yapıyorlar.
Rezalet o boyutlara geldi ki “Lüks ve muhteşem turistik Umre” seyahatleri bile yapılır oldu. Umre nedir? Nafile bir ibadettir. İbadet nasıl yapılır? Tezellül ve tevazu ile yapılır. Nafile ibadetler gösterilir ve ilan edilir mi? Hayır kesinlikle gösterilmez, gizli tutulur… Bugünkü lüks, ihtişamlı, israflı, Zam Zam Tower’li Umre seferleri İslam’ın ruhuna uymaz.
Müslümanlar mesken, yazlık, otomobil, mobilya, kılık kıyafet, yeme içme konusunda korkunç ve helak edici israflara batmışlardır.
Beyinsizlik o raddeye gelmiştir ki, israf yapanlar, utanacaklarına iftihar etmekte ve gurur duymakta; onları gören diğer Müslümanların bir kısmı da gıpta edip alkışlamaktadır.
Türkiye Müslümanları son kırk yıl içinde belki de bir trilyon doları israfa, lükse, şatafata, gösterişe, nefsaniyete harcayıp israf etmiştir. Bu paralar ümmet birliği ve teşkilatı içinde, doğru dürüst bir programla i’la-i kelimetullah için harcanmış olsaydı Türkiye’de özlenen adil ve hak düzen kurulmuş, bütün insanlığa örnek ve model olunmuş olurdu.
Bazı beyinsizlikleri sayayım:
1. Ev halkının sere serpe oturup kullanmadığı oda takımlarına büyük paralar verildi.
2. Bazı çılgınlar banyo ve tuvaletlerindeki madenî aksamı altınla kaplattılar.
3. Elli bin liralık bir araba ihtiyacını ve işini görecekken, gidip yüz elli bin liralık araba alanlar oldu.
4. Lüks restoranlarda pahalı yemekler tıkınmak statü haline getirildi. Beyinsizler bunlarla övünüyor, “Dün, Altın Yağlı Kemik Restoran’da İskenderun Sancağı kebabı yedik.” Anlatan memnun, dinleyenlerin ağızlarından sular akıyor. Görgüsüz beyinsizler.
Günde bir saat faydalı, uyarıcı, aydınlatıcı kitap okumayanlar binlerce liralık lüks ve israflı cep telefonlarıyla vır vır, zır zır gevezelik ve zevzeklik ediyor.
İslam dininde gurur ve kibir, kendini beğenmek haramdır. Azamet ve Kibriya, Allahü Teala ve Tekaddes Hazretleri’ne mahsustur. İsraf, gurur ve kibri dinimiz yasak ve haram kılmıştır. İnsanlığa en güzel bir örnek ve model olmak üzere gönderilmiş bulunan Resul-i Kibriya (Aleyhi ekmelüttahaya) Efendimiz çok sade, çok mütevazı yaşamışlardır. O, son derece hilm sahibiydi, alçak gönüllüydü; israftan nefret ederdi, yemekten sonra tabağını hiçbir kırıntı kalmayacak şekilde sünnetlerdi.
Bugün, bu Müslüman ülkede günde beş milyon ekmek çöpe atılıyor. Ekmek biz insanlara Allah’ın en büyük nimetidir. Benim çocukluğumda sokakta bir kenarda bir kuru ekmek parçası bulan Müslümanlar onu yerden alırlar, bir duvarın üstüne, kuşların veya başka hayvanların yiyebilecekleri bir yere koyarlardı. Ekmek kutsaldı, nân-ı azizdi.
Müslüman bir hanımın kurumuş ve bayat ekmekleri çöpe atmasına aklım ermiyor. Böyle bir israfı, böyle bir gafleti, Allah’ın nimetine böyle bir saygısızlığı Müslüman nasıl yapabilir.
İslam dinine göre doyduktan sonra yemek haramdır. Biz buna dikkat ediyor muyuz? Devamlı olarak doyduktan sonra da yiyoruz, sonra kilo alıyoruz. Gelsin zayıflama hapları, kilo verdirme çayları. Zayıflamanın tek çaresi doyduktan sonra yememek, gerekenden fazla gıda ve kalori almamaktır. Bu işimize gelmiyor. Tıksırıncaya, çatlayıncaya, patlayıncaya kadar yiyoruz ve sonra bitkisel çay içerek zayıflayacağımızı sanıyoruz. Bu bir beyinsizlik değil midir?
Dikkat ediyor musunuz, hür ve mukim erkeklerin farz namazlarını camilerde cemaatle kılması konusunda ne Diyanet, ne de sözü dinlenen kişiler etkili propaganda yapmıyor, telkinatta bulunmuyor.
Peygamberimiz (Salat ve Selam olsun ona) cemaate o kadar önem verirdi ki, meşhur bir hadis-i şerifinde “(…..) Cemaate gelmeyenlerin evlerini yakasım geliyor” buyurmuşlardır.
Türkiye’de İslam’ı doğru anlatan, hakkı tavsiye eden uyarı ve aydınlatıcı konuşmalar yapan kimseler yok değil. Lakin onlar yeterli sayıda değil ve sesleri duyulmuyor.
Uzun lafın kısası:
Ya İslam’ı doğru dürüst öğrenir, kendimizi dine uydurur; dini kendimize uydurmaktan vaz geçeriz, yahut başımıza geleceklere hazır olur ve cezamızı çekeriz.