Fazıl ve Para
“Hayatında paraya değer vermeyen iki kişinin adını söyle” deseler, biri mutlaka Necip Fazıl olur…
O, parayı değil, kullanmayı severdi. Meselâ arkadaşından borç aldığı yüz liranın altmış lirasıyla gömlek alır, üstünü kasiyere bahşiş olarak bırakırdı…
Konakta doğmuş, “lüks” şartlarda büyümüş birini bunun için muaheze edemezsiniz. Zira şartlar değişir, para zaman içinde biter, ama alışkanlıklar ölünceye kadar devam eder.
Dava ve mahpushane arkadaşı rahmetli Osman Yüksel’in (Serdengeçti) Vehbi Vakkasoğlu’dan (Vehbi Bey’in babasına bizzat anlattığı) dinlediğim bir “para” hikâyesi var ki, Üstad’ın para ile ilişkisini çok güzel anlatıyor…
Üstad, Yassıada’da sözkonusu edilen meşhur “Örtülü Ödenek Davası”na dayanak oluşturan 147. 000 lirayı almak üzere, Ankara’ya gitmiş. Fakat uzun tren yolculuğu esnasında beyaz gömleğinin yakası kirlenmiş. Yedek gömleği de yok. Yakın arkadaşı Osman Yüksel’den bir gömlek almasını istiyor…
Necip Fazıl ne kadar eli açık ise Osman Yüksel o kadar tutumlu. Bir mağazaya giriyorlar. Üstad, fiyatı 60 lira olan en pahalı gömleği seçiyor. Osman Yüksel’den borç aldığı bütün bir yüz lirayı tezgâha koyuyor ve “Üstü kalsın” diyor, “Necip Fazıl verdiği paranın üstünü almaz!”
Osman Yüksel’in halini varın siz düşünün: Çünkü o zamanın şartlarında yüz lira, onun için bir aylık geçim parasıdır.
Necip Fazıl, yeni gömleğini giyip başbakanlığa gidiyor ve içinde 147. 000 lira bulunan bir çanta ile dönüyor. Yüz liraya içi hâlâ yanan ve yakınan Osman Yüksel’e, “Para dediğin nedir ki Osman?” diyor, çantayı yaya kaldırımın ortasına fırlatıyor. Çanta açılıp paralar saçılıyor. Osman Yüksel’in aklı çıkıyor. Topladığı paraları çantaya tıkıştırıyor. Birlikte Osman Yüksel’in bürosuna dönüyorlar.
Yassıada’da işte bu paradan dolayı sorgulanıyor, Necip Fazıl.
“Evet aldım” diyor, “alırken de bir rejim ve hükümet meddahlığı vazifesini üzerime almadım…
“Adnan Bey’de, Tanzimat’tan bu yana gelmiş sadrazamlar ve başvekiller arasında bu davayı tutmaya müstaid biricik insanı buldum ve yardımını davamın hakkı olarak kabul ettim. Bütün aldıklarımı, mücadelesini ettiğim yolda harcadım. Ve sade harcamakla kalmayıp evimdeki eski koltuk ve halılara kadar da bu uğurda satmaya mecbur oldum.
“Zira Adnan Bey’in ‘bir kere başla da sonu gelir’ diye ettiği her yardım, Demokrat Parti iktidarının menfi kutbu tarafından engellenince, kendisine bir ev yaptırılmaya başlanıp, birinci katı çıkmadan yüzüstü bırakılan bîçare gibi, elimdeki avucumdakini sarf etmeye, üstelik müthiş bir borç altına girmeye mahküm oldum.
“Yani örtülü ödenekten bana verilen paralar, şahsıma bir şey getirmek yerine, benim bütün imkânlarımı yedi, bitirdi ve neyim varsa götürdü. Böylece Adnan Menderes, örtülü ödeneğiyle beni kullanmış değil, asıl ben onu idealim uğrunda kullanmaya teşebbüs etmiş, fakat iradesiz ve sebatsız karakteri yüzünden muvaffak olamamış bulunuyorum.
“Benim, bir dava uğrunda bir nevi vergi hakkiyle alabildiğim, reklam parasına bile yetmez, gülünç meblağlara karşılık, kendisinden milyonlar devşirip şimdi gözünü oymaya bakan, Büyük Doğu’yu örtülü ödenek beslemesi olmakla suçlayan ve hesap vermeye davet edilmeyen bazı gazetelerin hali, masumluk ve ulviliğimizin ters tarafından mükemmel bir ifadesidir. İsterseniz bu gazetelerin hesabını yüksek huzurunuzda ortaya dökeyim.
“Böyleyken huzurunuzda suçlu sıfatiyle oturan dünün Demokrat Parti Genel Başkanı ve Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin Başvekili Adnan Menderes’e, bize gösterdiği yarım, devamsız ve samimiyet derecesi belirsiz alakadan dolayı minnettar olduğumuzu ve böyle olmakta devam edeceğimizi bildirmek de vazifemdir.”
Bu kadar.
Şimdi bu konuyu yeniden ısıtıp Necip Fazıl’ı yıpratmaya çalışıyorlar. Başaramazlar: Çünkü biz insanların hatasını değil, hizmetlerini severiz!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.