Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Moskova’daki cinayet, Paris’e misilleme mi?

Moskova’daki cinayet, Paris’e misilleme mi?

 

Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Söylemez adlı “3 PKK’lı kadın”ın Paris’te öldürülmeleri ile ilgili “yorum”lar devam ediyor... Açık söylemek gerekirse, “suikastlar” konusunda, zaman zaman “dezenformasyon”a varan “bilgi kirlilikleri” de yaşanmıyor değil...
 
 
Bazı kişiler, Sakine Cansız’ın; “İmralı süreci”nin başlamasını sevinçle karşıladığını, Hakan Fidan ile Öcalan’ın görüştüğünü öğrenince masadan fırladığını ve “Bu iş tamamdır... Artık çözüm göründü” dediği için öldürüldüğünü söylerken, bazı kişiler de diyorlar ki; 
 
“Sakine’nin sıradan bir görevli durumuna düşürülmesine, sıradan insanların emri altında görev yapmasına sebep olan Abdullah Öcalan’dan başkası değildir... Öcalan, Sakine’ye yıllarca psikolojik baskı uygulamıştır...
 
Öcalan’ın Sakine’ye ettiği küfürler toplanmış ve kitap haline getirilmiştir... İsteyen, Çözümlemeler adlı kitabı açsın ve o küfürleri görsün!.. Ki, bu küfürler, Akademi’de ders olarak bile okutulmuştur!..
 
Bu suikastların Öcalan’a mesaj olduğunu söylüyorlar... Peki, Sakine’ye herkesin içinde küfreden kimdi?.. Sakine’yi Merkez Komite’den uzaklaştıran kimdi?.. Sakine’nin eşi Mehmet Şener’i 1991 sonlarında Şam’da öldürten ve bu ölümü silah atışlarıyla kutlayan kimdi?.. Sakine’yi Avrupa’da sıradan bir kadın durumuna koyan, korumasız bırakan kimdi?.. Sakine eski kadrodandı ama Abdullah Öcalan’a bağlı değildi... 
 
Tam aksine, Öcalan’a kafa tutmuş ve Öcalan’ın; ‘Siz sadece beni sevmelisiniz!.. Sadece ben erkeğim!.. Bana bağlanın, bir başka erkeği tanımayın!.. Sizi ancak ben özgürleştiririm, siz bir başkasını sevemezsiniz!.. Sen nasıl evlenirsin, parmağına nasıl yüzük takarsın?’ sözlerine karşılık; ‘Benim de sevme ve evlenme hakkım var... Ben Mehmet’i sevdim ve evlendim’ deme cesaretini göstermiş bir kadındır!.. Kısacası; Apo ile araları hiç de iyi değildi.”
 
Sizin anlayacağınız; dün, bizzat Öcalan’ın “Gereksiz” dediği bir kadın olan Sakine Cansız’a, bugün “Kahraman” diyenler var...
 
Peki, hangisi?.
 
“Hain” mi,
 
“Kahraman” mı?..
 
Sadece bu “bilgi”ler bile PKK içinde bir “sürtüşme”, bir “kamplaşma” ve “kavga” olduğunu göstermektedir... Buna, “iç çekişme” de diyebilirsiniz, “örgüt içi savaş” olarak da yorumlayabilirsiniz!..
 
Ama, sonuç itibariyle “PKK’lı üç kadın” öldürüldü ve cenazeleri de dün akşam, önce İstanbul’a getirildi, sonra da Diyarbakır’a götürüldü...
Bir haftadır sorulan soru şu:
 
“Sakine Cansız ve diğer 2 PKK’lı kadın bir örgüt içi hesaplaşma sonucu mu öldürülmüştür, yoksa İmralı sürecini kesintiye uğratmak için mi?”
 
HER YOL PKK’YA ÇIKAR!
 
Türkiye, son bir haftadır bu soruya cevap arıyor... Tabiî, cevabı aranan bir başka soru da şu;
 
“Cinayetleri işleyen veya işleyenler PKK’lı mı, yoksa istihbarat örgütlerinin ajanları mı?.. Ya da, hangi ülkenin istihbarat elemanları?..”
 
Bu konuda da yorumlar şöyle;
 
“Oslo görüşmeleri döneminde PKK, İran ile çatışma içindeydi... Suriye ile ilişkileri de oldukça olumsuzdu. Çünkü Türkiye ve Suriye ilişkileri olağanüstü stratejik anlamda iyiydi. Suriye’deki sivil ve silahlı ayaklanmadan sonra Türkiye’nin Suriye hakkındaki politikası denklemi bozdu.
 
PKK, Suriye’deki gelişmelere bağlı olarak, İran, Suriye ve Irak Maliki hükümeti ile sıkı ilişkiler içine girdi. İran’ın, Suriye’nin ve Irak’ın Türkiye’ye karşı savaşması mümkün olmadığı için Türkiye’ye karşı savaşlarını PKK üzerinden yürütüyorlar... Bu sebeple İran, Irak ve Suriye’nin PKK’nın silah bırakmasını onaylaması mümkün değil... Üstelik PKK’ya bu kadar yatırım yapan bu devletler, PKK’nın özgürce ve onlardan bağımsız hareket etmelerine izin vermezler... Ayrıca Ermenistan, Rusya gibi güçler de PKK’nın şimdilik silahlı güç olmasından çıkarı olan devletler konumundalar. Paris infazı, hükümet-Öcalan görüşmelerine son verilmesinin bir enstrümanı olarak kullanılmışsa, bunda PKK’nın silah bırakmasından menfaati olmayan tüm güçlerin başta da PKK’nın Kandil’deki hakim kliğinin çıkarları vardır. Bu eylemi kim yaparsa yapsın, mutlaka PKK’lılar eliyle yapmışlardır. Bu konuda bütün yollar PKK’ya gider ve çıkar.”
 
DED HASAN NASIL BİRİ?
 
Evet, yorumlar böyle...
 
İşte bu yorumlar yapılırken, dün Moskova’dan bir “ölüm” haberi geldi...
 
Bu defa, hem de “Moskova’nın merkezinde” bir “restoran çıkışında” öldürülen; “Ded Hasan” lâkaplı, Kürt asıllı ünlü mafya babası Aslan Usoyan’dı...
 
Kimdi bu Aslan Usoyan?..
 
Evet, “ünlü” biriydi,
 
Ama “önemli” miydi?.
 
Ya da;
 
Önemi nereden geliyordu?..
 
Hakkında yazılanlar şunlardı:
 
“Ermeni kökenli Yezidi Kürdü olan Aslan Usoyan 1937 yılında Tiflis’te doğdu. Usoyan’ın Rusya ve komşu ülkelerdeki çok sayıda yer altı çetesini kontrol ettiği ileri sürülüyor...
Kürt asıllı ünlü mafya babası Ded Hasan’a 2010 senesi Eylül ayında da silahlı saldırı düzenlenmiş ancak yaralı olarak kurtulmuştu.
 
Yezidi Kürdü olan 73 yaşındaki Usoyan, PKK’nın lider katında; Kürtlerin en önemli hamisi olarak tanınıyordu... Usoyan, 2008 yılında Türkiye’den yola çıkan bazı Kürtleri, Gürcistan ve Azerbaycan üzerinden Rusya’ya getirip Moskova’ya yerleşmelerini sağlamıştı... PKK ile irtibatı bu elemanlar üzerinden gerçekleştiriyordu...”
 
İşte bu Ded Hasan, dün öğle saatlerinde, Moskova’nın merkezindeki Karetnıt Dvor adlı restoranın çıkışında kurşunlanarak öldürüldü!..
 
Görgü şahitlerine göre;
 
Ded Hasan’ı vuran saldırgan, restoran yakınlarında bulunan bir binanın çatısına çıkmış ve oradan ateş etmiş!..
 
Yani bir “keskin nişancı”ymış!..
 
MAFYA HESAPLAŞMASI MI?
 
Rusya İçişleri Bakanlığı kaynaklarına göre, bu olay bir “mafya hesaplaşması!”
Bu suikast; “yeraltı örgütleri” arasındaki çatışmaları körükleyebilir!..
 
Ded Hasan, Eylül 2010’da da böyle bir suikasta maruz kalmış ve “yaralı” olarak kurtulmuş!.. O saldırıdan Gürcü asıllı mafya babası Tariel Oniani sorumlu tutulmuş ve tutuklanıp hapse atılmış!..
 
Tariel Oniani, halen cezaevindeymiş...
 
İddialara göre;
 
Ded Hasan’a saldıranlar, “Tariel Oniani’nin adamları” olabilir... Çünkü, Ded Hasan; Soçi’de yapılacak 2014 Kış Olimpiyatları projesinin paylaşımı konusunda Oriani ile anlaşmazlığa düşmüş!..
 
Acaba, bu “anlaşmazlık”tan dolayı mı öldürüldü Ded Hasan?..
 
Yoksa, işin içinde PKK mı var?.. Ve bu cinayet, “Paris’e bir misilleme” mi?..
 
PKK’YA SİLAH SATIYORDU!
 
Herkesin “senaryo” ürettiği ve ortalığın “komplo teorileri”nden geçilmediği şu günlerde; benim senaryom da şu;
 
“Paris’te 3 Kürt kadın, barış yanlısı oldukları için PKK’nın savaşçı kanadı tarafından öldürüldü... PKK’nın barışçı kanadı da dün Moskova’da Ded Hasan’ı ortadan kaldırdı!”
Bu iddia, öyle işkembe-i kübradan atılmış bir iddia değil... Tam aksine, ayağı yere basan bir iddia...
 
Zira, Rus Novaya Gazeta muhabiri Sergey Kanev, daha önceki “suikast girişimi” esnasında, bir İçişleri Bakanlığı yetkilisinin kendisine şöyle bir bilgi verdiğini söylemişti;
“Ded Hasan lâkaplı Aslan Usoyan PKK’ya silah satıyor!”
 
Kanev, ayrıca diyordu ki;
 
“Benim istihbarat kaynaklarım PKK’ya silah satan şahısların başında, Kürt asıllı Rus mafya babası Şakro lakaplı Zahariy Kalaşov’un geldiğini gösteriyor... Kendisi şu anda İspanya’da cezaevinde, 90’lı yıllarda eski Devlet Başkanı Boris Yeltsin  döneminde Rus mafyası ‘generali’ Şakro PKK’ya silah satışını gerçekleştiriyordu. PKK’ya yönelik Rus silah sevkiyatında Ded Hasan da önemli rol oynuyor... Benim ulaştığım polisiye belgelerde Şakro ve Ded Hasan’ın Türkiye’ye silah sattığı belirtiliyordu. Ayrıca kaynaklarım bu olayı doğruluyor. Her ikisinin de PKK liderleriyle ilişkileri var.”
Tüm bu bilgilerden sonra, siz olsanız; dün Moskova’nın göbeğinde işlenen cinayetin, “basit bir mafya hesaplaşması” olduğunu söyleyebilir  misiniz?..
 
Bana göre;
 
Dün Moskova’daki cinayet de, Paris’teki cinayet gibi, bir “örgüt içi infaz”dır!..
Paris’te “barışçılar” öldürüldü!..
 
Moskova’da ise “savaşçı biri!”
 
Bunun bir  “iç hesaplaşma” ya da “Paris’e misilleme” olduğunu söylemek için, yine de erken!.. Hele bir “yankı”larını görelim, ona göre yeniden yorum yaparız...
 
Ancak, ilk gelen bilgiler; cinayetin “basit bir mafya hesaplaşması” olmadığını gösteriyor!..
 
Cinayet, “bugünlerde” işlenince, ister istemez dikkatleri çekiyor.
Sıradan bir “mafya hesaplaşması” mı, 
 
“Örgüt içi hesaplaşma” mı?..
Bekleyelim ve görelim...
 
 
 
 
Yüzyılın tahribatı mı, yüzyılın tahrifatı mı?.. Almanya’daki Deniz Feneri e.V. dâvâsı ile ilgili duruşma, dün Çağlayan’daki Adalet Sarayı’nda yapıldı... Duruşma, “tam bir CHP şovu”na sahne oldu... Duruşma öncesinde; CHP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Tezcan, yanında bulunan CHP Milletvekilleri Kadir Gökmen Öğüt, İlhan Cihaner ve Mahmut Tanal’la birlikte bir “basın açıklaması” yaptı ve dedi ki; “Yurtseverler, milletvekilleri, aydınlar ve Türk halkı bu yolsuzluğun arkasını bırakmayacaktır!”
Arkasından da ekledi: “Bu dâvâyı namusuyla savunan savcılar, sanık durumuna düştüler... Mahkeme önünde yargılanmak durumunda kaldılar, görevden el çektirildiler!”
 
Mi acaba?.. CHP’li Bülent Tezcan’ın diğer söylediklerine; “Muhalefet partisidir, elbette bunları söyleyecek” der geçerim... Ama, “savcılar” konusunda söylediklerine; “Hoop, orada dur” derim... Çünkü o savcılar, “namuslu” oldukları için değil, “belgeler üzerinde tahrifat yaptıkları” için yargılandılar... “Tahrifat” yaptıkları için görevden el çektirildiler!..
Bay Bülent Tezcan unutmuş olabilir, o halde ben hatırlatayım; derneğin 2003 yılında yaptığı alımlar “1 milyon 196 bin lira” iken, bilirkişiler bu rakamın başına “1” ekleyerek, alımları “11 milyon 196 bin lira”ya çıkardılar... Savcılar da buna göz yumdu!..
Buna, “yüzyılın tahribatı” değil, “yüzyılın tahrifatı” demek lâzım!..

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi