Ahmet Doğan İlbey

Ahmet Doğan İlbey

Şehidin, Yani Müslümanın Cenazesinde Bando Çaldıranlar

Şehidin, Yani Müslümanın Cenazesinde Bando Çaldıranlar

 

Türkiye’de postmodern ve alafranga cenaze usulleri, Şopen’in (Chopin) cenaze marşının Müslümanların cenazesinde bando ile çalınması, Amerikan askerlerinin cenaze törenlerinde yapılan bir dakikalık “saygı duruşu” ndaki “military taps” adlı müziğin askerî ve resmî cenaze törenlerinde uygulanması Atatürkçü Cumhuriyet’in Batılılaşma projesidir.
 
      Müslüman Türk milletine hakaretin en ağırı olan bando ile çalınan hıristiyan cenaze marşı Şehr-i Maraş’ta 19 Ocak 2012 tarihinde Ulu Câmii’den kaldırılan şehit polis Cengiz Engizek’in cenazesine eşlik etmişti. O dakikalarda Müslüman ahali ve cenaze sahibi mânevî olarak hakaret uğramış, şehidin ruhu taciz edilmiş, Sütçü İmam’ın torunlarının yüreğine diyar-ı küffarın cenaze marşı bir hançer gibi sokulmuştu. İdraklerin yırtıldığı bir vakitti o dakikalar. Acaba Şehr-i Maraş’a işgalci Fransız generali Keret mi gelmişti? 
 
      Câmi çıkışından sonra omuzlarda elli metre gitmeden, Avrupalı hıristiyan cenaze bölüğü gibi hazırol vaziyetinde bekleyen bando takımı cenazenin önünde önce bir dakika durup, Şopen ve Amerikan karışımı hıristiyan cenaze marşını çalarak “saygı duruşu” yaptırdı ve Kıbrıs Meydanı’na kadar kâfir usulünce refakat etti.
 
      Yarı güneşli, yarı gri hava sanki simsiyah olmuştu Şehr-i Maraş’ın semâlarında. Cenazeye katılanların dillerinden dökülen tekbirler, tevhidler acıya dönüşmüştü. Dualar boğazlarına yapışan bir bıçak gibiydi. Hançerelerine kilitlenmişti tekbirler. Maraş Kalesi’ndeki ay yıldızlı bayrak dalgalanmayıp küsmüştü. Mânevîyatıyla cemaatin arasında bulunan Rızvan Hoca’nın gözlerinden yaşlar dökülmeye başlamıştı. Ahırdağı’ndan yükselen l2 Şubat’ın çığlığı cenazenin ardındaki Maraşlıların yüreğine bir sayha gibi gelip oturmuştu. 
 
      ŞOPEN’İN CENAZE MARŞI BANDO İLE ÇALINIRKEN…
 
      Ellerindeki ve ağızlarındaki müzik âletlerini Avrupalı tarzında vurarak ve bağırtarak hıristiyan cenaze marşını çalan bandocular şehit cenazesinin önündeydiler. Sömürge ülkelerinde görülen bu haysiyet kırıcı manzaraya dayanamayan Ulu Câmi’nin çınarlarındaki kuşlar topluca ötmüşlerdi şüheda kalplerinden üflenen hüzün makamından. Kuşların hüzünlü ötüşünü ehl-i irfan olanlar anlamıştı yalnızca. Bu şenî ve alçakça yanlışa müdahale etmedikleri için kalpleri mühürlenen idareciler, mebuslar ve bürokratlar duymamıştı kuşların hüzünlü ötüşlerini.
 
      Şopen’in cenaze marşı bando ile çalınıyordu. Mütedeyyin Maraşlıların bir kısmı bu pespâye bando işini, “karmaşa çıkmasın” diye sineye çekmişti. Bir kısım Maraşlılar da, “idarecilerimizdir” diye kalpleri incinerek cenazeyi dudaklarından dökülen dua ile takip etmişlerdi.
     Şehr-i Maraş Müslüman memleketidir, şehit olanların da ölenlerin de cenazesi İslâm usulünce kaldırılır. Kâfirin cenaze marşının çalınması şuursuzluğun ötesinde haysiyetsizlik ve zillettir.
 
       Kemalist Cumhuriyet’in zavallı idarecileri, milletvekilleri ve bürokratları resmî ideolojinin şimşeklerini çekmemek için şehit cenazesinde bile geleneklerini gizlemeye çalışır, asıl fikirlerini beyan edemezler. Avrupalı hıristiyan usullerini resmîleştiren Cumhuriyet’in putlarını takdis ederler.
 
       MÜSLÜMANIN CENAZESİ TEKBİRLE, SALAVATLA KALD IRILIR
 
      Biz Müslümanız; Müslüman cenazesi marşla değil tekbirle, salavatla kaldırılır. Şopen’in cenaze marşını Müslüman bir polisin cenazesine dahil etmek ve buna itiraz etmemek, Müslüman Türk asaletini, aidiyetini ayaklar altına almak demektir. O dakikalarda neler hissediyorlardı her mevzuda konuşan Maraşlı gazeteciler, yazarlar, âlimler?
 
      Gayrimüslimlere ait bir uygulama olan bando eşliğinde cenaze marşı çalınması bu milletin dinine aykırıdır. Âdetimizde ve örfümüzde bu uygulamanın yeri yoktur. Kemalist Cumhuriyet’in zulümlerinden biri olan ve en son 26/ 6/ 2006 tarihinde tekrar yenilenen 11187 sayılı “Devlet Cenaze Törenleri Yönetmeliği”nin 4. maddesi, 2. fıkrasını uygulamak şart mıydı?           
 
      DEVLETİN “ULUSAL CENAZE TÖRENİ” İSLÂMÎ DEĞİLDİR 
 
      Bu gayr-ı millî yönetmeliğin 4. maddesi, 2. fıkrası “Ulusal cenaze töreni…” diye başlıyor. Atatürkçü dille “ulusal”mış, bando ile hıristiyan cenaze marşının çalınması… Uydurukça “ulusal” kavramını İslâmlaşmış Türkçemizdeki “millî” karşılığında kullanıyorlar utanmadan ve haince. “Millî”nin mânası İslâm kökünden gelir. Yönetmeliği yazan Kemalist devletin ebleh bürokratları “millî” nin İslâm’dan geldiğini biliyorlar mı acaba?  
      O yönetmeliği alıp, milletle ilgisi olmayan despot devletin suratına çarpamaz mıydınız? Erkekçe çıkıp, “biz bu yönetmeliği din ü millete uymadığı için uygulamıyoruz, şehit cenazesinde bizim, yani Müslüman Maraşlının dediği olur” diyemez miydiniz?  
      Sizleri kınadım Maraşlı idareciler, milletvekilleri, İl Müftüsü ve “İslâmcı, mukaddesatçı, milliyetçi” değerleri öne çıkaran bütün siyasî parti, sendika, sivil kuruluş başkanları? Milletten aldığınız güçle Kemalist dikta devletinin cenaze tâlimatına meydan okuyamaz mıydınız? Fransız müstevlilerin zafer melodilerini andıran cenaze marşı çalınırken bir sancı, bir sızı çökmedi mi yüreğinize? Yüreğiniz yanınızda mıydı o dakikalarda? Cenazedeki bu pespaye manzara yiğitliğinize, Maraşlılığınıza dokunmadı mı hiç? Bir fikir öfkesi dilinize yürümedi mi? Kulaklarınız ve kalpleriniz mi sağırlaştı yoksa?
 
       BU PESPÂYELİĞİ MİLLÎ MESELE SAYMAMAK VE ÖNEMSİZ BİR FÜRUAT OLARAK GÖRMEK
 
      Ne oldu da şuurunuz ve basiretiniz kapandı? Sizi korkutan neydi? 28 Şubat’ın azılı generalleri mi vardı tepenizde? Kemalist Cumhuriyet’in intelijansiyasından mı çekindiniz? Recüliyetiniz, yani adamlığınız mı eksikti? İslâm kültürü gönlünüzde ve fikrinizde her an yaşamıyor muydu? Bando müziğinin cenazede yer almasının fecaatını “millî” bakımdan mühim bulmadınız mı? 
     Mefhumlarımızın hayattaki karşılığına aykırı olan ağır hakareti fark edemediniz mi? Füruat bir mesele olarak mı gördünüz yoksa? Oysa sizin vazifeniz umumun pek dikkatini çekmeyen detaylarla uğraşmaktır. Bu pespâyeliğin mesulleri sizlersiniz. Bu yanlışı ânında telafi edebilirdiniz. Milletin temsilcilerinin böyle bir salahiyeti vardı, fakat kullanmadınız
 
     Mankurtlaşanlar, yani idrâkleri Atatürkçü Cumhuriyet kavramları ve düşünceleriyle kirlenenler ancak, basit gibi görünen bando ile cenaze marşının bir zillet olduğunu anlayamazlar.        
 
------------------------------------------------
 
      İLÂVE YAZI:
 
      MUARIZLARIM, BU ÜLKENİN MÜSLÜMAN TÜRK ECDÂDIMIN OLDUĞUNU TASDİK ETMEMİŞLER
       
      Muarızım Hunu, “Ömaaay, Cemaaay müjdeler olsun ali ağabey fikri gurbetten döndü!” diye yandaşlarına mesajlar çekerek, çığlıklar atmış. Acaba “müjde” diye atılan çığlıklar sevinçten mi, korkudan mı? 
      Muarızım Hunu, “Bu ülke babamındı, onunda babasınındı onun babasının daha büyük bir ülkesi vardı, savaşta kazandılar, masa başında müzakere ettiler ve kaybettiler” diyerek fakîre imada bulunuyor ve ilgili yazımızın fikrini yine saptırıyor. Oysa masa başında kaybedenler, Lozan’da müzakere yapan Batılı ulusal milliyetçi M. Kemal ve yandaşlarıydı. 
 
       Türklük mevzuunda da, “Ankara ilçesindeki kaya yazılarında, 3ooo yıl öncesine ait
Kazakistan’dakilerle aynı olan bulgular vardı” diyerek 1930 Kemalistlerinin saçma düşüncelerine, yani oryantalistlerin “bulgularına” bel bağlamış. Ona derim ki, “bulgular” daki uydurma ve gereksiz Türklüğe bel bağlama, İslamlaşınca Türkleşen, insan-ı kâmillerce yaşatılagelen Türklüğe sarıl.
 
       “Din, millet olmanın en önemli unsuru ama bizi de leylekler getirmemiş anladığım…” diyor. “Din, önemli bir unsur ama…” cümlesi, şaibeli ve İslâm’ı bütünüyle temel almayan bir ifadedir. Bu mevzuda “Ama” kelimesi tam inanmamayı ifade eder. “Din önemli bir unsur ama…” geçen bütün konuşma ve yazılar, Kemalist Cumhuriyet kavramlarının tesirinde kalmış seküler ifadelerdir. Bu tür cümleleri eklektik ve sentezci milliyetçiler ve Türkçüler çok kullanır. Türkleri, Asya’dan leylekler değil, Maveraünnehir’de “Müslüman olduk elhamdülillah…” diyerek yola çıkan hâcegân ve erenler eşliğinde alperenler getirdi. 
 
       Muarızım Cemay da, “Bu ülkenin babamın babasının, onunda bin yıldır Müslüman Türk ecdâdının olduğunu tasdik etmemiş ve “Ne diyelim…”  diye alâkasız bir söz sarf etmiş. Demek ki bağlısı olduğu Tanrının Türk’ü Ömay’dan izin çıkmamış. Cemay yine kaçak güreşmiş ve ilgili yazımızın fikrini görmezden gelerek, “Bütün Türkiyeli müslümanlara güle güle, ben Türk Türkiye’de kalıyorum a dostlar... hiç bir ekleme, ulama, yontma, yamultma, sulandırma ihtiyacı hissetmeden 4 harfli Türk’üm” demiş ve polemikoloji yapmış. 
 
     “4 harfli Türk”e Türk denmez. “4 harfli Türk” Başmezar’da yatan Kamalov ve yandaşlarına denir. Bu pozitivist ve şenî önder 1930’larda Türk kelimesinin önündeki asıl sıfatları cebren ve nefretle kaldırıp Türk’ün dış cephesini çırılçıplak ederek,
“muasır”laştırmış, kelimenin İslâmî mazrufunu “redd-i miras etmiş” ve dört harfin dış kalıbına “indirgedikten” sonra Meclis’e hitaben: “Bize ve Türkiye’de yaşayanlara sadece ‘Türk’ denir” demiş. Böylece Müslümanlığı, hâdimülharameynliği ve İ’lâ-yı Kelimetullah’ın bayraktarı sıfatlarını Türk kelimesinin etinden ve kemiğinden sıyırmıştı.
     
Muarızım Cemay’a derim ki, “Türkiye’deki Müslümanlar, bu sıfatları taşıyan Türklerin bayraktarlığı altında yaşayacaklardır” ifademizi tasdik ediyor musun, etmiyor musun? Etmiyorsan, “Türkiye’den güle güle gitmek” Müslümanlara değil sana ve Ömay’a düşer. Bu ülkede kalacak olanlar biziz. Yani Türklüğün Müslümanlığın şartlarının içinde olduğuna inananlar…
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
26 Yorum
Ahmet Doğan İlbey Arşivi