Mustafa Sıbai ve Faris Huri
Doğrusu George Sabra’nın dilinden duyuncaya kadar, Faris Huri’nin başbakan olmazdan evvel Suriye vakıflar bakanı olduğunu bilmiyordum. Demek ki, Hıristiyan olmasına rağmen Müslümanların, vakıflarını emanet edecek kadar güvendikleri birisi. Bu misal bile Suriye halkının sekterizmden uzak olduğunuı gösterir. Peygamberimiz Mekke fethinden sonra da rifade ve sikaye gibi görevlerin birçoğunu eski sahiplerine iade etmiştir. Mekke’deki yanlış bir hareketinden dolayı Saad Bin Übade’yi görevinden almış ama yerine oğlunu ikame etmiştir. Nusaybeh ailesi de Kudüs’te Hıristiyanlar için en kutsal mekanlardan birinin, Kıyamet Kilisesi’nin bekçiliğini yapmaktadır. Hem de 14 asır boyunca. Hazreti Ömer’den beri. Demek ki güven, karşılıklı. Bu güvenin tezahürlerinden birisi de Hıristiyan asıllı vakıflar bakanı ve başbakan Faris Huri’nin Müslüman Kardeşler Suriye Murakıbı ve Hasan el Benna’nın arkadaşı Mustafa Sıbai’nin seçim kampanyalarına katılması ve destek vermesidir. Bunu da yine George Sabra’nın ağzından dinledim. George Sabra da o münasebetlerin bir devamı olarak bugün SUK’un başkanlığını yapıyor. Bu tabloda Şiiler niye yok? Bu, eski ve hazin bir hikayedir!
¥
Mustafa Sıbai aynı münasebeti Şiilerle (İsna Aşeriyye/Caferiyye) ile de geliştirmek ister. Takrip meselesine önem verir ve Kayıp İmam olarak ünlenen Musa Sadr’ın hocası veya selefi olan Abdulhüseyin Şerafeddin Musevi ile dostluk bağları kurmak ister ve bu meyanda Musevi’yi Lübnan’da evinde ziyaret eder lakin aralarına sahabe meselesi / Ebu Hureyre meselesi girer. Bu ziyaretinden sonra Musevi’nin Ebu Hureyre aleyhinde Mahmut Ebu Reyye’den de mülhem bir kitap (Ebu Hureyre) yazdığına muttali olur lakin kitabı görmek nasip olmaz. Musevi’nin Ebu Hureyre ile ilgili kitabı Sibai ile görüşmesinden sonra piyasaya iner. Halbuki Sıbai hayatını sünnete adamıştır ve Ezher’deki doktora tezi İslam hukukunda ve yasamasında sünnetin yerine dairdir (Es Sünne ve Mekanetuha fi’t teşrii’ly İslami). Özellikle kitabında destansı bir hadis ve Ebu Hureyre savunması yapar ve özellikle hücumlarını sünnete gölge düşürmek isteyen oryantalistlerden Goldziher ve Musevi’nin kaynaklarından olan Mahmut Ebu Reyye’ye yöneltir. Dolayısıyla sahabeyi köprü yapmayan bir anlayışın mezhepler arasında köprü kurması mümkün değildir. Başta mezheplerin yakınlaştırılması (takrip el mezahip) tezini hararetle savunan ve Muhammed Abduh ve Hasan el Benna’nın bu yöndeki çizgisini takip eden Mustafa Sıbai deneyerek tam aksi istikamete savrulur ve aynı acı deneyimlerden geçen Reşid Rıza ve Muhibbiddin Hatip’in çizgisine döner. Zira acı deneyimlerden sonra muvasala/kavuşma imkanı görmez. Muhammed el Hamid gibi olur. Yoksa temennide hepsi, Irak eski Müftüsü Emced Zehavi’nin kademi üzerinde, dostluk ve kavuşma özlemi içindedir. Lakin deneyimler bu yolu kapamıştır.
¥
Şiiler köprü kurarken öteki tarafın temellerini yıkmaktadır. Bunu sistematik yaparlar. Tarzları Ebu Reyye’nin tarzıdır. O tahrifat üzerine bir sistem kurmuştur. İbni Kuteybe sahabeler ve hadis konusunda Mutezile’nin şüphelerini serdetmiş ve ardından bunlara cevap vermiştir. Lakin Ebu Reyye Mutezile’nin saldırılarını ve şüphelerini İbni Kuteybe’ye mal etmiştir. Cevaplarını ise es geçmiştir. Mustafa Sibai de, takrip kurumuyla birlikte mezheplerin yakınlaştırılması iddiasında olan Şii mercilerin Ezher hocalarını tavlamaya çalıştıklarını yazar. Daha da ileri giderek şu hükümde bulunur: Şiilerce Takrip çağrısından murat sanki şudur: Ehl-i Sünneti Şia’ya yaklaştırmaktır yoksa iki mezhebi birbirine ısıtmak veya yaklaştırmak değil (Es süne ve Mekanetuha fi’t teşrii’l İslami, s: 10 El Mektebü’l İslami, Şam, Beyrut, ikinci baskı, 1978). Sibai’den önce de Muhammed Zahid el Kevseri, Şiilerin ve İsmaili Bohra taifesinin Ezher’i ve Mısır’ı yeniden ele geçirmek istediklerini yazmıştır. Günümüzde Mecelletü’l Ezher’in yayın yönetmenliğini yapan Muhammed İmare de Zahid el Kevseri ve Sibai ile aynı kanaati paylaşmaktadır. Şiilerin yeniden Mısır ve Ezher’i ele geçirmek istediklerini söyler. Ve Ayetullah Murtaza Mutahheri’den Sibai’yi teyiden bir alıntı/nakil yapar.
¥
Ayetullah Humeyni’nin talebesi olan Murtaza Mutahhari, Dini Düşüncenin Eleştirisi adlı eserinde mezheplerin yakınlaştırılması projesiyle ilgili şunları yazar “Amacımız takrip üzerinden İslam birliğini temin etmek değildir. Gerçek hedefimiz, Şii daveti ve propagandasının önündeki engelleri kaldırmaktır. Yoksa İslam birliği için Şii inançlarından ne bir mekruhu kaldırır ne de bir müstehaptan vazgeçeriz (Muhammed İmare, Fi’n nakd ez zati lifikri’ş Şii, El Ahram, 06/10/2012).” Amaç Şii dailiğinin ve propagandasının önündeki Sünni ihtiyatı takrip vesilesiyle ortadan kaldırmaktır. Bu, böyle olmasına rağmen Hayrettin Karaman Hoca ‘İhvan, Müslüman İran’ı destekler’ başlıklı makalesinde nakillerinde dakik olamamıştır. Zira, Sibai’ye hilafı-ı hakikat isnat etmiştir. Kopan süreci kesintisiz göstermiştir. Bunu Es Sünne kitabının hangi baskısını okursa okusun görecektir. Ömer Telemsani ile ilgili nakilde seçmedir. Rehine krizi sırasında Telemsani arabuluculuk teklif ettiğinde Ayetullah Humeyni onu Amerikancılıkla suçlamıştır. Keza Humeyni, Muhammed Gazali ve Ömer Abdurrahman’a birlikte çalışmayı teklif etmişse de onlar ‘aramızdaki mesafe kapanmayacak kadar geniştir, muvasala imkanı yoktur’ diyerek geri çevirmişlerdir. Abbas Hamayer, İhvan-İran Devrimi adlı doktora tezinde de ortaya koyduğu gibi Gannuşi devrimin ilk günlerinde devrimi hararetle desteklemekle birlikte gerisi gelmemiş ve yine hayal kırıklığına ve kesintiye uğramıştır. Ayetullah Teshiri ile uzun bir müddet dostluktan sonra Yusuf Karadavi’nin 2008’deki Şii propagandası karşısındaki manifestosu önceki hayal kırıklıkları ve acı deneyimlerin de tasdiki mahiyetindedir. Burada iyi niyetin suiistimali vardır. Takrip değil, tahrif ve tahripten söz edilebilir. Dolayısıyla hepimizin zaman zaman bilgilerini yenilemeye ihtiyacı var. Eski bilgilerini gözden geçirmesinde veya sürecin bütünlüğünden kopuk bazı kesik bilgilerin telafisinde fayda vardır. Keşke karşı taraf da Sibai ve Hayrettin Karaman kadar iyi niyetli ve şeffaf olabilse. O zaman elbette kapanan yollar açılabilirdi. Ama heyhat!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.