Revaklardan sonra sırada Kâbe var!
Dünyanın muhtelif yerlerinden Mekke’ye gelip hac farizasını ifa eden müslümanlar evlerine döndü. Allah kabul etsin! Hacları mebrur olsun!
Önümüzdeki yıl hacca gidenler, büyük bir ihtimalle, Osmanlı revakları olmayan bir Harem-i Şerif görecekler. Osmanlı revaklarının yıkılmasıyla tavafın daha kolay yapılabileceği söyleniyor. Gerçekten böyle mi olacak, bunu göreceğiz.
Elbette, Osmanlı eseri olduğu için revaklara kudsiyet atfetmek, dokunulmaz saymak doğru değil. Kendini Mekke ve Medine’nin hadimi (hizmetçisi) olarak gören Osmanlı sultanı Kanuni Süleyman’ın mimarbaşısı Sinan’a Kâbe ve civarının yeniden düzenlenmesi vazifesi verdiği anlaşılıyor. Çünkü Mimar Sinan Harem-i Şerif’i de eserleri arasında sayıyor. İşte Osmanlı revakları olarak bilinen beş yüz küsur küçük kubbeli yapı ya Koca Sinan’ın bizzat nezaret ederek yaptığı bir eserdir, ya da planını çizip inşasını kalfalarından birine emanet ettiği bir yapıdır.
Bu tür mimarî eserlerin, kutsal bir yerde olması şart değil; dağbaşında bile olsa, dünya mirası listesindedir. Türkiye’de antik devirden bugüne ulaşan harabelere, Roma ve Bizans eserlerine gösterilen hassasiyeti hatırdan çıkarmamak gerekiyor.
Hiç şüphe yok ki, Osmanlı revakları zamanında hac farizasının mühim bir unsuru olan tavafın suhuletle ifasını sağlamak maksadıyla yapılmıştı. Yüzlerce yıl hizmet verdi, şimdi müslümanların nüfusu çoğaldı, ulaştırma imkânlarının gelişmesinden ötürü hacca gidenlerin sayısında çok büyük artışlar oldu.
Osmanlı revakları, tam bir Osmanlı hassasiyeti ile inşa edilmişti: Esas olan Kâbe’dir. Hiçbir yapı Kâbe’nin ehemmiyetini gölgelemeyecek ve görünmesini engellemeyecek!
Otuz kırk yıl öncesine kadar Mekke’ye gelen müslümanlar, revaklara rağmen, Kâbe’yi uzaklardan görebiliyordu. Suudi idaresi, revakların etrafına onu çevreleyen daha yüksek yapılar inşa etti. Bu bir çözüm olarak düşünüldüyse, demek ki, kısa vadeli bir çözümmüş!
Suudi yapıları, Osmanlı hassasiyetinden yoksundu, bu yüzden Kâbe’yi artık Harem-i Şerif içine girmeden görmek mümkün olamıyordu.
Suudi idaresi, Mekke’de sadece Osmanlı geçmişini değil, bütün bir medeniyet mirasını silip süpürdü. Bütün bunları hacıların rahatı için yapmış olabilir. Fakat, hassasiyetten yoksun bir inşai faaliyet ile karşı karşıya olduğumuz şüphe götürmez.
Gerçek bir mimarî uygulama, Osmanlının bıraktığı yerden sürdürülmeliydi. Osmanlı hassasiyeti korunmalı, mevcut Mekke şehrine dokunulmamalı, onun dışında yeni bir şehir kurulmalıydı.
Harem-i Şerif’de ise, Osmanlı nisbetleri korunarak revaklar genişletilecek şekilde bir çözüm bulunmalı, ya da revakların dışında yüksekliği onu aşmayan yeni revaklar veya Kâbe’yi kapatmayacak zerafette yapılar inşa edilmeliydi.
Osmanlı Mekke ve Medine’de maneviyatın, ruhaniyetin dili ile konuşmayı tercih etmişti. Suudi yapıcılığı ise bütünüyle maddiyat dilini kullanıyor. Artık Mekke bir maneviyat merkezi değil, maddenin alabildiğine yüksek sesle konuştuğu her hangi bir Avrupa veya Amerika şehri. Mekke’nin maddiyatı bugün bütün görünürlüğü ile gözümüzün önünde. Bir Amerikan şehrinin yüksek binaları, otelleri, İngilizlerin saat kuleleri şehrin hafızalardan silinmeyen siluetini teşkil ediyor.
Harem ve Kâbe ise bu maddî görünürlük ortasında zorlukla ulaşılan bir mekkân haline gelmiş durumda.
Ecyad kalesi yıkılırken konuştuklarımızı hatırlayalım. Kalenin yerine ne yapıldı? Şehrin ruhaniyetini ifade eden bir eser mi ortaya konuldu? Kral sarayının mütehakkim mevkiini tahkim eden başka binalar yapıldı.
Bırakalım, Osmanlı revakları da yıkılsın! Zaten Harem-i Şerif’e artık bir müslüman mimarisi örneği şehirden geçerek girmiyoruz. Yüksek binalarla dolu bir Amerika veya Avrupa şehrinden geçip Harem’e dâhil oluyoruz. Orada da tek dokunulmamış yapı Kâbe var!
Peki Kâbe dokunulmaz mı?
Kâbe bir timsal. Mimarî nisbetleri gayri muntazam. Böylece estetik harikası bir mimarî esere duyulan saygıyla ona yaklaşmıyoruz. Fakat, Kâbe de daha önce yıkılıp yeniden yapılmış. Yaklaşık bir insan boyunda iken, bugünkü yüksekliğe çıkarılmış…
Suudilerin son hamlesi şu olmasın: Kâbe görünmüyor! Onu yükseltelim! Beş, on yıl sonra, Körfez emirliklerindeki göktırmalayan kuleler yüksekliğinde bir Kâbe projesi ile karşılaşırsak, hiç şaşırmayalım!
¥
16 kasım 2011’de Yeni Akit’te yayınlanan yazımızı Mekke intibalarımı kaleme almadan önce okuyucularımla tekrar paylaşmak istedim. İnşallah konuyla ilgili yazmaya devam edeceğiz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.