Seks Köleliğine Ses Çıkartmayan Kemalist ve İslamcı Feministler
Radikal Gazetesi’nde İstanbul genelevleri hakkında bir röportaj yayınlandı. Bilindiği gibi ve maalesef ülkemizin birçok şehrinde TC’nin koruması altında yasal genelevler çalıştırılmaktadır. Bunların özellikleri şunlardır:
1. TC, Uluslararası Kadın Hakları Sözleşmesi’ne imza koymuş, kadınların fahişe olarak çalıştırılmasına, seks köleliğine rıza göstermeyeceğini ve izin vermeyeceğini beyan etmiştir. Bugünkü uygulama ile laik Cumhuriyet rejimi bu taahhüdünü çiğnemektedir.
2. Devlet bu evlerden KDV ve gelir vergisi alıp bütçesine koymaktadır. Bu gelirin ahlak dışı, haram bir gelir olduğunda en ufak bir şüphe yoktur. Devleti bağlayan etik kurallar vardır, bunlar ayaklar altına alınmıştır. Devletin, bir tür kumar olan Milli Piyango, Lotarya gibi oyunları da bu haram işlerdendir.
Bugün ülkemizde kadın hakları, hürriyetleri ve haysiyeti uğrunda yeri göğü inleten iki ayrı kesim bulunmaktadır.
Bunların birincisi laik, Kemalist, çağdaş, bir kısmı ateist feministlerdir.
İkinci kısmı ise, bilhassa Diyanet İşleri Başkanlığı’nda kadrolaşmış İslamcı feministlerdir.
Bu iki kesim de ülkemizdeki yasal, KDV’li, gelir vergili, polis korumalı seks köleliğine muhalefet etmemekte, karşı çıkmamaktadır. Bu ise dehşet verici bir suskunluk ve kabuldür.
Avrupa’da da yarı yasal, devletin göz yumduğu seks köleliği mevcuttur diyenler çıkacaktır. Onlara derim ki: Türkiye Devleti kötü örnekleri, kötü uygulamaları, ahlaksızlığı taklit edemez. Bazı Avrupa ülkelerinde eşcinseller Protestan kiliselerinde papaz tarafından evlendiriliyor… Onlar yapıyor diye bizde de mi yapılsın?
Ülkemizdeki halkın çoğunluğu Müslümandır. İslam dini evlilik dışı cinsel münasebetlere izin vermez. Zina yapanlara (evli iseler yahut başlarından evlilik geçmişse) idam cezası verilir; başlarından hiç evlilik geçmemişse yüzer sultanî sopa vurulur ki bazısının kalıbı bir daha doğrulmamak şartıyla yerde kalır.
İslam hukukuna göre zina suçunun sabit olması (ispat edilmesi) için dört şahidin çiftleri tam cinsel münasebet halinde görmüş olması gerekir. Bu da çok zordur.
Bazı reformist, modernist, fıkıh ve mezhep aleyhtarı, Sünnet muhalifi ilahiyatçıların “İslam’da recm haddi yoktur” demeleri cahillikten de öte bir hezeyandır.
Evet, TC Kemalist, laik bir rejime sahiptir. Son on küsur yılda o kadar ilerlemiştir ki, Atatürk’ün Ceza Kanunu’nda bile var olan zina suçunu ve cezasına, yeni Ceza Kanunu’nda yer vermemiştir.
Feminizm İslam dinine uymayan sapık ve bozuk bir ideolojidir. Türkiye’de çoğulculuk vardır. Dileyen feminist olabilir. Kemalist feminist olabilir, İslamcı feminist olabilir… Lakin ister Kemalist ister İslamcı olsun, şayet samimi ise yasal TC genelevlerine, devlet himayesinde seks köleliğine, fahişeliğe, malum “TC vesikalara” mutlaka muhalefet etmeleri, karşı olmaları gerekir. Aksi takdirde samimiyetsizdirler.
Hem feminist olacak, hem de yasal seks köleliğine ses çıkartmayacak… Evet onlar samimî değil, riyakardır.
“İkinci yazı”
Maddi ve Manevi Kalkınma
İKİ türlü kalkınma vardır. Maddi kalkınma ve zenginlik… Manevi, kültürel, ahlakî kalkınma… Türkiye’mizin maddi kalkınma ve zenginlik bakımından çağ atladığında hiç şüphe yoktur. Otoyollar, havaalanları, hızlı trenler, gökdelenler, limanlar, lüks meskenler, lüks otolar, lüks hayat… Yüzlerce yeni üniversite açıldı. Üretim ve ihracat çok arttı. Bereket yok ama bolluk var.
Buna paralel olarak, manevi kalkınma var mı? İşte burası çok tartışılır. Bence maddi kalkınmaya paralel, manevi kalkınma yok. Maneviyat, ahlak, fazilet, gerçek medeniyet konusunda bırakın kalkınma, dehşet verici bir gerileme var.
Diyorlar ki: Çok kitap satılıyor. Bazen bir tek kitap bir milyon adet basılıyor… Bu boş ve aldatıcı bir iddiadır. Halkının 1928’den önce basılmış, yazılmış kitap ve belgeleri, atalarının eski mezar taşlarını okuyamadığı bir ülkede günün modasına uygun bir kitabın bir milyon satması kültür kalkınmasına delil teşkil etmez.
Soruyorum: Bu ülkede Sokrates’in Müdafaası, Descartes’ın Metot Üzerine Nutuk, Rousseau’nun İçtimaî Mukavele kitapları gibi kalıcı, yüzyıllara meydan okuyucu klasikler yazılabiliyor mu?
Minâ Urgan’ın Bir Dinozorun Anıları yüz binlerce basıldı ve satıldı. Sonra ne oldu? Saman alevi gibi parladı ve söndü.
Çılgın Türkler kitabı bir milyon sattı da ne oldu?
Hakiki kültür bin yıl sönmeden yanan ateş gibidir. O ateşi saman aleviyle karıştırmamak lazım.
Eskiden bu coğrafyada fütüvvet ahlakı varmış. Şimdi yerinde yeller esiyor.
Bir memlekette sağlam kültür ve medenî kalkınma olup olmadığını anlamak için mimariye bakmak yeterlidir. “Milli Mimarî” terk edildikten sonra güzel binalar yapılabildi mi? Hitler’in ve Mussolini’nin mimarlığı vardı ama Kemalizm’in yoktu.
Kültür anıtları iki malzemeyle yapılır: Lisanla ve yapı malzemesiyle.
1950’lere kadar Yahya Kemal ve benzeri büyük edipler vardı ama onlar Cumhuriyet çocukları değil, bazısı aslını inkâr etseler bile Osmanlı çocuklarıydı.
İstisnalar kuralları bozmazmış. Tek tük güzel ve kalıcı kitapların yayınlanması, beş on güzel bina dikilmesi; genel çirkinliğin, kültür geriliğinin, okur yazar cahilliğinin ….
Sovyetler Birliği dünyanın ikinci büyük askeri gücüydü ama yıkıldı. Çünkü bozuk ve yanlış bir ideoloji, çarpık bir dünya görüşü üzerine kurulmuştu.
Hitler rejimi ordu, sanayi, üniversiteler, ilmî araştırmalar, teknik harikalar, nizam ve disiplin bakımından harikalar sergiliyordu; o da feci şekilde battı. Çünkü Nazizm bozuk ve yanlış bir ideolojiydi.
Çin ilerleyebildiyse Mao’nun resimlerini ve heykellerini bırakmasına ama Maoculuğu terk etmesine borçludur. Türkiye’deki dominant resmi ideoloji milli kimliğimize ve kültürümüze aykırıdır ve onunla hem maddi hem manevi kalkınma, sağlıklı ilerleme olmaz. Yollar, köprüler, gökdelenler, limanlar, havaalanları, otomobiller, hızlı trenler harika ama ülkede sosyal barış ve mutabakat berhava olmuş; otuz seneyi aşkın iç savaşa benzer bir terör hükümferma, ülke bütünlüğü tehlikede, kokuşma had safhada, okul ve üniversite sayısı arttıkça suçlu sayısı da artıyor, hapishaneler tıklım tıklım dolu. Bu ne biçim kalkınmadır.