D.Mehmet Doğan

D.Mehmet Doğan

Ben tarihe “tesadüf” derim!

Ben tarihe “tesadüf” derim!

 

Kâbe beyti’ş-şerif-i âzamdır
Nokta-i daire-i âlemdir
Bu beyit, büyük divan şairimiz Yusuf Nâbî’ye ait. Geçen yıl vefatının üç yüzüncü yılında andığımız Nâbî şöyle söylüyor: Kâbe, en büyük şerefli “ev”dir, âlem dairesinin noktasıdır.
 
İslâm anlayışına göre, Kâbe dünyanın merkezi addedilir. Dairenin tam ortasında Kâbe vardır. Buna göre haritalar tertib edilmiştir. Yeryüzündeki bütün ülkelerin bir yüzü Kâbe’ye bakar. Kâbe etrafındaki dönüş (tavaf) dünyanın güneşin etrafında dönüşü gibidir.
 
Kâbe olmasa Mekke olur muydu?
Hiç şüphe yok ki, Mekke Kâbe sâyesinde var. Kâbe’nin yapılışı Kur’an-ı Kerim’de, Al-i İmran Sûresi’nde anlatılıyor:
 
“Şüphesiz insanların (ibadet ve ziyareti için) kurulan çok mübarek ve âlemlere hidayet kaynağı olan ilk ev (ilk mabed), Mekke’deki (Kâbe)dir. Orada, apaçık âlametler ve İbrahim’in makamı vardır. Kim oraya giderse emniyette olur. Oraya gitmeye gücü yeten kimseye, Allah için o Beyt’i ziyaret etmesi farzdır. Kim de inkâr ederse, şüphesiz Allah bütün âlemlerden müstağnidir.” (Al-i İmran 3/96)
 
Kur’an’ın anlatımına göre, Kâbe Hz. İbrahim’den önce yapılmıştır. (Hacc, 22-29). Hz. Âdem veya oğlu Hz. Şit tarafından yapıldığı, hatta melekler tarafından Âdem’den önce inşa edildiği rivayetleri var.
 
Tarih burada Hz. İbrahim’le başlıyor. Hz. İbrahim’in, eşi Sâre’den çocuğu olmuyor... Sâre, Hz. İbrahim’i câriyesi Hacer’le evlendiriyor. Hacer’den İsmail olunca, bu sefer de kıskanıyor. Hz. İbrahim, Hacer ve İsmail’i alıp bugün Beytü’l-haram’ın, Kâbe’nin bulunduğu yere getiriyor.  Bomboş, ıssız bir vadi... Etraf kayalıklarla dolu. Kuş uçmaz, kervan geçmez bir coğrafya... Hz. İbrahim’in çocuklarını burada bırakması, Kur’an-ı Kerim’in İbrahim sûresinde şöyle beyan ediliyor:
 
“Ey Rabbimiz, ben çocuklarımın bir kısmını senin mukaddes evin (Beytullah) yanında ekinsiz bir vadiye yerleştirdim ki, Rabbimiz namaz kılsınlar diye; sen de insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meylettir; bazı meyvelerden de rızıklandır onları; umarım ki, nimetlerine şükrederler.” (İbrahim 14/37)
 
Hacer annemiz, “Bizi ekin bitmeyen, kimsenin yaşamadığı bu vadiye bırakıp gidecek misin?” diye soruyor. Hz. İbrahim bunu Allah’ın emriyle yaptığını söylüyor. Hz. Hacer “Öyleyse müsterih olabilirim, Allah bizi çaresiz bırakmaz” diyor.  Çaresiz annenin çaresi, Zemzem oluyor. Bu arada yurd arayan Yemenli Cürhümlüler Mekke üzerinde kartalların uçuştuğunu görüyorlar. Bunu su ve hayat belirtisi olarak yorumlayıp Hz. Hacer’den izin alarak buraya yerleşiyorlar.
 
Hz. İbrahim Mekke’ye 3 defa geliyor ve üçüncüsünde Hz. İsmail’le Kâbe’yi inşa ediyor. Cebrail’in gösterdiği şekilde hac yapıyor.
 
Fil Vak’ası Mekke’de tarih başlangıcı olarak kabul edilir. Kâbe’nin prestijinden rahatsız olan, oraya gidenleri çekmek için bir mabed inşa eden, fakat istediği sonucu alamayan Habeşistan’ın valisi Ebrehe, ordusu ile Kâbe üzerine yürür. Ebabil kuşları gagalarında taşıdıkları taşlarla bu orduyu mahveder.
 
Hz. İbrahim’in binası, Ezraki’ye göre harçsızdır. İslâmdan önceki son yenilenme, Peygamberimizin nübüvvetinden 5 sene kadar evvel. Bu yenilenmede Hz. Muhammed mühim bir rol oynuyor. Muhammedü’l-Emin Mekke’nin bütün kabilelerinin, ailelerinin desteğini sağlıyor.
 
Bugün de böyle yapılması gerekmez mi?
İslâm dünyasının Harem-i Şerif’in genişletilmesi, yeniden yapılması konusunda bilgilendirilmesi, en azından teknik ve estetik konularda destek istenmesi neden düşünülmüyor? Ortak İslâm aklının ortaya çıkması için bundan güzel fırsat olabilir mi?
Yapılan şöyle düşünüldüğünü gösteriyor: “Benim anlayışım hâkim olsun, kimsenin aklına ihtiyacım yok!”  
 
Harem’in kuzeyi inşaat alanı. Oraya yakın Hz. Peygamber’in doğduğu rivayet edilen ev var. Bina sonradan yapılmış, bir vasfı yok, betondan. Şimdi kütüphane olarak kullanılıyormuş. Evin kapı üstüne konulmuş ışıklı yazı ile uyarı akıp duruyor. Türkçesi mealen şöyle: “Buranın Hz. Peygamber’in doğduğu ev olduğu kesin değildir”.
Kesin olsa ne olurdu? Acaba gerekli ihtimam ve ihtiram gösterilir miydi?
Harem-i Şerif’deki bu yıkımın zamanlaması tesadüften ibaret mi? Mubarek arzda bulunduğum günlerde hep bunu düşündüm. Gerekli kaynaklara ancak memlekete dönünce ulaşabildim.
 
Vahabilik görüşünü benimseyen Suudiler 1806’da Mekke ve Medine’yi işgal ettiler. 2. Mahmud Vehhabileri buradan çıkarmayı Mısır Valisi Kavalalı M. Ali Paşa’ya havale etti. O da oğlunu gönderdi, 23 Ocak 1813’de Ahmed Tosun Paşa Suudileri Hicaz’dan çıkardı..
Ne tesadüf! Harem’deki tadilat tam da bu tarihten 2 asır sonra başlıyor!
 
Diğer oğlu İbrahim Paşa, Suudilerin Merkezi Dir’i’ye kadar gitti. Abdullah bin Suud’u esir aldı. Abdullah bin Suud, 1818’de önce Mısır’a götürüldü, oradan İstanbul’a gönderildi. İstanbul’da muhakeme edildi, Medine işgali sırasında Hücre-i Saadet’i yağmalamak suçundan idama mahkûm edildi. (17 Aralık 1818)
 
Bu tesadüfün, Mekke ve Medine’deki tadilat ve inşaat işlerinin beş sene sonra tamamlanarak tekrarlanmasını beklemeli miyiz?
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
D.Mehmet Doğan Arşivi