Bülent Bey bilmez…
Ancak kızı Ayşenur Arınç’ın hikayesi, kendisi bugünlerde kamu ile paylaşmadan çok daha önce dünyanın farklı yerlerinde yankılandı. Ayşenur’un başörtüsü yasağı ile şekillenen okul hayatı İngiliz Parlementosu’nda da dillendirildi, Amerikan Kongresi’nde de. Berlin Teknik Üniversitesi’nde de, meşhur Cambridge Üniversitesi’nde de ve elbetteki Harvard’da da. “Partili” günlerimizden birinde, annesi Münevver Hanım bir hanımlar toplantımızda bahsetmişti kısaca. İçim yanmıştı duyunca… Hafızama yer etmişti. Başörtüsü yasağını aşabilmek için tuvalet penceresini kullanmak zorunda kalışı, kızının…. Sonra Allah nasip etti, yukarıda bahsi geçen yerler ve kimi akademik kimi siyasi olmak üzere dünyanın birçok başka mekanlarında yasak üzerine konuşma imkanım oldu. Ayşenur Arınç’ın hikayesi en çarpıcılar arasında yerini almıştı çoktan zihnimde ve metnimde. Arınç ailesinin kulakları çınlamıştır sanırım her seferinde…
Ayşenur Arınç’ın hikayesi bir epitomi. Yani yasağın boyutlarını izahta bir çok manada örneklik teşkil eden bir durum. Öğrencilerin hayatlarına getirmek zorunda kaldıkları elastikiyetleri izah eden bir örnek. Eğitim yuvası okuldan alınacak “bilgi”nin ertelendiği, “giriş”in öncelendiği bir durum. Eğitime ulaşılabilirliğin girişten daha önemli olamayışının bir göstergesi. Okul kapısı asılması gereken bir engel çünkü. Tuvalet penceresiyse eğitime vize veren giriş kapısı…
Medine Bircan dosyası da farklı değil. O da yine sunduğu bütün vahşetle zihinlere yer eden bir çarpıcılık ve çarpıklık arzediyor çünkü. Onun engeli ise başörtülü resminin olduğu kimlik kartı. Zaman da kendi içinde bir engel yetmiş kusur yaşındaki Medine Bircan için. Gittiği acil servisin kapısında zamana karşı yarışıyor zira. Ama umduğunu bulamıyor yani hiç bekletilmeden yapılması gereken tedaviyi. Çünkü giriş engel. Tıpkı Ayşenur Arınç’ın durumundaki gibi. Onun kadar “şanslı” da değil, yönelebileceği bir tuvalet penceresi de yok Medine Bircan’ın. Hastane kapısında öylece acılar içinde kıvranıyor ki oğlu gitsin hemen fotomontajla bir fotoğraf hazırlatsın, kimlik kartında kullanılmak üzere. “Vatan” kurtulacak çünkü (!). Öyle değil mi…Vatanı, kronik rahatsızlığı ile acil kapısında kıvranan Bircan’ın başörtüsünden temizlemek lazım çünkü. Arındırmak diyorum ben buna. Rejim gözünde “pislik” çünkü. Ayşenur Arınç kadar şanslı değil dedim ya, doğru. Oracıkta canını teslim ediveriyor çünkü. Bir hayat böylece son buluyor, kimlik kartında başı örtülü fotoğrafı olan bir kadının değil tedavi görmeye, yaşamaya bile hakkı olmadığı için bu ülkede.
Hatice Hasdemir Şahin’in mahkeme salonunda başı örtülü olduğu için kendini savunma hakkının olamadığı gibi. Başörtülüsün! O zaman getirildiğin mahkemede konuşamayacaksın! dendiği için. Savunma; en azılı katile bile hak görülürken başörtülü kadının bir azılı katil kadar bile kıymetinin olamamasından bu ülkede… Başını örtüyor olmak, bir insanın canına kıymaktan daha “affedilemez” görüldüğü için rejimce…
Bu ülke uzak bir yerlerde değil. Bu ülke dünde kalmadı. Bu ülke bizim gerçeğimiz. Üstünden çok zaman, köprülerin altından çok sular akmadı. Unutulmadı. Hala yaşıyor. Yaşanılıyor. Ne hikayeler var bizde… Kadınlara bir soruverin.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.