Ekmek israfı= İnsanlık israfı
İki yıl önceki bir yazımın başlığı “ÜRETİM YETERSİZLİĞİ Mİ, İSRAF MI?” olup yazımın sonunda herkesi israftan kaçınmaya davet ettiğim gibi Sayın Başbakanın da dikkatini çekecek bir örnekle yazıma son vermiştim. Sayın Başbakanın geçen hafta TBMM’nde ekmek israfıyla ilgili yaptığı konuşmayı takdire şayan bulduğum için duyarlılığından dolayı bugün kutluyorum.
İlgili yazım, geçerliliğini bugün de aynı derecede önemle koruduğu için tamamını olmasa da yerimizin elverdiği ölçüde kısaltarak yineliyorum.
“Pakistan’da 500.000 insan açlıktan ölmek üzere… “Haiti’de, açlık kol geziyor…” “Dünyada her 3 saniyede bir insan açlıktan ölmektedir…” “… çöplüğe dökülen yanmış kalorifer cürufu içerisinden yanmamış kömür toplayarak okul harçlığını çıkardığı gibi aile bütçesine katkıda bulunan ve polis olmayı isteyen çocuklar…” benzeri haberleri izlerken, onların da birer hemcinsimizin olduğunu hatırlamamız, halimize şükretme ve sorumluluklarımızı bir kez daha düşünmeye ne dersiniz?
Ekmek; açlığın yegâne çaresi ve insanın da en temel gıdasıdır. Ekmek, tarihte olduğu gibi günümüzde ve gelecekte de insanlığın temel besin maddesidir. Ülkelere, coğrafyaya, yaşa, cinsiyete, çalışma koşullarına, beslenme alışkanlığına, eğitime, gelişmişlik düzeyine ve ekonomik yapıya bağlı olarak kişi başına ekmek tüketim miktarı değişmektedir.
Ekmek, her gün tüketilen ve zevkle yenen bir gıda olmakla beraber tam buğday unundan hazırlanan ekmeğin bileşiminde bulunan protein, mineral madde, B grubu vitaminleri yanında, enerji ihtiyacını da karşılayan bir kaynaktır. Orta yaşta, 70 kg ağırlığında ve orta ağırlıkta işte çalışan kişinin, dengeli ve yeterli beslenme şartlarında tükettiği günlük enerjisinin (2200 cal.) %55-65’ini karbonhidratlardan karşılamalıdır. En temel karbonhidrat kaynağı da, ülkemiz gerçeğinde ekmektir. Dolayısıyla, kişinin günde 300 g, yılda 110 kg ekmek tüketmesi gerekmektedir.
İsraf, hayatın şuursuzca yapılan her türlü aktivitesinde mevcuttur. Dolayısıyla, bu yazımızda her türlü israfı sayıp dökmek, nedenlerini açıklamak, önlemlerini belirlemek mümkün olmadığından sadece ekmek israfıyla sınırlı tutulacak ve ekmek israfına dikkat çekilecektir. Burada maksadımız, “bir benim gayretimden ne olur” diyenlerin doğru düşünmediklerini, israf korkusuyla titreyen bir yürekten kopup gelen insani duygunun herkesi kuşatıvermesinin zor olmayacağına da dikkat çekmektir.
İsraf, sadece şu ya da bu dinin, o ya da diğer milletin veya toplumun çirkin gördüğü bir davranış biçimi olmayıp, “evrensel her insanın çirkin gördüğü bir davranış”tır. İki temel şablon: “Yiyin, için, fakat israf etmeyin”, “İktisat eden zenginleşir, israf eden fakirleşir”. Burada vurgulanmak istenen zenginlik, salt ekonomik-madde-materyalist zenginlik olarak algılanmamalıdır. Zira tarih, nice hesapsız malı-mülkü olduğu halde paylaşmanın güzelliğini anlayamadığından ruhsal sefalet içinde yaşayıp ölenlere şahittir. Burada terazi, herkesin kendi elinde, zihninde ve vicdanındadır. Dolayısıyla, israfla olan münasebetini en iyi herkesin kendisinin bildiğinden, pekâlâ herkes kendisinin evrensel bir insan olup olmadığını da tespit edebilir. Değerlendirme sonuçlarınız sizi memnun ediyorsa sorun yok, ancak kendi değerlendirme sonuçlarınız kendinizi memnun etmiyorsa da derde gerek yok. Zira çare yine sizsiniz. Çare, israftan vazgeçmektir. İyileşme süreci, israftan vazgeçtiğiniz anda başlar ve israf kapılarını tamamen kapattığınız anda da çözüme kavuşur.
İsrafın hiçbir şeklini küçük görmeme alışkanlığını kazanmak lazımdır. Çünkü “damlaya damlaya oluşan göl”, sızıntılarla da boşalır. Yapılan bir hesaplamaya göre, dakikada on damla sızdıran bir musluk, ayda 170 litre su akıtmaktadır. Buradan hareketle, israf edilen zaman, enerji, ekmek, su ve diğer hususlarla ilgili benzer bir hesap yapılsa, önlenen israfla muhtemel ki, gezegenimizde yaşayan açlık ve yokluk içerisindeki milyonlarca insanın zaruri ihtiyaçları karşılanabilecektir. Kaldı ki, sofradaki ekmek kırıntıları ve yemek artıklarının çöp kutusu yerine kedi, köpek, kuş gibi hayvanlara verilmesi bile israftan kurtulmaya bir adımdır. Değil mi ki çevremizi zenginleştiren ve çeşitlendiren bu tür canlılara karşı da sorumluluklarımız vardır. Bu davranışların her biri birer adımdır ve yollar da adımlanarak biter.
İbretlik bir duruş: Japonya, bir tarihte, düştüğü ekonomik darboğaz nedeniyle, içte ve dışta olmak üzere gırtlağına kadar borçlanmıştır. Ülkenin başbakanı, meclisi toplar ve durumu olanca açıklığı ve tehlikeleri ile anlattıktan sonra “bu andan itibaren; Japonya, iç ve dış borçlarını son kuruşuna kadar ödemeden, pirinçten başka bir şey yemeyeceğim, şu üstümdeki elbiseden başka elbise giymeyeceğim” der. Sözünde durur, dediklerini yaşar. Bu içten, tâ yürekten kopup gelen samimi söz ve kararlı davranışlar insanların kalbinde makes bulur ve bir sinerjik etki ile ülkede herkesi sarar. Herkesin katılımıyla ve her konuda olmak üzere “israftan kaçınma kampanyası” uygulanır. Japonya, bu uygulamayla kısa zamanda borçlarının tamamını ödemeyi başarır. Aynı Japonya bugün ise, zenginlik kriteri olan “sürdürülebilir bir şekilde aşırı derecede bütçe fazlası”yla boğuşan bir ülke konumundadır. İlgililer dersini alsın!!!
Bu asil davranışı, bugünden itibaren hep birlikte yaşamaya ve yaşatmaya var mısınız?”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.