Büyükelçi’ye değil, gazetecilere tepki gösterilmeli!
Bizler, Başbakan Tayyip Erdoğan’la birlikte Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Slovakya’da iken, Türkiye’de hayli önemli gelişmeler yaşandı... Meselâ, Amerikalı Sarai Sierra’nın “ölü” bulunduğunu yurtdışında iken öğrendik...
Aynı şekilde, ABD Büyükelçisi Francis Riccardione’nin “bazı gazetelerin Ankara temsilcileri” ile 5 Şubat’ta yaptığı toplantıda sarfettiği ve büyük tartışmalara yol açan sözlerini de yurtdışında iken öğrendik. Öncelikle Ricciardone’nin tartışmalara yol açan sözlerine bir bakalım. “Son günlerde kendi liderleriniz de adli sistemdeki yanlışlara değindiler...
Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı ve Başbakan da değindiler... Çok uzun süredir hapiste olan milletvekilleriniz var.
Askeri liderleriniz aynı şekilde, onlar da terörist gibi hapse kondular. Onlara bu ülkeyi koruma görevi verilmiş ama hapse kondular. Profesörler, eski YÖK Başkanı demir parmaklıklar arkasında...
Tam anlaşılmayan 16 yıl önceki çalışmalarla ilgili belirsiz suçlamalarla hapse kondular.” Milliyet Ankara Temsilcisi Fikret Bila’nın aktardığına göre; Büyükelçi Ricciardone, özellikle Türkiye’deki yargılamalar konusunda hassas olduğunu söylemiş...
ABD elçisi, 28 Şubat Soruşturması, Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk Davaları’ndaki “uzun tutukluluk süreleri”ni anlamakta zorlanıyormuş... Cumhuriyet gazetesi Ankara Temsilcisi Utku Çakırözer ise, “Büyükelçilik DHKP-C saldırısı öncesi Emniyet’ten genel bir uyarı almış ancak spesifik bir istihbarat verilmemiş” dediğini söylemiş...
Milliyet gazetesinden Aslı Aydıntaşbaş, Kerry’nin ilk ziyareti Türkiye’ye yapacağını yazmış... Bugün gazetesinden Adem Yavuz Arslan’a göre ise; Amerika, “DHKP-C ile mücadelede kararlı gözüküyor”muş!..
HADDİNİ BİL RİCCİARDONE!
Gördüğünüz gibi, “ABD Büyükel-çiliği”nde neler konuşulduğunu, çeşitli gazetelerin Ankara temsilcilerinin yazdıklarından aktardım...
Çünkü efendim toplantıya “Akit Temsilcisi” çağrılmamış!.. Demek ki, biz; “acil durumlarda çağrılacak gazeteciler” listesinde yokuz!.. Her neyse... Büyükelçi’nin sözleri çok tartışıldı...
Özellikle AK Parti Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Hüseyin Çelik’in tepkisi hayli sert oldu... Hüseyin Çelik dedi ki; “Haddini bilsin... ABD Büyükelçisi Türkiye’nin içişlerine karışmak yerine, kendi işine baksın... Siz bir diplomatsınız, nasıl içeriğine tam vakıf olmadığınız bir ülkenin içişleriyle ilgili, yargı sistemiyle ilgili ahkam kesersiniz? Sayın elçi haddini bilmeyi öğrenememiş.” Haklı bir tepki. Ne var ki; Hüseyin Çelik’in gösterdiği bu tepkiyi, ben, “gazeteciler”den beklerdim... Ve ayrıca; “ABD Büyükelçisi’ne tepki” göstermektense, asıl tepkinin “gazetelerin Ankara temsilcilerine” gösterilmesi gerektiği kanaatindeyim...
Bilmem hatırlar mısınız; Gazetelerin, ya uygulanan “ayrımcılık”tan dolayı ya da “basın özgürlüğü” veya “Türkiye’yi savunma” refleksiyle yaptıkları “protesto”lar hâlâ hafızalardadır... Meselâ, Mart 2005’te; Zonguldak Ereğli’de görev yapan gazeteciler, basına çeşitli kısıtlamalar ve cezalar getiren yeni TCK’yı protesto etmek için kendilerini ve kalemlerini zincirlemiş, fotoğraf makinelerini yere bırakmışlardı. Meselâ, Ekim 2008’de; Mahkemelerin 6 gazeteye verdiği kapatma kararları Diyarbakır ve İzmir’de yapılan basın açıklamalarıyla protesto edilmişti...
Diyarbakır’daki gösteride gazeteciler, “Özgür basın susturulamaz” ve “Baskılar bizi yıldıramaz” şeklinde slogan atmışlardı... Gazeteciler, tepkilerini fotoğraf makineleri ve kalemlerini yere bırakarak göstermişlerdi... “28 Şubat Süreci”nde ise; Sırf, Sincan’da “Kudüs Gecesi”ne katıldı diye İran Büyükelçisi adeta “linç” edilmiş, “Molla, kendini kolla” başlıklarına maruz kalmış ve adam Türkiye’den adeta kaçarak gitmişti... ABD Büyükelçisi ise, neredeyse “medyanın baş tacı” olmuş durumda...
NİYE TERKETMEDİLER?
O günlerde bu tepkileri gösteren gazetecilerimiz, bugün “ABD Büyükelçisi”ne niye tepki göstermedi acaba?..
Ne yani; Ricciardone’nin Türkiye’ye müdahalesi, “yargının müdahalesi”nden çok mu hafifti?!?.. Meselâ, Büyükelçi’nin; “Askeri liderleriniz terörist gibi hapsedildi” sözleri üzerine, meslektaşlarımız; belki “Sana ne!” diyemezlerdi ama, pekâlâ; “Bu sözler Türkiye’nin içişlerine müdahaledir...
Biz, Türkiye’ye çamur atılan bir yerde duramayız” der, kalemi-kâğıdı bırakıp, elçiliği terkedebilirlerdi. Hadi, elçiliği terketmediler diyelim, peki ABD Büyükelçisi’ne, Ahmet Takan’ın köşesinden sorduğu şu soruları soramazlar mıydı?.. l Türkiye’deki haksız tutuklama ve yargılamaların üzerinden hayli uzun bir zaman geçti... Madem bu kadar hassastınız, niye bugüne kadar demokrasi savunuculuğu yapmadınız? l 12 Eylül öncesinde terör örgütlerine Amerika’nın her türlü para ve silah yardımı yaptığı gerçeği ortada iken, DHKP-C hakkında tepkileriniz size inandırıcı geliyor mu? l Türk emniyet birimlerinin çözmek için seferber olduğu cinayette hayatını kaybeden Sarai Sierra’nın Türkiye’ye neden geldiğini ve kimliği hakkında niye bir açıklamanız olmadı? l Mavi Marmara baskınında da Furkan Doğan adlı bir Amerikan vatandaşı hayatını kaybetmişti ama o zaman ortalığı ayağa kaldırıp FBI ajanlarını seferber etmemiştiniz...
Neden?.. l Hapse atılan Türk askerlerinden hangilerine üzüldünüz, hangilerine sevindiniz?.. Buna bağlı olarak bir soru daha: Türk askerleri için bu kadar üzülürken “çuval geçirme” hadisesi için neden bugüne kadar bir özür bile dilemediniz?
ÖRGÜT TERÖRÜ-DEVLET TERÖRÜ!
Gelelim, madalyonun öteki yüzüne... ABD Ankara Büyükelçisi Francis Ricciardone, Ankara’da, DHKP-C’nin gerçekleştirdiği “örgüt terörü”ne tepki gösterirken, ABD Dışişleri Sözcüsü Victoria Nuland ise, aynı günlerde Amerika’da düzenlediği “basın brifingi”nde, İsrail’in gerçekleştirdiği “devlet terörü”nü kutsuyor ve onlara sahip çıkıyordu, iyi mi?.. Evet, evet; ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Victoria Nuland; Suriye’de askeri tesisi vuran İsrail’e yönelik Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun açıklamalarını “tahrik edici” olarak nitelendirerek “rahatsızlıklarını Ankara’ya ilettiklerini” bildiriyordu...
Malûm; İsrail’in Suriye’deki askeri araştırma merkezini vurmasıyla ilgili olarak; Başbakan Erdoğan, “İsrail’i bir şımarık oğlan şeklinde besleyenler, yetiştirenler, İsrail’den her zaman her şeyi bekleyebilirler” ifadelerini kullanırken, Davutoğlu, “Esad, İsrail uçakları, sarayının üzerinde uçup ülkesinin onuruyla oynarken niye bir çakıl taşı bile atmıyor?” sorusunu yönetmişti...
İşte bu sözler ağırına giden Victoria Nuland hanımefendi demiş ki; “Türk liderlerden gelen tahrik edici yorumlar bizi çok rahatsız ediyor.” Niye tahrik oluyorlar ki?.. Haksız mı Erdoğan?.. Ne yani; İsrail’i bir “şımarık oğlan” gibi besleyen ve yetiştiren ABD değil mi?.. Sen, “kendi büyükelçiliğine saldıran” DHKP-C’yi kına, ama “Suriye’ye saldıran” İsrail’in sırtını sıvazla!..
Bu, şu demektir; “Örgüt terörüne hayır! Devlet terörüne evet!” Ya da; “Kahrol DHKP-C, Yaşa-varol İsrail!” Hani, atalarımız demişler ya; “Beni sokmayan yılan bin yaşasın!” Yılanın adı DHKP-C olursa ve de ABD’yi sokarsa, gebersin!.. Ama, yılanın adı İsrail olur ve gider Suriye’yi sokarsa, bin yaşasın!.. Söyleyin hele; “ABD’nin mantığı” bu değil mi?..
ŞİMDİ DE TARİH KATLİAMI!
ABD’nin koruma ve kollaması olmasaydı, İsrail bu kadar şımarabilir miydi?.. Siyonist İsrail, eğer ABD’den yüz bulmasa, “Müslümanların ilk kıblegâhı” olan Mescid-i Aksa’nın altını oyup, yıkma girişiminde bulunabilir miydi?.. Olayı biliyor olmalısınız... “Terörist İsrail yönetimi, Mescid-i Aksa avlusundaki bazı tarihi binaları yıkarak, yerine sinagog, müze ve polis merkezi inşa etmeyi planlanıyor...
Siyonist İsrail’e ait buldozerler, 1 Şubat sabahından itibaren, Mescid-i Aksa’nın yakınında bulunan Ağlama Duvarı’nın kuzeyindeki tarihi bina ve kemerleri yıkmaya devam ediyor. Yıkım çalışmalarına tepki gösteren El-Aksa Vakıf ve Kültür Mirası Kurumu’ndan yapılan yazılı açıklamada da, “İşgal güçleri, ikinci gününde Mescid-i Aksa’nın 50 metre uzağındaki Ağlama Duvarı’nın kuzeyindeki tarihi kemer ve binaları yıkmaya devam ediyor” ifadelerine yer verildi...
Yıkımın tamamlanmak üzere olduğunun belirtildiği açıklamada, terörist İsrail’in içerisinde sinagog, karşılama salonu, polis merkezi, müze ve hamamların bulunduğu çok yönlü bir kompleks inşa etmeyi planladığı belirtildi. Tel Aviv yönetimine bağlı Kudüs Belediyesi, geçen sene yerleşim kurumlarının işbirliğiyle Arap sokaklarına İbranice isimler verilmesi, sinagog inşa edilmesi ve Ağlama Duvarı yakınlarındaki binaların restorasyonuna izin vermişti.”
Görüyorsunuz ya; “Tarih, kültür, inanç ve insanlık” gibi değerleri hiçe sayan ve katletmekte bir beis görmeyen İsrail, Kudüs’te tam bir “devlet terörü” uyguluyor ama ABD’den çıt yok!..
Pardon, pardon... ABD’den “çıt” var da, İsrail’e değil, “İsrail’e tepki” gösteren Ankara’ya var!..
YANKİ’NİN KANKİ’LERİ!
Demek istiyorum ki; ABD Büyükelçisi’nin, “acil durumda çağrılacak gazeteciler” listesindeki meslektaşlarımız, öyle anlaşılıyor ki, “elçiyi incitmemek” için, bu soruları sormamışlar. Sorsalardı, nasıl bir cevap alırlardı bilmiyorum ama, herhalde üzerleri çizilirdi!.. Son olarak şunu merak ettim...
Malûm, AK Parti ve Başbakan Erdoğan’a yakın duran gazetecilere “Yandaş” diyorlar... Kılıçdaroğlu’na yakın duran gazetecilere de “Yoldaş” ve “Candaş” diyorlar. Peki, “ABD Büyükelçisi’ne yakın” duran gazetecilere ne demek lâzım?.. Amerikalılara “Yanki” dediklerine göre, Büyükelçi’nin davet listesindeki gazetecilere de, herhalde “Yanki’nin Kanki’leri” demek lâzım!.. Nasıl, uydu mu?..
Uysa da yazdım, uymasa da!.. Solcu isen yasaları çiğneyebilirsin! Malûm, Ümit Kocasakal adlı İstanbul Baro Başkanı, kullandığı otomobile “yasalara aykırı” olarak “tepe lâmbası” takmış ve Boğaz Köprüsü’nden geçerken “suçüstü” yakalanmıştı. Ancak, Ümit Kocasakal’ın “yasadışı” tek eylemi bu değil...
Kendisi, aynı zamanda Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde ders veriyormuş... Herhalde; “tepe lâmbası ile trafikte nasıl ilerlenir”i öğretiyordur!.. Efendim, “avukat”ların “başka bir iş” yapmaları kanunen yasak!..
Öyle bir yasak ki; “gazetecilik” bile yapamıyorlar!..
Meselâ, Yazı İşleri Müdürümüz Ali İhsan Karahasanoğlu; birkaç yıl öncesine kadar “Baro’ya kayıtlı bir avukat” olduğu için, kendisine “tam 15 yıl” boyunca “Sarı Basın Kartı” verilmedi, iyi mi?.. Sonunda, “avukatlıktan istifa” etti de, ancak o zaman alabildi basın kartını!..
Ama, İstanbul Barosu’nun Başkanı Ümit Kocasakal ve ekibi hem “avukatlık” yapıyorlar, hem de “başka işler!” Hiç kimse de, onlara; “Bu ne iş?” diye sormuyor... Onlar da; hem “Hükümet’e muhalefet” ediyorlar, hem “Hükümet’ten besleniyorlar!” Demek ki, “Solcu” olunca, “yasaları çiğneme” hakkın da oluyor!..
Aynı şekilde, ABD Büyükelçisi Francis Riccardione’nin “bazı gazetelerin Ankara temsilcileri” ile 5 Şubat’ta yaptığı toplantıda sarfettiği ve büyük tartışmalara yol açan sözlerini de yurtdışında iken öğrendik. Öncelikle Ricciardone’nin tartışmalara yol açan sözlerine bir bakalım. “Son günlerde kendi liderleriniz de adli sistemdeki yanlışlara değindiler...
Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı ve Başbakan da değindiler... Çok uzun süredir hapiste olan milletvekilleriniz var.
Askeri liderleriniz aynı şekilde, onlar da terörist gibi hapse kondular. Onlara bu ülkeyi koruma görevi verilmiş ama hapse kondular. Profesörler, eski YÖK Başkanı demir parmaklıklar arkasında...
Tam anlaşılmayan 16 yıl önceki çalışmalarla ilgili belirsiz suçlamalarla hapse kondular.” Milliyet Ankara Temsilcisi Fikret Bila’nın aktardığına göre; Büyükelçi Ricciardone, özellikle Türkiye’deki yargılamalar konusunda hassas olduğunu söylemiş...
ABD elçisi, 28 Şubat Soruşturması, Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk Davaları’ndaki “uzun tutukluluk süreleri”ni anlamakta zorlanıyormuş... Cumhuriyet gazetesi Ankara Temsilcisi Utku Çakırözer ise, “Büyükelçilik DHKP-C saldırısı öncesi Emniyet’ten genel bir uyarı almış ancak spesifik bir istihbarat verilmemiş” dediğini söylemiş...
Milliyet gazetesinden Aslı Aydıntaşbaş, Kerry’nin ilk ziyareti Türkiye’ye yapacağını yazmış... Bugün gazetesinden Adem Yavuz Arslan’a göre ise; Amerika, “DHKP-C ile mücadelede kararlı gözüküyor”muş!..
HADDİNİ BİL RİCCİARDONE!
Gördüğünüz gibi, “ABD Büyükel-çiliği”nde neler konuşulduğunu, çeşitli gazetelerin Ankara temsilcilerinin yazdıklarından aktardım...
Çünkü efendim toplantıya “Akit Temsilcisi” çağrılmamış!.. Demek ki, biz; “acil durumlarda çağrılacak gazeteciler” listesinde yokuz!.. Her neyse... Büyükelçi’nin sözleri çok tartışıldı...
Özellikle AK Parti Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Hüseyin Çelik’in tepkisi hayli sert oldu... Hüseyin Çelik dedi ki; “Haddini bilsin... ABD Büyükelçisi Türkiye’nin içişlerine karışmak yerine, kendi işine baksın... Siz bir diplomatsınız, nasıl içeriğine tam vakıf olmadığınız bir ülkenin içişleriyle ilgili, yargı sistemiyle ilgili ahkam kesersiniz? Sayın elçi haddini bilmeyi öğrenememiş.” Haklı bir tepki. Ne var ki; Hüseyin Çelik’in gösterdiği bu tepkiyi, ben, “gazeteciler”den beklerdim... Ve ayrıca; “ABD Büyükelçisi’ne tepki” göstermektense, asıl tepkinin “gazetelerin Ankara temsilcilerine” gösterilmesi gerektiği kanaatindeyim...
Bilmem hatırlar mısınız; Gazetelerin, ya uygulanan “ayrımcılık”tan dolayı ya da “basın özgürlüğü” veya “Türkiye’yi savunma” refleksiyle yaptıkları “protesto”lar hâlâ hafızalardadır... Meselâ, Mart 2005’te; Zonguldak Ereğli’de görev yapan gazeteciler, basına çeşitli kısıtlamalar ve cezalar getiren yeni TCK’yı protesto etmek için kendilerini ve kalemlerini zincirlemiş, fotoğraf makinelerini yere bırakmışlardı. Meselâ, Ekim 2008’de; Mahkemelerin 6 gazeteye verdiği kapatma kararları Diyarbakır ve İzmir’de yapılan basın açıklamalarıyla protesto edilmişti...
Diyarbakır’daki gösteride gazeteciler, “Özgür basın susturulamaz” ve “Baskılar bizi yıldıramaz” şeklinde slogan atmışlardı... Gazeteciler, tepkilerini fotoğraf makineleri ve kalemlerini yere bırakarak göstermişlerdi... “28 Şubat Süreci”nde ise; Sırf, Sincan’da “Kudüs Gecesi”ne katıldı diye İran Büyükelçisi adeta “linç” edilmiş, “Molla, kendini kolla” başlıklarına maruz kalmış ve adam Türkiye’den adeta kaçarak gitmişti... ABD Büyükelçisi ise, neredeyse “medyanın baş tacı” olmuş durumda...
NİYE TERKETMEDİLER?
O günlerde bu tepkileri gösteren gazetecilerimiz, bugün “ABD Büyükelçisi”ne niye tepki göstermedi acaba?..
Ne yani; Ricciardone’nin Türkiye’ye müdahalesi, “yargının müdahalesi”nden çok mu hafifti?!?.. Meselâ, Büyükelçi’nin; “Askeri liderleriniz terörist gibi hapsedildi” sözleri üzerine, meslektaşlarımız; belki “Sana ne!” diyemezlerdi ama, pekâlâ; “Bu sözler Türkiye’nin içişlerine müdahaledir...
Biz, Türkiye’ye çamur atılan bir yerde duramayız” der, kalemi-kâğıdı bırakıp, elçiliği terkedebilirlerdi. Hadi, elçiliği terketmediler diyelim, peki ABD Büyükelçisi’ne, Ahmet Takan’ın köşesinden sorduğu şu soruları soramazlar mıydı?.. l Türkiye’deki haksız tutuklama ve yargılamaların üzerinden hayli uzun bir zaman geçti... Madem bu kadar hassastınız, niye bugüne kadar demokrasi savunuculuğu yapmadınız? l 12 Eylül öncesinde terör örgütlerine Amerika’nın her türlü para ve silah yardımı yaptığı gerçeği ortada iken, DHKP-C hakkında tepkileriniz size inandırıcı geliyor mu? l Türk emniyet birimlerinin çözmek için seferber olduğu cinayette hayatını kaybeden Sarai Sierra’nın Türkiye’ye neden geldiğini ve kimliği hakkında niye bir açıklamanız olmadı? l Mavi Marmara baskınında da Furkan Doğan adlı bir Amerikan vatandaşı hayatını kaybetmişti ama o zaman ortalığı ayağa kaldırıp FBI ajanlarını seferber etmemiştiniz...
Neden?.. l Hapse atılan Türk askerlerinden hangilerine üzüldünüz, hangilerine sevindiniz?.. Buna bağlı olarak bir soru daha: Türk askerleri için bu kadar üzülürken “çuval geçirme” hadisesi için neden bugüne kadar bir özür bile dilemediniz?
ÖRGÜT TERÖRÜ-DEVLET TERÖRÜ!
Gelelim, madalyonun öteki yüzüne... ABD Ankara Büyükelçisi Francis Ricciardone, Ankara’da, DHKP-C’nin gerçekleştirdiği “örgüt terörü”ne tepki gösterirken, ABD Dışişleri Sözcüsü Victoria Nuland ise, aynı günlerde Amerika’da düzenlediği “basın brifingi”nde, İsrail’in gerçekleştirdiği “devlet terörü”nü kutsuyor ve onlara sahip çıkıyordu, iyi mi?.. Evet, evet; ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Victoria Nuland; Suriye’de askeri tesisi vuran İsrail’e yönelik Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun açıklamalarını “tahrik edici” olarak nitelendirerek “rahatsızlıklarını Ankara’ya ilettiklerini” bildiriyordu...
Malûm; İsrail’in Suriye’deki askeri araştırma merkezini vurmasıyla ilgili olarak; Başbakan Erdoğan, “İsrail’i bir şımarık oğlan şeklinde besleyenler, yetiştirenler, İsrail’den her zaman her şeyi bekleyebilirler” ifadelerini kullanırken, Davutoğlu, “Esad, İsrail uçakları, sarayının üzerinde uçup ülkesinin onuruyla oynarken niye bir çakıl taşı bile atmıyor?” sorusunu yönetmişti...
İşte bu sözler ağırına giden Victoria Nuland hanımefendi demiş ki; “Türk liderlerden gelen tahrik edici yorumlar bizi çok rahatsız ediyor.” Niye tahrik oluyorlar ki?.. Haksız mı Erdoğan?.. Ne yani; İsrail’i bir “şımarık oğlan” gibi besleyen ve yetiştiren ABD değil mi?.. Sen, “kendi büyükelçiliğine saldıran” DHKP-C’yi kına, ama “Suriye’ye saldıran” İsrail’in sırtını sıvazla!..
Bu, şu demektir; “Örgüt terörüne hayır! Devlet terörüne evet!” Ya da; “Kahrol DHKP-C, Yaşa-varol İsrail!” Hani, atalarımız demişler ya; “Beni sokmayan yılan bin yaşasın!” Yılanın adı DHKP-C olursa ve de ABD’yi sokarsa, gebersin!.. Ama, yılanın adı İsrail olur ve gider Suriye’yi sokarsa, bin yaşasın!.. Söyleyin hele; “ABD’nin mantığı” bu değil mi?..
ŞİMDİ DE TARİH KATLİAMI!
ABD’nin koruma ve kollaması olmasaydı, İsrail bu kadar şımarabilir miydi?.. Siyonist İsrail, eğer ABD’den yüz bulmasa, “Müslümanların ilk kıblegâhı” olan Mescid-i Aksa’nın altını oyup, yıkma girişiminde bulunabilir miydi?.. Olayı biliyor olmalısınız... “Terörist İsrail yönetimi, Mescid-i Aksa avlusundaki bazı tarihi binaları yıkarak, yerine sinagog, müze ve polis merkezi inşa etmeyi planlanıyor...
Siyonist İsrail’e ait buldozerler, 1 Şubat sabahından itibaren, Mescid-i Aksa’nın yakınında bulunan Ağlama Duvarı’nın kuzeyindeki tarihi bina ve kemerleri yıkmaya devam ediyor. Yıkım çalışmalarına tepki gösteren El-Aksa Vakıf ve Kültür Mirası Kurumu’ndan yapılan yazılı açıklamada da, “İşgal güçleri, ikinci gününde Mescid-i Aksa’nın 50 metre uzağındaki Ağlama Duvarı’nın kuzeyindeki tarihi kemer ve binaları yıkmaya devam ediyor” ifadelerine yer verildi...
Yıkımın tamamlanmak üzere olduğunun belirtildiği açıklamada, terörist İsrail’in içerisinde sinagog, karşılama salonu, polis merkezi, müze ve hamamların bulunduğu çok yönlü bir kompleks inşa etmeyi planladığı belirtildi. Tel Aviv yönetimine bağlı Kudüs Belediyesi, geçen sene yerleşim kurumlarının işbirliğiyle Arap sokaklarına İbranice isimler verilmesi, sinagog inşa edilmesi ve Ağlama Duvarı yakınlarındaki binaların restorasyonuna izin vermişti.”
Görüyorsunuz ya; “Tarih, kültür, inanç ve insanlık” gibi değerleri hiçe sayan ve katletmekte bir beis görmeyen İsrail, Kudüs’te tam bir “devlet terörü” uyguluyor ama ABD’den çıt yok!..
Pardon, pardon... ABD’den “çıt” var da, İsrail’e değil, “İsrail’e tepki” gösteren Ankara’ya var!..
YANKİ’NİN KANKİ’LERİ!
Demek istiyorum ki; ABD Büyükelçisi’nin, “acil durumda çağrılacak gazeteciler” listesindeki meslektaşlarımız, öyle anlaşılıyor ki, “elçiyi incitmemek” için, bu soruları sormamışlar. Sorsalardı, nasıl bir cevap alırlardı bilmiyorum ama, herhalde üzerleri çizilirdi!.. Son olarak şunu merak ettim...
Malûm, AK Parti ve Başbakan Erdoğan’a yakın duran gazetecilere “Yandaş” diyorlar... Kılıçdaroğlu’na yakın duran gazetecilere de “Yoldaş” ve “Candaş” diyorlar. Peki, “ABD Büyükelçisi’ne yakın” duran gazetecilere ne demek lâzım?.. Amerikalılara “Yanki” dediklerine göre, Büyükelçi’nin davet listesindeki gazetecilere de, herhalde “Yanki’nin Kanki’leri” demek lâzım!.. Nasıl, uydu mu?..
Uysa da yazdım, uymasa da!.. Solcu isen yasaları çiğneyebilirsin! Malûm, Ümit Kocasakal adlı İstanbul Baro Başkanı, kullandığı otomobile “yasalara aykırı” olarak “tepe lâmbası” takmış ve Boğaz Köprüsü’nden geçerken “suçüstü” yakalanmıştı. Ancak, Ümit Kocasakal’ın “yasadışı” tek eylemi bu değil...
Kendisi, aynı zamanda Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde ders veriyormuş... Herhalde; “tepe lâmbası ile trafikte nasıl ilerlenir”i öğretiyordur!.. Efendim, “avukat”ların “başka bir iş” yapmaları kanunen yasak!..
Öyle bir yasak ki; “gazetecilik” bile yapamıyorlar!..
Meselâ, Yazı İşleri Müdürümüz Ali İhsan Karahasanoğlu; birkaç yıl öncesine kadar “Baro’ya kayıtlı bir avukat” olduğu için, kendisine “tam 15 yıl” boyunca “Sarı Basın Kartı” verilmedi, iyi mi?.. Sonunda, “avukatlıktan istifa” etti de, ancak o zaman alabildi basın kartını!..
Ama, İstanbul Barosu’nun Başkanı Ümit Kocasakal ve ekibi hem “avukatlık” yapıyorlar, hem de “başka işler!” Hiç kimse de, onlara; “Bu ne iş?” diye sormuyor... Onlar da; hem “Hükümet’e muhalefet” ediyorlar, hem “Hükümet’ten besleniyorlar!” Demek ki, “Solcu” olunca, “yasaları çiğneme” hakkın da oluyor!..