Tepedelenli Ali Paşa ile Vasiliki kavuşacaklar mı?
Gazetelerdeki haberleri okuyunca, “2001 yılındaki tartışmalar” geldi aklıma... Tartışmalara geçmeden önce, “haber” nedir, ona bir bakalım.
Haber şu:
“Balkan temasları kapsamında Arnavutluk ve Kosova’ya giden Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz ve Türkiye Arnavutluk Dostluk Grubu Başkanı AK Parti İzmir Milletvekili Rıfat Sait, Arnavutluk temasları çerçevesinde Başbakan Sali Berişa ve Cumhurbaşkanı Buyar Nişanı ile bir araya geldi.
Temaslar kapsamında Sali Berişa, Rıfat Sait’ten Arnavut asıllı Ali Sami Yen’in babası ve ilk Türkçe sözlüğün yazarı olan Şemsettin Sami’nin (Sami Fraşeri) mezarının Arnavutluk’a getirilmesini istedi... Başbakan Berişa ayrıca Osmanlı döneminde kafası kesilerek idam edilen ve kesik başı ile tepside İstanbul’a getirilen Tepedelenli Ali Paşa’nın kafasının da Arnavutluk’a getirilmesini istedi.”
Evet, haber bu...
Peki, Arnavutluk, ne yapacak Tepedelenli Ali Paşa’nın “kelle”sini?.. Herhalde, “etnik bir figür” olarak kullanacaklar!..
“Avrupa’nın kuyruğu”ndan ayrılmadıklarına göre, bu “kelle” işini de, “Avrupalı AB’ileri” akletmiş olmalı...
AH DEDE, VAH DEDE!
Her neyse...
Biz gelelim, Tepedelenli Ali Paşa ile ilgili 2001 yılındaki tartışmalara.
Efendim, bundan 12 yıl önce, yani 2001 yılının Mart ayında, dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’in; “Hayatımın en büyük hatası” dediği Kemal Derviş’le yatıp, Kemal Derviş’le kalkıyorduk...
Gazeteler tarafından bir “kurtarıcı” olarak pompalandığından bu yana, gözlerimiz “işaret”inde, kulaklarımız ağzından çıkacak “söz”lerde idi...
YÖK’ün üniversitelerine bağlı “iktisat fakülteleri”nde bir tek “ekonomist” yetişmediği(!) için, ABD’den ekonomist “ithal” edildiğinden olsa gerek; herkesin gözü ondaydı...
Gerçi, bizde hep böyleydi;
“Yerli”ye değer vermez, “ithal”i baştacı yapardık... “Yerli muz”u da, ithal “Çikita”larla öldürmemiş miydik?..
Acı, ama gerçek;
“İngiliz kaşığıyla, Fransız necaseti” yemek, eski bir hastalığımızdı bizim!
Her neyse, mevzumuz bu değil...
Ne diyorduk;
Televizyonlarda da, gazetelerde de Derviş haberleri doluydu...
“Alman” olan annesinin, Hitler’in Ankara’daki büyükelçisi Franz von Papen’in sekreterliğini yaptığından tutun da, ODTÜ’de iken evlendiği “ilk eşi”nin sosyetede edindiği yere kadar her şey yazılıp, çiziliyordu...
Şu andaki eşinin ise “Amerikalı bir Yahudi” olduğunu bilmeyenimiz kalmamıştı...
Ne var ki;
“Amerika’yı yeniden keşfetmek”ten çok daha önemli “keşif”ler peşindeydik o günlerde!..
İşimiz-gücümüz, “Yeni Amerikalı”nın bilinmeyen yönlerini keşfetmekti... “Yakın geçmiş”ini keşfetmiştik de, sıra gelmişti “köken”ini bulmaya!
Bazı gazetelerimiz; onun bir “Sabetaist” olmadığını ispat edebilmek için “soyağacı” bile yayınlamıştı...
Soyunu-sopunu, taa Tepedelenli Ali Paşa’ya kadar götürmüştü...
Amma velâkin;
Murat Bardakçı fena bozulmuştu bu “hayalî dede” işine!..
Diyordu ki;
“Hayır; Kemal Derviş, 19. yüzyılın meşhur isyancı valisi Tepedelenli Ali Paşa’nın soyundan gelmiş olamaz!”
Peki, nerden gelmiş olabilirdi?..
Bardakçı’ya göre, Derviş’in “dede”si Tepedelenli Ali Paşa değil, bundan 200 küsur sene önce yaşayan Halil Hamid Paşa olabilirdi.
TEPEDELENLİ KİMDİR?
Ne ilginç değil mi;
2001’de yaptığımız tartışmaya rağmen, “Sali Berişa’nın talebi”ni haber yapan gazetelerden bazıları, “kellesi” istenen Tepedelenli Ali Paşa’dan, Cengiz Çandar’ı kaynak göstererek, yine “Kemal Derviş’in dedesi” diye söz etmişler ki, Murat Bardakçı herhalde yine çıldırır!..
Tepedelenli Ali Paşa ile ilgili olarak aktarılan kısa tarihi bilgide deniliyor ki;
“1774’te Tepedelen’de doğan Ali Paşa, mütesellim Veli Paşa’nın oğludur. Napolyon’un Mısır seferi sırasında, büyük yararlılık gösterince vezir yapıldı. Bölgede “Yanya Aslanı” olarak anılan, çok güçlenen ve başına buyruk hareket ettiği için görevden uzaklaştırılınca da isyan eden Ali Paşa, Osmanlı’nın başını çok ağrıttı. Sonunda ele geçirilen Ali Paşa’nın, oğullarının ve torununun kafası kesildi. Bu kesik başlar Silivrikapı dışındaki mezarlığa gömülmüştür.”
VASİLİKİ’NİN DİZİNDE!
İyi de;
O kafa nasıl kesildi?..
Elimde;
“Tarih Dünyası” adlı bir dergi var...
“Tarihî bir olay”dan söz ettiğimize göre, bir “tarih dergisi”ne müracaat etmek en iyisi... İşin ilginç yanı, dergi de “tarihî” nitelikte!..
Tam 62 yıllık!...
İşte 62 yıllık olan bu “Tarih Dünyası” dergisinin, “Yıl 1, Sayı 4, 1 Haziran 1950” tarihli sayısında kapağında tarihî bir “resim” var!..
Aaa, ne “tesadüf”(!) ki, o resim “Tepedelenli Ali Paşa ve sevgilisi Vasiliki”ye ait!..
Aslını merak edenler, Topkapı Sarayı Müzesi’ne gidip, görebilirler...
Resim, oldukça ilginç geldi bana... Tepedelenli Ali Paşa; bir “Hıristiyan” olan sevgilisi Vasiliki’nin dizinde mışıl mışıl uyuyor!..
Hani, “romantik” bir manzara!..
Ve ayrıca, pek de “isyancı bir vali”ye benzemiyor!
Ama, “gerçek” o!..
Efendim, olay şu:
1820 yılında, Mora Valisi Veli Paşa’nın silâhdarı ve kethûdası olan Başo Bey’e, İstanbul’da bir kurşun atılır!
Bunu fırsat bilen Hâlet Efendi, hemen başlar tevzirata:
“Bu suikast; Tepedelenli Ali Paşa’nın bir marifetidir!.. İki Arnavut suikastçıyı İstanbul’a o göndermiştir!”
Sultan Mahmud, zaten “rahatsız” olduğu Tepedelenli’ye biraz daha öfke duyar... Hâlet Efendi bu “öfke”yi körükler ve sonunda “asker” gönderir üzerine!..
Askerlerin başında Mora Valisi Çerkes Hurşid Paşa vardır!
Hurşid Paşa, önce “Kastro” denilen kaleyi “kuşatma” altına alır, sonra da çarpışma başlar... Ne var ki, yenemez Tepedelenli’yi!..
Bir “hile”ye başvurup, “Padişahımız seni affetti” dese de, inanmaz paşa!..
Der ki;
“O halde, af fermanını getir!”
Aradaki elçiler vasıtasıyla, adadaki “manastır”da görüşmeye ve “ferman”ın orada takdim edileceğine ikna edilir!..
Tepedelenli Ali Paşa; “hayatının kadını” olan koyu mavi gözlü Arnavut güzeli Vasiliki’nin koluna dayanarak, adadaki “Pandeleiman Manastırı”na gider!...
Ne var ki;
Hurşid Paşa, rahatsızlığını bahane eder ve gelmez adaya... Hurşid Paşa’nın adamları “yiyecek” ve “saz takımları” ile gelip, “ferman yolda” diye oyalasalar da bir türlü gelmez ferman!..
ÇARPIŞMA VE SON SÖZLER
Akşama kadar bekleyen Tepedelenli Ali Paşa, yorgun ve bîtap bir vaziyette “manastır”ın üst katındaki “sofa”ya çıkar ve uzanır yatağa!..
Akşam üzeri, Köse Mehmet Paşa’nın idaresindeki 30 kadar asker gelir ve işte orada her şey biter!..
Çünkü;
Gelenler “af fermanı”nı değil, Tepedelenli’nin “ölüm fermanı”nı getirmişlerdir!
Vuruşma başlar...
Sol kolundan vurulur Tepedelenli...
Sofanın altından kurşun yağar üzerine... Bu defa “kasığından” ağır şekilde yaralanır!
Ölmek üzeredir...
Bir an; dünyadaki hiçbir güzel kadınla mukayese etme tenezzülünde bile bulunmadığı Vasiliki gelir gözlerinin önüne.
Yanında kalan birkaç sadık adamından biri olan Atanas Vaya’ya seslenir:
“Vasiliki’yi canlı teslim etmeyin!.. Öldürün!.. Sonuna kadar dayanın!”
Bunlar, Tepedelenli Ali Paşa’nın “son sözleri”dir!
Askerler, “sofa”ya girerler ve “manastır”dakileri esir alırlar!.. Tepedelenli Ali Paşa’nın “kelle”si kesilir ve gümüş bir tepsi içinde Hurşid Paşa’ya götürülür!..
Hurşid Paşa, bu tablo karşısında gözyaşlarını tutamaz!
Tepedelenli’nin başı, bir ay sonra İstanbul’a getirilir ve Silivrikapı yanındaki mezarlığa, oğullarının yanına gömülür!..
SARAY İÇİNDE KİLİSE!
Efendim, biraz önce kısaca söz ettiğim Vasiliki vardı ya, “tarihin ünlü güzellerinden” biriymiş!..
Tepedelenli Ali Paşa; önce Vasiliki’nin “baba”sını aldırmış “saray”ına, sonra da babasının onayıyla Vasiliki’yi getirtmiş!..
Filak kazasının Plisinte köyünden olan bu “Arnavut güzeli”, Yanya’ya geldiğinde 17 yaşındaymış!..
Son derece bağlı imiş Tepedelenli Ali Paşa’ya!.. Paşa da, “aşırı derecede tutkulu” imiş ona!..
O kadar seviyormuş ki onu; Valisiki’nin, “Ben dinimi değiştirmem” demesine bile ses çıkarmamış!..
Hatta;
Sarayında ibadet etmesi için, Vasiliki’ye bir küçük “kilise” bile yaptırmış!..
Anlayacağınız;
Güzelliği “dillere destan”mış Vasiliki’nin!..
Ama, akıbeti nedir, bilinmez!
Her güzel kadın gibi;
O da yaşlandı, öldü ve sonunda toprak oldu.
SEVGİLİLER KAVUŞACAK MI?
Kim bilir;
Tepedelenli Ali Paşa’nın kellesini isteyen Sali Berişa, belki de “iki sevgili”yi yan yana getirecektir.
Tabiî, bu 14 Şubat’a yetişmez... Ama talep, Türkiye tarafından kabul edilirse, “Tepedelenli ile Vasiliki” gelecek 14 Şubat’ta birbirlerine kavuşurlar!..
Ne demişler;
“Herkes sevdiği ile haşrolunur!”
“Osmanlı’ya ihanet” eden Tepedelenli Ali Paşa da, demek ki, “Hıristiyan sevdiceği Vasiliki” ile haşrolunacak!..
İbretlik bir hikâye!..
Çin Komünist Partisi, Sosyalist Enternasyonal’in neresinde?
Şu Kılıçdaroğlu’nun yerinde olmayı hiç istemezdim...
Adamcağız;
“Masa tenisi” oynayanların vurduğu “pinpon topu”na döndü...
Kafasına kafasına bir o taraftan vuruyorlar, bir bu taraftan...
Başında bulunduğu CHP, Sosyalist Enternasyonal’e üye ya, Çin’e gittiğinde demiş ki; “Sosyalist Enternasyonal’de, Çin Komünist Partisi ile birlikte çalışıyoruz!”
Kılıçdaroğlu bunu demiş ama, Sosyalist Enternasyonal’in Başkanı Yorgo Papandreu ne demiş biliyor musunuz?..
Demiş ki; “Birlikte çalışmamız mümkün değil, çünkü Çin Komünist Partisi Sosyalist Enternasyonel’e üye değil!!!”
Başbakan Tayyip Erdoğan, dünkü grup konuşmasında bu olayı anlatıp, Kılıçdaroğlu ile gırgırını geçiyordu...
“Üzülüyoruz” diyordu Kılıçdaroğlu için...
“Gittiği ülkelerde ona gülünmesi bizi rahatsız ediyor” diyordu...
Görüyorsunuz ya; önce Papandreu vuruyor, sonra Erdoğan...
Ne tarafa gitse, kafasına kafasına vuruyorlar!..
Dedim ya, hiç Kılıçdaroğlu’nun yerinde olmak istemezdim!