Bu medya kimden yana... Bizden yana mı, domuzdan yana mı?
Bazı gazetelere bakıyorum da, “Türkiye’de basın özgürlüğü yok” diyenlere; “Alın okuyun şu gazeteleri!..
Bu gazeteler bir galakside değil, bu ülkede çıkıyor!.. Öyle bir muhalefet yapıyorlar ki; bırakın iktidarı, normal insan bile tahammül edemez!.. Ama, her gün çıkmaya devam ediyorlar... Hiçbir engelleme girişimi de yok...
Tam aksine, kamu ilânları bile alabiliyorlar” diye bağırmak geliyor içimden!.. Gerçekten de; Haberlere öyle bir “takla” attırıyorlar ki; “taklacı güvercinler” bile böyle takla atamaz!.. “Vanlı” yerine “zanlı” yazmaya devam ediyorlar... ŞAŞKIN ÖRDEK MİSALİ! Bunlardan biri başlık atmış: “Cilvegözü Sınır Kapısı’nda bomba patladı: 13 ölü... Bomba yüklü aracın sınırımızda ne işi var?.. İktidara göre; bomba yüklü araç Suriye’den geldi... Tanıklar ise, aracın Türkiye’den Suriye’ye bomba götürdüğünü söyledi... İkisi de skandal!” Bir başkası da demiş ki; “Bomba, Türkiye’den Suriye’ye gidiyordu... Hatay’ın Cilvegözü Sınır Kapısı’nı cehenneme çeviren patlamanın kamera görüntülerinde, patlayan aracın Türkiye’den Suriye’ye gidiş şeridinde park halinde olduğu görülüyor!” Hele Cumhuriyet’in tavrı... Bizim Kenan Alpay’ın ifadesiyle; “Ergenekon-Balyoz cuntasına olduğu kadar Baas cuntasına da sözcülük yapan Cumhuriyet gazetesi; “Olacağı Buydu” manşetiyle çıktı...
Ertesi gün ise, Cumhuriyet ekibi soluğu Şam’da alıp Suriye Enformasyon Bakan yardımcısı el Muftah’ın ağzından “Bu bir provokasyon” başlığıyla okurun karşısına çıktı. Provokasyonun sorumlusu kim peki? Elbette AK Parti ve Küresel Cihatçılar olarak tavsif edilen aşırı dinci muhalifler!!!.. 28 Şubat cuntasının kucağında semirtilen TKP/SİP’in Sol gazetesi ise “Sınırı AKP Patlattı” manşetiyle çıkarken Yazı İşleri Müdürü Mehmet Kuzulugil de, el Mutaf’la sırıtarak poz veriyordu okurlarına. Bir de uyarı vardı askeri cuntanın tetikçiliğine soyunmayı marifet bilen sol-sosyalist kamuoyuna: “Suriye’de hava sütliman. Muhalifler ilerliyor iddialarının ülkede karşılığı bulunmuyor.
Yaşam normale dönüyor.” Zulmün bu derece dizginsizleştiği bir vasatta Şebbiha ve Muhaberat şefleriyle TKP ve Sol’un safları sıklaştırmasında garipsenecek, şaşılacak bir şey var mı?.. Elbette hayır! İslam ve Müslüman düşmanlığıyla maruf bu sol-sosyalist çizginin Türkiye’de Kemalizm, Suriye’de Baas rejimine yaslanmaktan başkaca bir seçeneği yok. ÖDP’nin Birgün’ü ise “Bomba parçaları Türkiye’den” manşetini uygun görmüştü.” El insaf!.. Ve de, el vicdan! Tamam, “muhalefet” olsun diye bir olay konusunda “abartma” yapılabilir ve hatta “yalan bilgi” verilebilir...
Ama birader; “olay 180 derece tersine” de yazılmaz ki!.. Hani, “şaşkın ördek”ler, suya “kıçın kıçın” dalarlarmış ya, bunlar da olaylara “göz”leriyle değil, “popo”larıyla bakıyor olmalı!.. Bunlar, bir de “ulusalcı” olduklarını söylüyorlar... “Ulusalcı” olup-olmadıklarını bilmem, ama şunu çok iyi biliyorum ki; bunlar kesinlikle “milletçi” değiller!.. “Türkiye’den besleniyorlar” ama, “Türkiyeci” değiller!..
Hele “vatansever”, hiç değiller!.. KILIÇDAROĞLU’NUN İZİNDE! O kadar “basit”, o kadar “sığ” bir mantıkları var ki, “Kılıçdaroğlu’nun izinde” yürüyorlar... “Kemalist”ler ya; Bir “Kemal” bulmuşlar kendilerine... Soyadı “Atatürk” değil de, “Kılıçdaroğlu” olmuş, ne fark eder?.. Nasıl olsa, o da “Kemalist!” Kafaları aynı kafa!.. Kemal Kılıçdaroğlu da, sırf “iktidara muhalefet” olsun diye “Türkiye’yi karalamak”ta sakınca görmüyor, “ulusalcı journalistler” de!.. Malûm, Başbakan Tayyip Erdoğan; salı günü partisinin Grup Toplantısı’nda Sosyalist Enternasyonal’in 4-5 Şubat tarihlerinde toplandığını ve CHP’nin, bildirideki Suriye ile ilgili ifadeyi “değiştirdiğini” hatırlatıp, diyordu ki; ‘’Bildiride, Beşar Esed ile ilgili ifadeleri yumuşatmışlar.
Köşeliydi, şimdi yuvarlak olmuş... Tebrikler!.. Suriye’nin eli kanlı diktatörü, 70 bine yakın masumun katili eminim ki CHP’ye minnettar olmuştur. Portekiz’de Suriye’nin zalimini kahramanca savunanlar, kendi ülkeleri için aynı kahramanlığı göstermiyorlar. Dedim ya; Hükümet ile ülke kavramını CHP Genel Başkanı birbirine karıştırıyor. Hükümeti eleştireceğim derken kendi ülkesini yerden yere vuruyor. Portekiz’de Sosyalist Enternasyonal toplantısında konuşan CHP Genel Başkanı, oradaki üyelerin, kendi değimiyle yoldaşların gözünün içine baka baka kendi ülkesini karalıyor. Siz uluslararası bir toplantıya gidiyorsunuz, orada söz alıyorsunuz kürsüye çıkıyor ve kendi ülkenizin ne kadar kötü durumda olduğunu doğru olmayan rakamlarla aktarıyorsunuz. Ardından da çıkıp Esed ile ilgili bilgileri nasıl değiştirdiğinizi övüne övüne kamuoyuna açıklıyorsunuz. Bu tavır 76 milyonun tamamına haksızlıktır, ağır bir saygısızlık ve hakarettir. Biz CHP Genel Başkanı’nın kendi ülkesini kötülemesine artık alışığız, buna üzülmüyoruz.
Ama Türkiye’nin Anamuhalefet Partisi’nin, yurtiçinde olduğu kadar yurtdışında da alay konusu olmasını içimize sindiremiyor, bundan rahatsız oluyoruz.’’ Bay Kılıçdaroğlu, işte bu şekilde “ak”ı “kara” gösterip “Baas yandaşlığı” yapar da; onun izinde yürüyen “Kemalist”ler “Suriye’den gelen” bomba yüklü aracı “Türkiye’den giden” şeklinde gösterip, AK Parti iktidarına çakmak istemez mi?.. Hiç düşünmüyorlar ki!.. Nasıl olsa; kafalarını “kiraya” vermişler, Kılıçdaroğlu’nun “iz”inden de, “söz”ünden de çıkamıyorlar!.. Oysa, gerçek tam tersi... Bunlarda, onu düşünecek bir gram “beyin” bile yok!..
HEDEF SURİYE MUHALEFETİ!
Hiç düşünmüyorlar ki; Türkiye’de “barış”a ulaşabilmek için “İmralı süreci”ni, Suriye’de barışa ulaşabilmek için ise “İdlip Süreci”ni yürüten Türkiye, hiç kendi topuğuna kurşun sıkar mı?.. Azıcık “beyin”leri olsa, o “bomba”nın niye infilak ettirildiğini ve “kimi” hedef aldığını anında anlarlardı!..
Ama, Suriye’deki muhalif güçleri “terörist”, katliamcı Esed güçlerini “özgürlükçü” görmek gibi “sığ” bir kafaya, “sığır” bir bedene sahip olduklarından gerçeği kabullenmek istemiyorlar. Gerçek şudur: Muhalif liderler, Muaz El-Hatip’in başkanlığını yaptığı Suriye Devrimi Muhalefet Güçleri Koalisyonu’nun planladığı barış görüşmeleri çerçevesinde başka bir sınır kapısından Türkiye’ye giriş yaptı. George Sabra, Abdülbasit Seyda, Faruk Tayfur ve Ahmed Ramazan’ın da aralarında bulunduğu ‘Ulusal Konsey’ üyeleri Türkiye’deki kamplarda çözüm için görüşmeler yaptılar...
Muhaliflerin askeri kanadı ile barış arayışını başlatma noktasında uzlaşan heyet, temasların ardından Cilvegözü’nden Suriye’ye geçmek için harekete geçti. Heyet, sınıra yarım saatlik mesafedeyken mola verdi, bu sırada bomba patlatıldı. Diyelim ki, bunlar “resmî açıklamalar”la desteklenmiş “bilgi”lerdir ve o yüzden bunlara itibar etmiyorlar... Madem “Müslüman”lara itibar etmiyorlar o halde bir “Hıristiyan’ın sözleri”ni aktaralım kendilerine... Suriye Ulusal Konseyi Başkanı George Sabra diyor ki; “Bombanın hedefinde biz vardık. Türkiye’den Suriye’ye giderken bir benzin istasyonunda durduk. Grubumuzdaki Müslüman arkadaşlar, yarım saatliğine namaz kılmak için mescide gitti... Ölümden Müslüman arkadaşların namazı sayesinde kıl payı kurtulduk...”
Demek oluyor ki; Suriye istihbarat örgütü El Muhaberat ajanları, “Barış heyeti”nin o saatte, orada olacağını çok iyi hesaplamış ve “bombanın patlama saati”ni de ona göre ayarlamış!.. Ne var ki; Kimin nasıl bir plânı varsa, Cenab-ı Allah’ın da bir plânı var... Ve O, planların en iyisini yapar...
Barış heyeti, eğer “namaz” için mola vermemiş olsaydı, “patlama” anında “aracın civarında” olacaklar ve belki “14 kişi” gibi, onlar da ölecekti!.. Demek ki, “vade”leri dolmamış!..
KAMERA GÖRÜNTÜLERİ Dedim ya; eğer “resmî açıklama”lara inanmıyorsanız, alın size “Hıristiyan Başkan”ın açıklamaları!.. Ona da inanmıyorsanız, buyrun “olay yeri görüntüleri”ne bir bakalım...
Anadolu Ajansı tarafından yayınlanan kamera görüntülerinde; Suriye tarafından gelen açık renkli bir aracın 14.14’te ara bölgeye park ettiği ve araçtan 3 kişinin çıktığı görülüyor. Bu kişilerden ikisi Suriye tarafına geri dönerken diğer kişi görüntüden kayboluyor. Aracın içerisindeki bomba, park ettiği yerde araç güvenlik kontrolünden geçmeden 14.37’de patlıyor. Patlama sonucu birçok araç alev topuna dönüyor. Bu görüntülerin kamuoyu ile paylaşılma sebebini ise İçişleri Bakanı Muammer Güler şöyle açıklıyordu; “Aracın Suriye tarafından gelip 14.14’te orada park ederek 14.37’ye kadar orada kalışını kamuoyuna göstermektir. Çünkü bu konuda spekülasyonlar olduğunu gördük. Aracın Türkiye’de kaydının bulunmadığı da bu şekilde belirlendi.
” BU DA TANIK İFADESİ Bir de “tanık”ların ifadeleri var; “Araç, Suriye istikametinden sınır kapısına doğru geldi. Taş blokların başladığı yerden ters istikamete girdi. Yan tarafa geçip taş blokların oraya aracı bıraktı. Yanından TIR’lar geçebiliyordu. Yolcu koltuğunda oturan erkek, şoför tarafındaki erkeğin yanına gitti. Yaklaşık 2 dakika şoför mahallinde bir şeyler yaptılar. Ne yaptıkları tam olarak anlaşılmıyordu. Sonra arka tarafta bir kadın oturuyordu...
Kapalı bir kadındı. Yolcu koltuğundaki erkekle birlikte araçtan inerek Suriye tarafına geri döndü. Onlar uzaklaşırken sürücü de Türkiye tarafına geçti.” Türk Polisi şimdi Türkiye’ye geçen “kırmızı montlu kişi”nin peşinde!.. Tüm bu “açıklama”lardan, “görün-tü”lerden ve “tanık ifadeleri”nden sonra; bomba yüklü aracın, hâlâ “Türkiye’den Suriye’ye gittiğini” iddia edebilmek için, herhalde “Kemalist” ve “ulusalcı” olmak, dolayısıyla “Türkiye’den nefret etmek” gerekir ki, bu kadar saygısızlığı, Fazıl Say bile yapmaz!.. Hani, diyorlar ya; “Türkiye’de basın özgürlüğü yok!” Oysa; “özgürce” yaptıkları bu muhalefeti, Türkiye’de yapıyorlar!..
“Suriye’de değil!” Daha ne diyeyim?.. Kılıçdaroğlu’nun ipiyle kuyuya inilmez! Ulusalcı gruptan “Devşirmelere o yüz veriyor” zılgıtı yiyen Kemal Kılıçdaroğlu, şimdi de selefi Deniz Baykal’ın kapalı oturumdaki konuşmasını sahiplenerek yenilikçi kanadı kızdırdı. Yenilikçilerin öncüsü Sezgin Tanrıkulu, Baykal’ın 100’ü aşkın CHP’li vekile yaptığı konuşmanın içeriğine tepki göstererek salonu terk etmişti. Tanrıkulu, Baykal’ın genel başkan edasıyla 2 saat boyunca CHP grubuna brifing vermesinden duyduğu rahatsızlığı kendisine yakın milletvekilleriyle paylaşmıştı. Ancak Kılıçdaroğlu; Baykal’ın konuşması için “Sayın Baykal önemli bir konuşma yaptı. Son derece güzeldi. İçerikli bir konuşma. Partimizin duyarlılıklarını yansıttı” dedi. Bu ne demektir?..
Bu; Sezgin Tanrıkulu’nun, daha doğrusu “yenilikçilerin satışa gelmesi” demektir... Ve yine, demektir ki; “Kılıçdaroğlu’nun ipiyle kuyuya inilmez!”