İki Başucu Kitabı: Yüzyılın Soykırımı ve Türkendülüsiye
Cumhuriyet’in dil katliamcısı ve Türkçe’nin katili olduğunu, altmış bin kelimelik lügatimizi onbeş bine düşürdüğünü, katledilen kelimelerin yerine şuurumuza bıçak sokar gibi soktuğu uydurukça kelimelerin dilimize ettiği işkenceyi öğrenmek istiyorsanız, Türkiye Yazarlar Birliği Şeref Başkanı D. Mehmet Doğan’ın yeniden basılan “Yüzyılın Soykırımı” adlı kitabını okumalısınız.
Kitap, yirminci yüzyılda yaşanan soykırım, katliam ve etnik mezalimlerin tarihi anlatılarak başlıyor. Ardından insan soykırımının kültür ve medeniyet soykırımına nasıl dönüştüğü, Türkçe’nin maruz kaldığı yozlaşma, fakirleşme ve dil tahribatı bütün cephesiyle anlatılıyor.
Atatürkçü Cumhuriyet’in Türkçe’yi katlettiğini, bin yıllık İslâmlaşmış Türkçemizi vahşî Batılıların davranışı olan jenoside, yani soykırıma tâbi tuttuğunu öğrenmek istiyorsanız, Türkçe lügatimizin hâdimi, “Büyük Türkçe Sözlük”ün yazıcısı D. Mehmet Doğan’ın “Yazar Yayınları”ndan yeni baskısı çıkan adı geçen kitabını başucunuza alıp okumanız elzemdir. Kemalist Cumhuriyetin akademik cellatlarının giyotinleri altında bir bir infaz edilen bin yıllık ana sütü gibi helâl Türkçemizin, Kur’ân Türkçemizin katillerinin eşkalini ve kimliklerini tanımak istiyorsanız bu kitabı okumanız farzı kifayedir.
TÜRKÇE’NİN SOYKIRIMI M.KEMAL VE İNÖNÜ DÖNEMİNDE BAŞLAMIŞTIR
Kitabın adını okurken başlıyor titremeniz. Tek Parti Dönemi’nde başlayan Türkçe soykırımı, dünyanın hiçbir ülkesinde görülmemiş bir katliamdır. İstiklâl Mahkemeleri’nin şapka infazları ile Şalcı Bacı’nın ve İskilip Âtıf Hoca’nın idamı kadar acı vericidir Türkçe’nin soykırımı. Cumhuriyet’in en haince sayfasından biridir Türkçe katliamı. Türkçe lügatimizin tasfiye kararı ve ardından başlayan kelime infazları, Cumhuriyet tarihinin en imha edici eylemidir.
Binlerce kelime, 1932’de M. Kemal döneminde başlayarak, 1940 sonrasına kadar İnönü iktidarında insafsızca soykırıma tâbi tutuldu ve sırf İslâm geçmişimizle bağı olduğu için bir bir infaz edildi. İnfaz edilen her kelime Müslüman milletin binlerce eseriydi, mushafıydı, âlimi ve edibiydi, milletin bin yıllık hafızasıydı. Dünya milletlerinin hiçbirinin tarihinde ve tarihin hiçbir devresinde görülmemiş bir dil katliamıydı bunun adı. Stalin’in kuzey coğrafyadaki Türklere, Amerikalıların Kızılderililere uyguladığı soykırımdan daha alçakça bir katliam bu. Hilafetin ilga edilmesi ve ezanın Türkçe okutulmasıyla hiçbir farkı yok Türkçe lügatın altmış binden onbeş bine düşürülmesinin...
TÜRKÇE’Yİ ANA SÜTÜNÜZ GİBİ BİLİYORSANIZ “YÜZYILIN SOYKIRIMI”NI
OKUYUNUZ
İsrailoğulları’nın Hz. İsa’ya yaptığı zulüm ve hiyanetten daha alçakça bir fiildir Türkçe’nin katliamı. Şuurunuzun keskinleşmesi için okuyunuz bu kitabı. Türkçe nasıl katledilmiş Kemalistlerce, İnönücülerle, oturup ağlayın mâzinize… Düşünün, bunlar mı bizim “kurtarıcımız? Bunlar mı din-i İslâm üzere İstiklâl Harbi’ni yapan kumandanlar ve Kuvvacılar? Tek Parti Dönemi’ndeki dil faciasının yaraları hâlâ kanıyor. Kör idraklerin uyanması için bu kitabın okunması şart. Türkçe’yi ana sütünüz gibi biliyorsanız “Yüzyılın Soykırımı”nı yüreğiniz kanaya kanaya, millî öfkeniz kabara kabara okuyunuz millet aşkına!
Kitap, Türkçe’nin soykırıma nasıl tâbi tutulduğunu gözler önüne seriyor. Cumhuriyet devletinin oligarşisi Batı medeniyetinin taklitçisi olarak Türkçe yerine Batı ve Altay dillerinden uydurma kelimeler icad etmişlerdi. Kitaptan okuyalım: "Devlet, bir taraftan kaypak bir Öztürkçeyi esas alıyor görünürken, öte taraftan Latince ağırlıklı, Batı dillerinden aktarma kelimelerden oluşan geniş bir sözlük oluşturuyor. Çok yakın bir zamanda devleti anlayabilmek için Latince, Fransızca ve İngilizce bilmek mecburiyetinde kalacağız."
Kitap, bedenlerin yok edilmesiyle, biyolojik varlığı insan yapan, insan olarak farklılaştıran, kişilik kazandıran ve böylece imha edilmeyi gerektiren düşmanlıkların konusu hâline getiren dilin, kültürün, inancın tasfiyesinin de soykırım olduğunu etraflıca izah ediyor.
ALTI OK CUMHURİYETİNİN MELÂNETLERİNİ “YÜZYILIN SOYKIRIMI” KİTABINDAN ÖĞRENİNİZ
“Yüzyılın Soykırımı” kitabı, bu noktada “dehşet uyandırıcı” bilgiler veriyor: “Katliam, soykırım, jenosid, etnik temizlik… Bu kelimelere ve bu kelimelerin delâlet ettiği mânalara millet olarak yabancı değiliz. Nitekim son iki asırlık tarihimizde çok sayıda dehşet verici soykırım hâdisesi ile karşı karşıya kaldık. Bu millet diliyle, kültürüyle, değerleriyle ve medeniyet unsurlarıyla tamamen yok edilmenin nesnesi hâline getirildi.”
Türkçe’nin soykırımına gerekli tepki göstermeyen millet temsilcilerine sitem ediyor yazar: “Yok edilmek istenen bütün canlılar tabii olarak var olma iradesini ortaya koyar, gereken tepkiyi oluşturur. Milletimiz, bu tepkiyi ortaya koymuş, tutunabildiği topraklarda yeni bir hayat kurmuştur. Böylece bedenini kurtarmış, fakat ruhunu, onu kişilik sahibi yapan manevi varlığını kurtarma konusunda gereken tepkiyi yeterince ortaya koyamamıştır.”
Yeterli tepkiyi göstermeyenler kimlerdir? Kimler olmalıydı bu soykırıma “dur” demesi gerekenler? Şu satırları sıkı bir şuurla okumak gerek: “En önemlisi, yıkıcılığın milliyetçi ve hayırhah bir söyleme dayandırılması olmalıdır. (…) Sözlüğümüz sınırlanırken, zihni faaliyetimiz sınırlanmıştır, bilme ve düşünme kabiliyetimiz daraltılmıştır. Milli his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin milli ve zengin olması milli hissin inkişafına başlıca müessirdir. Türk dili dillerin en zenginlerindendir; yeter ki bu dil şuurla işlensin... Türk dili Türk milleti için kutsal bir hazinedir. Çünkü Türk milleti geçirdiği nihayetsiz felaketler içinde ahlâkının, ananelerinin, hatıralarının, menfaatlerinin, kısacası bugün kendi milliyetini yapan her şeyin dili sayesinde muhafaza olunduğunu görür."
“TÜRKENDÜLÜSİYE” KİTABI TÜRKİYE’NİN ENDÜLÜSLEŞTİRİLME İÇİNDE OLDUĞUNU ANLATIYOR “
Türkiye'nin yakın tarihi, siyasî ve kültürel meseleleri hakkında kitapları olan D. Mehmet Doğan, “Türkendülüsiye” adlı kitabının bir “uyarı” olduğunu ifade ediyor: “Türkiye'nin 21. yüzyıla devretmek üzere olan siyasî, sosyal ve kültürel portresi çiziliyor. Gırnata düşürüldüğü an İspanya'da sekiz asırlık Endülüs tarihi sona erer. Müslümanlar artık bu sekiz asırlık islam diyarında müslüman kimlikleriyle var olamazlar. Dinlerini öğrenemez ve öğretemezler, inandıkları gibi yaşayamazlar, dinlerinin emirlerini yerine getiremezler. Kendi kimlikleriyle var olamazlar. İslami görünürlük tamamen ortadan kaldırılır... Türkiye için İkinci Endülüs süreci geçen yüzyılda başlamıştır. Dokuz asırlık bir tarihe sahip bulunduğumuz bu topraklar belki de Endülüsteki son topraklar olan Gırnata konumundadır.”
“Yazar Yayınları”nca yeni baskısı yapılan "Türkendülüsiye" adlı kitapta, milletin "özvatanında parya" durumuna düştüğü anlatılıyor: "İspanya'da 8 asırlık Endülüs tarihi, Gırnata'nın düşürülmesiyle sona ermişti. Müslümanlar, artık bu 8 asırlık İslâm diyarında, dinî kimlikleriyle var olamaz, dinlerini öğrenemez, öğretemez, inandıkları gibi yaşayamazlardı. (…) Türkiye için ikinci Endülüs süreci geçen yüzyılda başlamıştır. Dokuz asırlık bir tarihe sahip bulunduğumuz bu topraklar, belki de Endülüs'teki son topraklar olan Gırnata konumundadır."
Kitabın âcilen okunması gerektiğini anlamak için müellifine sorulan “Türkendülüsiye kitabınızdan okuduğumuzda ülkenin Endülüs’e çevrilmek istendiği düşüncesi ortaya çıkıyor. Gerçekten Türkiye için böyle bir tehlike var mı? Türkiye Endülüs olabilir mi?” sorusuna verdiği cevaba kulak vermek lâzım:
“Türkendülüsiye’de, 1990’lar Türkiyesinin siyasî arka plânı hakkında bilgiler yer alıyor. Böylece bu ibretlik dönemin tarihini yazacaklar için belge mahiyetinde bir metin oluşturuluyor. Batılıların zihninden silindiğini sanmak safdillik olur. Bosna olayları sırasında bunu bir daha açıkça gördük. ‘Hilâl operasyonu’ alt başlığını taşıyan Türkendülüsiye isimli kitabımız 28 Şubat’ın ağır havasının devam ettiği1998’de yayınlandı. Türkiye’nin içinden Endülüs geçen o günlerde, bizi biz yapan değerlerimiz, tarihimiz, büyük şahsiyetlerimiz yıpratıcı kampanyaların konusu idi. (…)
Türkendülüsiye’de Türkiye’nin endülüsleşme/ endülüsleştirilme sürecinden geçmesi üzerinde duruluyor. (…) Bütün bu manzaraya baktığımızda zaman Türkiye’nin çok rahat bir konumda olmadığını görüyoruz. Endülüsleşme süreci var mı yok mu? Kesin olarak yok diyebilseydik zaten mesele yoktur. Bu bir uyarı. Her kitap aslında bir uyarıdır.”
İLÂVE YAZI:
ŞEHR-İ MARAŞ’TA HASBÎ KÜLTÜR ADAMLARI
Şehr-i Maraş’ta 12 Şubat Kutlamaları’nın ardından yapılan bir yığın program içinde esasta en faydalı olan iki hasbî kültür adamının konuları ve konuşmaları idi.
Türkiye Yazarlar Birliği K. Maraş Şube Başkanı, KSÜ öğrt. gör. İsmail Göktürk, Alperenler Ocağında halkımıza ve gençlere, bir asırdır yara hâline getirilen “Kimlik Meselemiz”i anlattı. Kimlik arayışlarının, Cumhuriyet Batılılaşmasının ve modernizmin getirdiği bir problem olduğunu, kimlik ifadesinin doğru bir ifade olmadığını, bu milletin bin yıllık İslam geçmişinden oluşan “hüviyetinin” olduğunu, hüviyetin “Hu”dan mülhem, yani Allah’a (c.c.) aidiyet olduğunu, milletin yeni bir kimlik aramadığını, modernizmin dayattığı bir sosyal parçalanış olan kimlik arayışına ihtiyacımızın olmadığını anlattı.
Dikkati çeken diğer konu ve konuşma da şair Memduh Atalay’ın “Yunus Emre’yi Doğru Anlamak” tı: K.Maraş Belediyesi ile Türkiye Dil ve Edebiyat Derneğinin K. Maraş Şubesinin ortaklaşa düzenlediği “Yunus Emre” programında Özel Beyza Lisesi edebiyat hocası şair Memduh Atalay, Hz. Mevlâna gibi yanlış anlatılan ve kasıtlı olarak İslâm’dan, şeriattan kopuk, hüzmanizma içinde gösterilen Bizim Yunus’umuzu “Yunus Emre’yi Doğru Anlamak” başlıklı konuşmasında ağyarını mâni efradını cami bir şekilde anlatarak, çarpıtılan bu mevzuu sarahate kavuşturdu ve son derece faydalı oldu.
----------------------------------------------
GÖNLÜME DÜŞENLER
“Semavî Türkler” nâmıyla bilinen kolun ileri gelenlerinden İsmail Göktürk’ün mahdumu İmam Hatip Lisesi talebesi M. Memduh Göktürk ikinci yazısı “Nar Ağacı”nı yazdı. İlk Yazısı “Üstad Necip Fazıl’a Mektup” tu. Arkasından gelecek yazılar hayli merak konusu. Bu yaşta böylesine yazılarla boy gösterirse birçok yazıcıya ekmek kalacağını sanmıyorum. Yazıcılar dikkatli olmalı. Babası da vaktinde böyleydi. “Yoldaki Kalemler” sitesinde yayınlanan “Nar Ağacı” adlı üslubu ve Türkçesiyle güzel yazıdan tadımlık birkaç satır: “Bu kitabı okuduğumda, hayatın zorluklarını, herkesin bir sınav içinde olduğunu fark ettim. İnsanlar bu zorluklara karşı pes etmemeli mücadele etmelidir. Kitap Balkan savaşlarından Büyük harbe uzanan seferberlik yılları ve muhaceret zamanlarında; Batum, Bakü, Tiflis, Tebriz, Trabzon, İstanbul gibi şehirlerde geçiyor. Bolşevik İhtilalinden Osmanlının yıkılışına büyük sosyal olayların yaşandığı zamanlar ve o dönemde yaşanan mücadele hayatın değişik veçhelerinde günümüzde de devam ediyor. Savaşın getirdiği ölümler, hastalıklar, çileler birçok hayatlara konu oluyor. (…)
Bu kitap bende çok derin izler bıraktı. Çeşit anılar, ilginç hayatlar, farklı farklı insanlar, renk renk ülkeler, şehirler…(…)
Romanı okuyarak nihayet ben de yazarla beraber onların acılarını, hayatlarını paylaştım. (…)
Anladım ki yazarlık emek vererek, çaba harcayarak oluyor.”
[email protected]
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.