Yüreğinize umut çalın
Zaman zaman ülkemiz “iyi saatte olsunlar” tarafından karıştırılır…
Durduk yerde üniversite öğrencileri çatıştırılır, bir damla suda fırtınalar kopartılır, el bombaları etrafa saçılır, ekonomi ve siyasi hayat alabora edilir.
Ne olursa olsun siz işinize bakın. üretmeye, satmaya, kazanmaya devam edin. Devam edin ki Türkiye’nin istikrarını bozmak isteyenler aradıklarını bulamasınlar!
Ne olursa olsun, asla ümitlerinizi yitirmeyin…
Asla “ümit fakirin ekmeği” diye düşünmeyin ve asla “her gün bir öncekinin aynısı, değişen hiçbir şey yok... O kadar yeni başlangıçlar yaptık ki, işe yaramadı, başaramadık” diye yakınmayın.
Hayata böyle yaklaşımlar ümidi boğar. ümidin boğulduğu yerde insan da boğulur.
“Şimdiye kadar olmadı, ama bu kez olacak!” deyin...
“Bu sefer inşallah başaracağız; inşallah tüm güçlükleri yenip düze çıkacağız” diye niyet edin. Besmele ile işe başlayıp tekrar tekrar deneyin...
Göle maya çalan Nasreddin Hoca gibi, her sabah yüreğinize umut çalın, belki çaldığınız mayalardan biri tutar. Tutan niyetler, gerçekleşen hayaller, yeni başlangıçların (göle maya çalmaların) sonucu değil mi?
Başarmak isteyen herkes belki başaramaz, belki herkes ulaşmak istediği yere ulaşamaz; ama başarmak istemeyenin başardığı hiç görülmemiştir.
Siz başarmak isteyin. Her zaman bir hedefiniz, hayaliniz, ütopyanız, niyetiniz olsun. Bunlar olursa, ulaşmak için ümidiniz de olur. Ve bir gün her şey değişebilir.
O gün belki de bugündür!
¥
Sultan II. Murad gibi, düşmanlarının bile hürmetle andığı yetenekli bir padişah ölmüş, taht 21 yaşında bir delikanlıya kalmıştı.
Devlet bürokrasisiyle siyasiyesi Sultan II. Mehmed’i benimsemekte zorluk çekiyordu. Başta Sadrazam çandarlı Halil Paşa olmak üzere üst düzey idarecilerin çoğu genç Padişah’a güvenmiyor, ona karşı mesafeli, temkinli ve tedbirli davranıyorlardı.
Hele tahta oturur oturmaz Bizans fethi için hazırlık yapılmasını buyurunca kuşkuları iyiden iyiye arttı. Bizans’ı fethetmeyi “bu oğlancık” ne sanıyordu? Son derece iyi komutan ve hükümdar olan babasıyla, neredeyse her yeniçerinin ayrı ayrı nabzını tutan dedesinin alamadığı kaleyi o deneyimsiz haliyle nasıl alacaktı?
önce küçücük kalelerden başlamalı, kendisini orduya ve bürokrasiye ispat etmeliydi.
Sadrazam çandarlı’yı sözcü seçip Padişah’a gönderdiler. Görevi Bizans seferinden Padişah’ı vazgeçirmekti.
“Surlar muhkemdir, kalındır, yüksektir, alimallah en küçük bir hesapsızlık tekmil ümmet-i Muhammed’i surların önünde perişan eder; Bizans’ı alalım derken devletimizden de oluruz” diye konuştu.
Söyledikleri mantıklıydı. Ama hayat mantıktan ibaret değildi.
Genç Padişah yaşlı Sadrazam’ını sonuna kadar dinledi, ama kararını değiştirmedi. Sadrazam’ın her itirazında kararlılığını vurguladı: “Ya ben İstanbul’u alırım, ya İstanbul beni!”
Sıkışan çandarlı Sadrazam, bu kez mantığıyla gencecik Padişah’ı ezmeyi denemeye karar verdi: “Peki, Bizans’ın dillere destan sağlamlıkta surlarını nasıl yıkacaksın?”
“Toplarla” dedi Padişah.
“O kuvvette topun var mı?”
Padişah zerre kadar tereddüt göstermedi: “O top bir gün yapılacak mı Vezirim?”
“Evet” dedi çandarlı, “günü gelince yapılır.”
Genç Padişah ayağa fırladı: “Günü geldi çandarlı” diye gürledi, “o gün bugündür, amma sen farkında değilsin!”
çandarlı daha cevapsız sandığı bir soru sordu: “Surlardan geçtik diyelim, Haliç’teki Bizans donanmasını nasıl yok edeceksin?”
“Haliç’in ağzındaki zinciri keserim.”
“O biraz zor!”
“Gerekirse gemilerimi uçurur Haliç’teki Bizans donanmasının üzerine indiririm, sen ne belledin!”
çandarlı kendini tutmasa kahkahalarla gülecekti. Oysa genç Padişah kararlılığını vurgulamak istiyordu.
Gerçekten de Bizans surlarını yıkacak topları döktürdü ve ateşledi…
Gemileri uçurmadı, ama karadan yürüterek Haliç’teki Bizans donanmasının tepesine indi.
Ne demiş bir düşünür? “Hedefine yürüyen insanın önünden dünya kenara çekilir.”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.