Hakk’a uzak bir CHP, Halk’a yakın olamaz!
CHP, “halk”tan niye ilgi görmüyor, son 60 yıldır niye “iktidar” olamıyor?.. “CHP’nin arka bahçesi” durumundaki kuruluşlar, niye “halkın gönlü”ne giremiyor, gözlerinden niye “öfke ve nefret” fışkırıyor?..
Bu sorulara cevap ararken, sebebin “halktan kopukluk” olduğunu düşünürdüm... Bu tesbit, elbette doğruydu... Gerçekten de, “halktan kopuk”tu-lar, “halka uzak”tılar, “halka yaban-cı”ydılar!.. Ama, tek sebep bu değil... CHP ve onlarla “aynı kafa”daki kişi ve kuruluşlar, aynı zamanda, halkın hassasiyet gösterdiği “kelime” ve “kavram”lara da yabancılar... Meselâ, zorda kaldıklarında “Biz de Müslümanız” derler ama, herhangi bir “Müslüman”ın kesinlikle kullanmayacağı “kelime” ve “kavram”ları, hiç düşünmeden uluorta kullanırlar.
KEMAL BEY’İN CEHALETİ! Örnek mi istiyorsunuz?.. Alın size, türünün son örneği... CHP Genel Başkanı Bay Kemal Kılıçdaroğlu, twitter hesabında Başbakan Tayyip Erdoğan’ın milliyetçi ve şehit aileleri ile ilgili sözlerini eleştireyim derken demiş ki; “Hadi, Mustafa Kemal Atatürk’ten korkmuyorsun, utanmıyorsun diyelim, bari Allah’tan kork!” Öyle sanıyorum ki; “Sıradan bir Müslüman” bile böyle bir hata yapmaz... Çünkü, “sıradan bir Müslüman” bile çok çok iyi bilir ki; “Atatürk” bile olsa, bir “insan” ile “Allah” asla kıyaslanmaz!.. Ama, Kılıçdaroğlu kıyaslamış!.. Bu da “din cahilliği”nin kanıtıdır! İşte bu “din cahilliği”dir, işte bu “dinî kelime ve kavramlara uzaklık”tır ki, CHP’nin, niye “iktidar”a gelemediğinin en çarpıcı göstergesidir... Halk, herhalde şöyle düşünüyor; “Hakk’a uzak bir parti, Halka asla yakın olamaz!” Bir de kalkmış, demiş ki; “Başbakan, halk nedir bilmez!” Başbakan “halk”ı bilir de, Sen “Hakk” nedir, bilir misin? Bilseydin, böyle konuşmazdın!..
BİR DİN CAHİLİ DAHA! İşte gördünüz; Türünün son örneği, Kılıçdaroğlu!.. Adamcağız, o kadar “din cahili” ki; “Yaratılan” ile “Yaratan”ın kıyaslanamayacağını bile bilmiyor!.. Alın size bir örnek daha...
CHP Antalya Milletvekili Yıldıray Sapan da, ne demiş biliyor musunuz?.. Ulus devletin tek sigortası olarak gördüğü Deniz Baykal için, demiş ki; “O siyasetin bir tanrısıdır. Allah uzun ömür versin ki güvencemiz olsun.” CHP Milletvekili Yıldıray Sapan, gerçekten de “yoldan sapan” bir adammış...
Şu hâle bakın; Bay Kılıçdaroğlu, hâşâ “Allah” ile “Atatürk”ü kıyaslarken, Yıldıray Sapan daha da ileri gidip; “Baykal’ı tanrılaştırıyor!!!” Tamam “din cahili”dirler, bunu anlıyorum da, CHP’deki “ilâhiyatçı” vekiller ne işe yarıyor, orada “bostan korkuluğu” olarak mı duruyorlar, onu anlayamadım... Bu CHP’liler var ya; hem bunları söylüyorlar, hem de “meydan”lara ve “ekran”lara çıkıp, diyorlar ki; “Bu halk bizi niye anlamıyor?” Anlamaz tabiî... Siz “Hakk”ı anladınız mı ki?..
Merhum Yunus Emre demiş ya; Okumaktan murat ne Kişi Hak’kı bilmektir Çün okudun bilmezsin Ha bir kuru emektir. Okudum bildim deme Çok taat kıldım deme Eğer Hak bilmez isen Abes yere gelmektir. Okumuş ve kiminiz “milletvekili”, kiminiz “genel başkan” olmuşsunuz ama; hâlâ “Yaratan” ile “Yaratılan”ı kıyaslıyor, hâlâ insanları tanrılaştırıyorsunuz!.. Oysa, şifre basit; “Halka yakınlaşmanın yolu, Hakk’ı tanımaktan geçer!” Siz “Hakk”ı tanıyın ki, “Halk” da sizi tanısın!..
NUTUK’TA TUTUKLU KAFA! “CHP cenahı”nı burada bırakıp, şimdi de “CHP’nin arka bahçesi”nde yetişen “kaktüs”lere ve “kaynana dilleri”ne bir bakalım... Efendim; “Milli Şef İsmet İnönü” döneminde başlayan “dini toplumun zihninden silme” ve haşâ, “Atatürk’ü Allah ile bir tutma” operasyonunun günümüzdeki temsilcileri, sadece Kemal Kılıçdaroğlu ile sınırlı değil...
Herhalde duymuş veya okumuşsunuzdur... Tiyatro sanatçısı Gülriz Sururi, internet sitesi T24’ten Hazal Özvarış’a verdiği röportajda tartışmaya yol açacak açıklamalarda bulunmuş... Mustafa Kemal Atatürk’e olan hayranlığını abartılı bir ifadeyle dile getiren Sururi; Hazal Özvarış’ın; “Peki Atatürk bugün gelse 1920’lerdeki politikalarını aynen izler miydi, yoksa döneme göre değişikliğe gider miydi sizce?” şeklindeki sorusuna, şu cevabı vermiş: “Ben bu soruyu almamış olayım.
Çünkü benim için Atatürk’ün ‘Nutuk’u dünyaya inmiş son kitaptır.” Görüyorsunuz ya; Hep aynı kafa!.. CHP’nin en tepesindeki adamdan, “CHP’nin arka bahçesi”ndeki “kaktüs”lere kadar, hemen herkes Atatürk’ü “tanrı”laştırmanın, Kemalizm’i “din”leştirmenin, Nutuk’u da “kutsal”laştırmanın peşinde!.. Hazal Özvarış, aynı Gülriz Sururi’ye şu soruyu da sormuş: “Başı açık kadınlara, ‘etek dediğin diz altı olmalıdır’ diyerek nasıl giyinmesini söyleyenlerin yaptıklarını, siz de şimdi başörtülülere yapmış olmuyor musunuz?” Gülriz Sururi ne dese beğenirsiniz; “Hayır. Bakın, insanlar hür iradeleriyle kapanabilir, bunu kabul ediyorum...
Ancak 10-12 yıl önce bunlar neredeydi?.. Sistematik olarak geldiler. Nişantaşı kafelerinde oturmaları emredildi, oralarda oturdular!.. En beklenmedik restoranlara, en beklenmedik kafelere, sinemalara, tiyatrolara her yere yayıldılar!..” Buyur, burdan yak!.. Şu hâle bakın; Memur-Sen Konfederasyonu’nun, “Kamuda Kılık-Kıyafet Özgürlüğü” için başlattığı “10 Milyon İmza” kampanyası, “beklenenin de üstünde” ilgi görmüş ve “imza” sayısı “12 milyon 300 bin”e ulaşmış ama Gülriz hanım, hâlâ “emir”den dem vuruyor!.. Herhalde “yaşlandığı” için olsa gerek, Kafası bir türlü basmıyor!.. Aslında, hak da veriyorum; Kafası “Nutuk’ta tutuklu” kalan bir kafa, “2013 Türkiyesi”ni nasıl anlasın?..
KOCASI DÖNME OLUNCA! Tabiî, “Gülriz Sururi’nin zihin kodları”nı anlayabilmek için, “dün”ünü de iyi bilmek gerekir... Takvim’den Ergün Diler, önceki günkü yazısında onu şöyle tanıtıyor: “Gülriz Sururi’nin eşi tiyatrocu Engin Cezzar, merhum Dışişleri Bakanı İsmail Cem’in dayısının oğluydu. ABD’de gördüğü tiyatro eğitimi sonrası Türkiye’ye döndüğünde, hemen her aktörün hayali olan Hamlet rolünü hiçbir deneyimi olmadan oynamasıyla tiyatro tarihine geçmişti...”
Bu satırlardan anlıyoruz ki; Gülriz Sururi’nin kocası Engin Cezzar, bir “Yahudi dönmesi”dir... Zaten, bu “aidiyeti” sebebiyledir ki; hiçbir deneyimi olmadığı halde Hamlet rolü verilmiştir kendisine!.. “Garip” diyordu, Ergün Diler; “Belli ki çok bilinmeyen ilişkiler ağı canlıydı! Yazılıp çizilmediği için konuşulmazdı bunlar...
Birilerinin kaderinde hep başarı varken, çoğunluk dişiyle tırnağıyla hayata tutunmaya çalışırdı! İsmi konulmayan bir adaletsizlik çarkı işliyordu! Akıllı, yetenekli, becerikli ve güvenilir olman yetmiyordu. Bir de cemaatinin olması gerekiyordu! Ama herkes Nişantaşı’nda doğmuyordu ki! Haliyle sonradan görme olmak pek işe yaramıyordu! Çünkü cemaat kabul etmiyordu!”
TEK DERTLERİ İSLÂM! Bu kafayı “arızalı” ve “hastalıklı” bulan Ergün Diler, önceki günkü yazısında, “Gülriz Sururi’nin zihin kodları”nı da şöyle açıklıyordu: “Mahalle”nin, yani Nişantaşı’nın bayrağını taşıyan Gülriz Hanım; belli ki hiç şehit cenazesinin kalkmadığı Nişantaşı’na, Anadolu’nun karışmasını istemiyordu! Belki de havanın kirlenmesinden korkuyordu!..
Anadolu çocukları askere gider, şehit düşer, gazi olur, vergi öder, töre kurbanı olur, inançlı olur, namaz kılar, ülke için çırpınır ancak birinci sınıf insan olup Teşvikiye’ye inemezdi!.. Bir kahve bile içemezdi! Ancak açık açık söylenmese de Gülriz Hanım’ın oturduğu mahallede Din’den değil, İslâm’dan nefret edilirdi! Çünkü Hıristiyanlık ve Musevilik’le hiçbir sorun yaşamayan bu insanların amacı Müslümanları zımparalamaktı! Bu nedenle tek dertleri İslâm’dı...”
Ergün Diler’in yazısından, ben şöyle bir sonuç çıkardım: Teşvikiye ve Nişantaşı semtleri, “CHP’nin İstanbul şubeleri”dir!.. Buralarda, “din” denilince “Hıristiyanlık” ve “Musevilik” gelir akla... “İslâm” denilince ağızlarından “salya”, gözlerinden “nefret” fışkırır!.. 1930’DAN BERİ! Çizdiğim bu tablo acaba sizde bir “çağrışım”a yol açtı mı?.. Bugün Gülriz Sururi, nasıl ki “nefret” ettiği “başörtülü”lerin Teşvikiye ve Nişantaşı’na gelmelerine tahammül edememektedir, 1930’lu 40’lı yıllarda, “CHP’nin Ankara Valisi Nevzat Tandoğan” da, kılık-kıyafetini uygun görmediği “Anadolu insanları”nı Ulus ve Kızılay’a sokmazdı, iyi mi?..
Dedim ya; “Dün”den “Bugün”e, “Hep aynı kafa!” Bir de kalkmışlar, yakınıyorlar; “Bu halk bizi niye sevmiyor?” Niye sevsin ki; Siz halkı hiç sevmediniz ki, halk da sizi sevsin!.. Uzun lâfın kısası; “Siz Hakk’ı sevmedikçe, Halk da sizi sevmez!” Bunu kafanıza sokun!.. Bu kıyağımı da hiç unutmayın!.. Yok “teşekkür” beklemiyorum; “Allah razı olsun” deyin, yeter!.. Ama demezsiniz!..
Eğer diyebilseydiniz; Zaten ben bu yazıyı yazmazdım! Bu sözler çok tartışılır l Tartışılacak sözlerden biri, Telekulak Komisyonu Başkanı AK Parti Milletvekili Zeyid Aslan’a ait... Demiş ki; “MOBESE’ler ve AVM’lerdeki kameralar kaldırılmalı... Öyle ki, erkekler, bazı özel alışverişlerinin eşi tarafından bilinmesini bile istemeyebilir... Ama hepsi, tepeden kameraya alınıyor...
Diyorlar ki, Meclis’in bir bölümü telekulak mağduru... Bence bir bölümü değil, hepsi mağdur!” Zeyid Aslan haklı... Çünkü, evvelden “Biri Bizi Gözetliyor” evleri varken, bugün bütün Türkiye “BBG Evi”ne döndü...
Tamam; “kamera”ları kaldıralım da, “hırsız”ları, “gaspçı”ları ve “trafik canavarları”nı nasıl kaldıracağız?.. l Gelelim, çok tartışılacak diğer söze... O da, Danıştay Başkanı Hüseyin Karakullukçu’ya ait...
Demiş ki; “Şu memlekete baktığım zaman; polisler savcı, bilirkişiler de hakim olmuş... Sonra, adalet diye bağırıyoruz... Yok ya... Böyle şey olmaz!” O da haklı... Tamam da, halk ne yapsın, halk kime güvensin?..