Mustafa Özcan

Mustafa Özcan

Gönlü katmak

Gönlü katmak

Başbakan Erdoğan BAE ve Şarika ziyareti sırasında İletişim Forumu’nda iletişim çağı olan çağımızda iletişimin bir eksikliğine temas etmiş. Gönül bağı kur(rama)mak. Yunus Emre’nin ifadesiyle bir gönle girmek. Gönül ikliminde gönül diliyle konuşmak. Yürekten konuşmak ve yüreğini katmak. Eskiler ‘ancak yürekten çıkan söz yüreğe girer’ demişlerdir. Kutlu kitabımız Kur’an bize, kitabı yüreklerinden okumayanların okuduklarının hançerelerini geçmeyeceğini bildirir. Avazlarıyla okudukları için okudukları boğaz düğümlerinde takılır kalır ve aşağıya inmez. Onların nasipleri bu kadardır. Okudukları boğazlarından aşağıya inmeyenler dar ve katı kalpli olurlar. Yahudilerin katı kalpliliğinin bir nedeni kitabı taassubla okumaları ama gönül diline çevirmemeleridir. Gönlünü vermeyince bir kulaktan girer öteki kulaktan çıkar. Gönle inmez ve orada karar kılmaz. Sufilerin deyimiyle daima hal düzeyinde kalır makam düzeyine çıkmaz. Gönülden çıkan seçilmiş kelimeler gökleri aşar ve mele-i a’laya yükselir. Tanrı katına yetişir. Bundan dolayı Kur’an ‘ileyhi yassaadu kelimu’t Tayyip’ buyurmaktadır. Güzel sözler onun katına yükselirler. Başbakan Tayyip Erdoğan da Şarika halkına veya misafirlerine Mevlana’nın sözleriyle hitap etmiş. Şöyle demiş: “İletişim sadece araçlarla değil, dil ile değil kalp ile yapılan, böyle yapılması gereken faaliyettir. Yani gönülle yapılması gereken bir faaliyettir. 13. yüzyılda yaşamış Mevlânâ’nın bir sözünü vurgulamak istiyorum; ‘Kalbi ve sözü yani özü ve sözü bir olmayan insanın 100 tane dili olsa bile o yine de dilsizdir.’ Söz kulaktan kulağa değil, kalpten kalbe, gönülden gönüle akarsa ancak o zaman iletişimdir. Kalbindekini dil ile ikrar etmeyen kişi ya da dilindekini kalbine götürmeyen kişi karşısındakine yakın gibi görünse de aslında çok ama çok uzaktır.”
¥
Arapça’da ‘tab’ ve ‘tatabbu’ ve ‘büka’ ve ‘tebaki’ kelimeleri vardır. Yani insanın ağlamasa da ağlar gibi yapması veya karakterini bu yönde terbiye etmesidir. Buna seciye terbiyesi denilir. Samimiyet sinemada ve rol de bile geçerlidir. Nitekim, Yeşilçam’ı efsaneleştiren, karakter oyunculuğu idi. Geçmişte tutulan Hababam sınıfı gibi yapımlar daha büyük paralarla yeniden üretilmesine rağmen niye revaç bulmuyor, kalıcı olmuyor veya klasikler sınıfına giremiyor? Tek cevabı var: Orada gönül yok. O ruh, o samimiyet yok. Nitekim, Yeşilçam’ın ünlü yönetmeni Ülkü Erakalın bunu itiraf ediyor ve şöyle diyor: “Bugün dizilerde hüngür hüngür ağlasalar da kılım kıpırdamıyor. Oysa Türkan’ın (Şoray), Hülya’nın (Koçyiğit) gözyaşından etkileniyorsun. Onlar kalplerini katardı… (Milliyet Cadde 34, 25 Şubat 2013)” demek ki sır yüreklerini katmakta.
¥
Samimi bir duruşa her zaman ihtiyacımız var. Suriye olaylarında maşeri vicdanı yaralayan kaypaklıktır. Nitekim, 21 Şubat (2013) günü Şam’da Baas Partisi ile Rusya Elçiliğinin bulunduğu semtte meydana gelen bir patlama ile ilgili olarak Ruslar zımni olarak BM’ye İslami kesimleri hedef alarak bir kınama tasarısı götürüyorlar. Lakin Amerikalılar bu tasarıya ancak Suriye rejiminin cürümlerinin de ortak bir metinde kınanması halinde onay vereceklerini söylüyorlar. Ruslar tasarılarını geri çekiyorlar. Bir de tasarıyı engellediği için Amerikalıları suçluyorlar. Bakın samimiyetsizliğe ve o samimiyetsizlikten neşet eden gaddarlığa ve hunharlığa. Semih İdiz gibiler de Türkiye’nin bu eylemi kınamadığını ve kulağının üzerine yattığını yazıyorlar. Eğer bu eylem siviller öldüğü için kınanacaksa (kınanmalıdır) o halde Rusya’nın Esat rejimini her gün ve her saat kınaması gerekmektedir. İdiz’in de her gün bunları yazması icap eder. Bunu yaptığı takdirde perşembe saldırısını kınaması da yerli yerine oturur. Ama siz seçmece bir tavırla her gün ölen yüzlerce insanı ve bu suretle oluşan ve 70 bin üzerine çıkan bilançoyu dikkate almıyorsunuz; rejime kol kanat geren bir tarzda fail-i meçhul bir saldırıyı zımni olarak muhaliflerin üzerine yıkarak kınıyorsunuz! Uluslararası kurulları da kendinize alet etmek istiyorsunuz. Gerçekten de bu kalpsiz ve kalleşçe bir diplomasi. Bu yüzden Ahmet Muaz el Hatip, Lavrov’un ilk Moskova davetini boykot ettiği gibi ikincisini de boykot etmiştir. Zira, Ruslar soysuzca ve kalleşçe realpolitik namına gayri ahlaki bir politika yürütüyorlar. Bediüzzanman bu politikaya ‘zalimlerin satranç tahtası’ şeklinde tasvir etmektedir. Ruslar Suriye halkının kanı üzerinden siyasi ticaret yapmaktadırlar. Buna bir de mazlumları ve kanının ticaretini yaptıklarını alet etmeye çalışmaktadırlar.
Başbakan Erdoğan haklı olarak Beşşar Esat’a ‘dilsiz şeytan’ lakabını takmıştır. Beşşar ondan da ötedir. Şeytanın bile kaçınacağı bir habistir. Put adamdır. ‘Put adam/Er recul es sanem’ kitabını Türkçeden çevrilmiş olarak ilk kez Şam’da görmüştüm. Yıllar sonra Suriye’nin Sfenks’inin ve put adamının Esedgiller olduğunu bir kez daha vakıa üzerinden keşfetmiş bulunuyoruz. Adam sadece fiilleriyle değil sözleriyle bile soykırım yapıyor. Alçak ve çukur adam ‘ölen siviller bile beni seviyorlardı’ diyor. Bu ne biçim hastalık ve ne menem narsizmdir ki, adam ölülerinin bile kendisine taptığını söylüyor. Kaddafi’nin cemahiyiriyyesi bir korku ülkesiydi. Beşşar’ınki ise katmerli bir korku ülkesidir.  Putin’in ikizidir. Bir de ortakları Buti var. Zaten ‘Buti, Putin ve Rasputin’ tekerlemesi de buradan geliyor. Matruşka sistemi.
Velhasıl, dış politikada da derinlerden süzülüp gelen ve göklere yükselen samimiyet diline ihtiyacımız var. Günümüzde ise kaypak dillerden sadır olan süslü sözler ne kadar fazla! Gönülden akan sözler ne kadar da az! Asabiyetler ne kadar güçlü ve hakperestlik ne kadar cılız!
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
6 Yorum
Mustafa Özcan Arşivi