ABD olmasaydı, İsrail bu kadar küstahlaşabilir miydi?
Gündemde, “İmralı görüşmelerinin Milliyet’e sızdırılması” konusu var ama ben, bu konuyla “dolaylı olarak bağlantılı” bir başka konudan söz etmek istiyorum... Evet, “Erdoğan’ın Viyana konuşması”ndan ve bu konuşmaya gösterilen “tepki”lerden...
Önce, konuşmaya bir bakalım...
27 Şubat günü Viyana’da BM Medeniyetler İttifakı 5. Forumu’nda konuşan Başbakan Tayyip Erdoğan, özetle dedi ki;
“Medeniyetler İttifakı Projesi karşısında ciddi bir sorun alanı daha var... Müslüman ülkelere yönelik kayıtsızlığa ek olarak, ülkeleri dışında yaşayan Müslümanlara yönelik kırıcı, rencide edici tavırlar vicdanları yaralıyor... Ötekinin kültürünü, inançlarını anlamak gerekirken ön yargılardan hareket edilerek ötekinin horlandığına şahit oluyoruz... Tıpkı antisemitizm gibi, tıpkı Siyonizm gibi, tıpkı faşizm gibi İslamafobyanın da bir insanlık suçu olarak görülmesi kaçınılmaz hal almıştır.”
Konuşma aynen böyle...
Aslında, “alkışlanacak” bir konuşma!..
TEPKİDE İLGİNÇ ZAMANLAMA
Gelin görün ki;
Hem ABD, hem de İsrail, bu söze büyük bir şiddetle tepki gösterdiler.
Ulusal Güvenlik Konseyi sözcüsü Tommy Vietor “Başbakan Erdoğan’ın siyonizmi insanlığa karşı işlenmiş bir suç kategorisinde sınıflandırmasını reddediyoruz. Bu saldırgan ve yanlış bir tanım.”
İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu da, Başbakan Erdoğan’ın “5. Medeniyetler İttifakı Forumu”nda yaptığı açıklamaya tepki gösterdi...
“İsrail Başbakanlık Basın Ofisi”nden yapılan açıklamada; “Başbakan Benjamin Netanyahu, Başbakan Erdoğan’ın Siyonizm ve faşizmi kıyaslayan beyanatını kınamıştır” denildi ve Netanyahu’nun şu sözlerine yer verildi:
“Bu karanlık ve yalan ifade, dünyadan silindiğini düşündüğümüz bir düşüncedir.”
ABD ve İsrail böyle bir tepki gösterir de ABD’deki “İsrail Lobisi”nin en etkili kuruluşlarından ADL hiç boş durur mu?..
ADL Başkanı Foxman da şöyle konuştu:
“Geçmişte başbakan, içindeki İsrail düşmanlığı ile Yahudi karşıtlığını birbirinden özenle ayırmasını biliyordu. Siyonizm ile ilgili böyle bir bağlantı kurmak Yahudilere karşı nefreti beraberinde getirecektir.”
Görüyorsunuz ya;
Adamlar; “Antisemitizm” ve “Siyonizm” ile “Faşizm”in yan yana anılmasına bile tahammül edemiyor!..
Sanki; “organize bir saldırı” havasında yüklenmişler Başbakan Tayyip Erdoğan’a...
Hem de, nasıl bir günde?..
Tam da, “İmralı görüşmelerinin sızdırıldığı” ve Türkiye’deki “muhalefet”in Erdoğan’a yüklendiği bir günde!..
Tıpkı, bir zamanlar “Osmanlı Devleti’ne saldıranlar” gibi!..
“CHP ve MHP içeriden,
ABD ve İsrail dışarıdan!”
Aralarında, elbette bir “bağlantı” yoktur ama, ABD ve İsrail; “Erdoğan nasıl olsa zor durumda, bir de biz vuralım!” diye düşünmüş olabilir!..
“Tepkilerin zamanlaması” ilginç!..
Sadece “zamanlama” değil; Erdoğan’ın sözlerine; “Bremen Mızıkacıları” gibi; aynı anda hem ABD’den, hem İsrail’den ve hem de “İsrail’in lobi kuruluşları”ndan cevaplar gelmesi, bir “organize yapı”yı ortaya koyması açısından da son derece ilginç!..
Demek oluyor ki;
“Obama’nın tüm çabalarına” rağmen, ABD dış politikası, hâlâ “İsrail kıskacında”dır ve ABD’yi hâlâ “İsrail lobisi” yönlendirmektedir.
Malûm, “deve” hayli “iri bir hayvan”dır ama ona yol gösteren bir “eşek”tir...
Benzetmek gibi olmasın ama;
ABD de “büyük bir ülke”dir ama onu yönlendiren İsrail’dir!
Değilse, “İsrail güdümünde” yapılan açıklamaları birisi izah etsin!..
İSRAİL KENDİNE BAKSIN!
Gelelim, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Viyana’da yaptığı konuşmanın “düşmanca” olup, olmadığı meselesine...
Önceki gün ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ile görüşen ve daha sonra düzenledikleri ortak basın toplantısında soruları cevaplandıran Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, bu soruya gayet güzel cevap verdi ve dedi ki;
‘’Biz hiçbir zaman, hiçbir şekilde, hiçbir ülkeye ve millete dönük düşmanca açıklamalarda bulunmadık...
Ama eğer düşmanca bir uygulamadan bahsetmek gerekirse; açık denizlerde 9 sivil vatandaşımızı, onların hiçbir hukukunu ihlal etmedikleri halde hunharca katleden İsrail’in tutumuna düşmanca denebilir. Buna rağmen; biz İsrail’e bu tutumunu düzeltme imkanı verdik...
Onlar bu tutumu düzeltmek yerine son 2,5-3 yıl içinde eski tutumlarında ısrar ederek gösterdikleri düşmanca tavrı meşrulaştırmaya çalıştılar.
Hiçbir açıklama bir insanın kanından daha yüksek bir bedel taşımaz. (...) Bu 9 masum insanın suçu neydi?.. Bu 9 masum insan içinde bir de ayrıca Amerikan vatandaşı var. Amerikan kamuoyuna da bunu sorun. Ne oldu ki düzenli bir orduyla uluslararası sularda seyretmekte olan bir yardım gemisine sanki bir düşman gemisiymiş gibi saldırıda bulunuldu?’’
‘’Her türlü ırkçılığa karşı çıkan ülkelerin başında geliyoruz. Bu tutumumuzu da sürdüreceğiz. İsrail eğer Türkiye’den olumlu açıklamalar duymak istiyorsa, kendi tutumunu gözden geçirmelidir. Hem bize dönük tutumunu hem de başta Batı Yaka’daki yerleşimler sorunu olmak üzere bölge halklarına karşı tutumunu gözden geçirmelidir.”
Evet, Davutoğlu’nun da dediği gibi; İsrail, bir “düşman” arıyorsa, önce “Ayna”ya bakmalıdır... “Düşman” kendisidir.
Hem “bölge”nin,
Hem de “dünyanın düşmanı!”
İSRAİL LOBİSİ VE ABD
Yalnız, bu “düşman”ın büyümesinde, daha doğrusu “minik bir şempanze” iken, “yeşil dolar”lar pompalanıp “King Kong” haline gelmesinde en büyük rolü oynayan ABD’den başkası değildir!..
Evet, evet;
“İsrail’i büyüten, şımartan ve dünyanın başına belâ eden” maalesef ama maalesef, ABD’den başkası değildir!..
Şimdi, diyecekler ki;
“Erdoğan’a yakın bir gazeteciden de, ancak bu beklenir!”
Hayır, bunları, “Erdoğan’a yakın” olduğum için söylemiyorum... Dahası, bunları söyleyen sadece “ben” de değilim...
Elimde; “İsrail Lobisi ve ABD Dış Politikası” konulu bir “rapor” var.
Raporu hazırlayanlar, “ABD’nin saygın üniversiteleri”nden ikisi olan Chicago ve Harvard üniversitelerinden 2 öğretim üyesi... Biri John J. Mearsheimer, diğeri Stephen M. Walt...
John J. Mearsheimer ve Stephen M. Walt, raporlarına şu cümle ile girmişler;
“ABD dış politikası, dünyanın her köşesinde meydana gelen olayları şekillendirecek nüfuza sahiptir... Şüphesiz, bunun en belirgin olduğu yer; istikrarsızlığın hüküm sürdüğü ancak büyük stratejik öneme sahip olan Ortadoğu bölgesidir...
Bush hükümetinin bölgeyi demokratikleştirme hamleleri Irak’ta dirençli bir ayaklanmanın, küresel petrol fiyatlarındaki sert tırmanışın, Madrid, Londra ve Amman gibi pek çok şehirde terörist saldırıların fitilini ateşlemiştir. Yüzleştiğimiz tehlikeler bu denli kapsamlıyken, dünya ülkelerinin ABD’nin Ortadoğu politikasını şekillendiren dinamikleri çok iyi tahlil etmesi gerekir.”
Peki kimmiş, “ABD dış politikasını şekillendiren” dinamikler... Elbette İsrail!..
Bu durum, rapora şöyle yansımış: “Amerikan dış politikasının ana hedefi, ABD’nin ulusal çıkarları olmalıdır. Ancak yakın tarihte ve özellikle 1967’de patlak veren Altı-Gün Savaşları’ndan sonra ABD Ortadoğu politikasının merkezinde İsrail ile olan ilişkiler bulunmakta.
Amerika Birleşik Devletleri’nin İsrail’e olan koşulsuz desteği ile yine ABD’nin demokratik yapıyı bölge genelinde yayma çalışmaları Arap ve Müslüman dünyasını tahrik etmiş ve ABD güvenliğini tehlikeye atmıştır.”
Chicago ve Harvard üniversitelerinin iki öğretim üyesi, “ABD’nin İsrail’in güdümüne girmesi”ni sert şekilde eleştiriyor ve diyorlar ki;
“ABD siyasi tarihinde bu durumun başka bir örneği yoktur... Nasıl olur da, Amerika Birleşik Devletleri başka bir ülkenin çıkarları uğruna kendi güvenliğini ikinci plana atabilir?
İki ülke arasında kurulan yakın bağın ortak stratejik çıkarlardan veya şartların getirdiği zorunluluklardan kaynaklandığını düşünenler olabilir. Ancak burada göreceğiniz gibi ortaya atılan açıklamaların hiçbiri ABD’nin İsrail’e sağladığı inanılmaz boyutlardaki maddi ve diplomatik desteği açıklamaya yetmez. Aksine, ABD’nin Ortadoğu politikası ağırlıklı olarak ABD iç politikası, “İsrail Lobisi”nin güdümündedir.
Başka çıkar grupları bugüne kadar istekleri doğrultusunda ABD dış politikasını belli oranda etkilemeyi başarsa da hiçbir lobi ABD dış politikasını Amerikan ulusal çıkarları ekseninden bu kadar uzaklaştırmayı başaramamıştır. Bunu yaparken de Amerikan halkını ABD ve İsrail çıkarlarının özünde aynı olduğuna inandırmayı da becermiştir.
Ortadoğu’nun stratejik önemi ve başkaları üzerindeki muhtemel etkileri dikkate alındığında Amerikalı olsun olmasın herkesin İsrail Lobisi’nin ABD politikası üzerindeki etkisini anlaması ve irdelemesi gerekmektedir...”
HER YIL 3 MİLYAR DOLAR!
Ve sıra geliyor “ABD’nin İsrail’e yaptığı parasal yardımlar” konusuna... Buyrun “çarpıcı tablo”ya birlikte bakalım:
“Ekim 1973’teki Arap-İsrail Savaşından beri Washington’un İsrail’e sağladığı destek başka hiçbir ülke ile karşılaştırılamayacak kadar büyüktür... İsrail, 1976 yılından beri yıllık bazda ABD ekonomik ve askeri yardımının en büyük alıcısı; 2. Dünya Savaşından beri ise toplamda en çok yardım alan ülke konumundadır.
2003 yılı değerlerine göre İsrail’e aktarılan ABD yardımı 140 Milyar Dolar’dır... İsrail her yıl yaklaşık 3 Milyar Dolar doğrudan dış yardım almaktadır ki bu; ABD Dış Yardım bütçesinin yüzde 20’sine tekabül eder. Kişi başına vurulduğunda; ABD her yıl her İsrail vatandaşına doğrudan 500 Dolar ödenek sağlamaktadır. Kişi başı yıllık geliriyle artık Güney Kore ve İspanya gibi ülkelerle yarıştığı halde İsrail’e hâlâ bu kadar eli açık davranılması daha da çarpıcıdır.”
“Olay sadece bununla sınırlı değil... İsrail’e özel anlaşmalar sunan Washington, yardım alan diğer ülkeler paralarını yılda dört eşit taksitte alabiliyorken İsrail’e ayrılan ödeneği mali yılın başında tek seferde hesabına yatırmaktadır. Dolayısıyla İsrail’in faiz kazancı çok daha fazla olmaktadır.
ABD’den askeri yardım alanlar; ekseriyetle ödeneğin tamamını Amerikan savunma sanayi ürünlerine harcamak zorunda bırakılırken, İsrail bu ödeneğin yüzde 25 kadarıyla kendi savunma sanayini sübvanse edebilme ayrıcalığına sahip....
İsrail, aynı zamanda aldığı yardımın nasıl harcandığı konusunda hesap vermek zorunda olmayan tek ülke!.. Yani, ABD; paranın Batı Yaka’daki yerleşimler gibi karşı olduğu bir faaliyet veya amacı finanse etmekte kullanılıp kullanılmadığını hiçbir zaman bilemiyor.”
3 MAYMUN TAKTİĞİ
l “Dahası ABD; Lavi savaş uçağı gibi Pentagon’un istemediği ve hatta ihtiyaç duymadığı silahlar geliştirmesi için İsrail’e neredeyse 3 Milyar Dolar ödenek aktarmış; bununla kalmayıp Blackhawk helikopterleri ve F-16 savaş uçakları gibi ABD’nin üst düzey savaş aletlerini edinebilme hakkı tanımıştır. Bununla birlikte, NATO’daki müttefiklerine inkar etmeye devam etse de ABD İsrail’e istihbarat erişimi vermekte, İsrail’in nükleer silah edinme girişimlerini görmezden gelmektedir.”
“Hepsi bir yana Washington, İsrail’e devamlı diplomatik destek verir. 1982’den beri ABD, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde İsrail’in eleştirildiği 32 önergeyi veto etmiştir. Bu rakam diğer Güvenlik Konseyi üyelerinin bugüne kadar verdiği tüm vetoların toplamından daha fazladır. ABD, Arap ülkelerinin İsrail’in nükleer mühimmatını Uluslararası Atom Enerjisi Ajansının gündemine getirme çabalarını da engellemektedir.”
“ABD savaş zamanında İsrail’in yardımına koşmakta, barış müzakereleri sırasında ise İsrail’in tarafını tutmaktadır. 1973 Arap-İsrail Savaşı sırasında İsrail’e mühimmat tedarik eden Nixon Hükümeti, Sovyet müdahalesi sırasındaysa İsrail’i korumuştur.”
“Aslında Bush Hükümetinin Irak işgaliyle başlayan aşırı iddialı Büyük Ortadoğu değişim projesi; kısmen de olsa İsrail’in bölgedeki stratejik pozisyonunu güçlendirmek için tasarlanmıştı. Savaş zamanlarında oluşturulan ittifakları bir kenara koyacak olursak bir ülkenin başka bir ülkeye bu boyutta ve bu kadar uzun süre maddi ve diplomatik destek verdiği başka bir örnek yok. Özetle söylemek gerekirse Amerika’nın İsrail’e olan desteğinin eşi benzeri yoktur.”
STRATEJİK BİR YÜK
İki öğretim üyesi; İsrail’in ABD için “stratejik bir ortak” mı, yoksa “stratejik bir külfet” mi olduğunu sorgulamış ve şu sonuca varmış;
“İsrail; Soğuk Savaş sırasında stratejik olarak önemli görülmüş olabilir fakat 1990’da patlak veren I. Körfez Savaşı İsrail’in aslında stratejik bir külfet olduğunu ortaya çıkardı.”
Malûm; 1990’larda başlayarak, özellikle 11 Eylül sonrası dönemde “İsrail’e sağlanan ABD desteğinin artması” şu iddia ile gerekçelendirildi:
“Her iki ülke de kökleri Arap veya Müslüman aleminde bulunan, bazı asi devletlerin koruması altında olan ve kitle imha silahları elde etmeye çalışan terörist gruplarca tehdit edilmektedir.”
Peki, doğru mu bu?..
Bu gerekçeyi çok iyi kullanan İsrail, “Filistinlilerin tamamı öldürülene veya hapsedilene kadar” kendisine dokunulmasını engelledi!.. Bu gerekçeyle “Filistin halkı”na hep zulmetti.
“Ama” diyor, 2 öğretim üyesi;
“Ama Hamas ve Hizbullah örneklerinde olduğu gibi; İsrail’i tehdit etseler de, ABD’yi hiç tehdit etmediler... Filistin terörü (!) ise; İsrail’in yıllarca Batı Yaka ve Gazze’yi ele geçirme çabalarına verilen bir tepkiden başka bir şey değildir!
Ortadoğu’daki sözümona asi ülkelere gelince... ABD’nin İsrail’e olan bağlılığını bir kenara koyacak olursak bu ülkelerin hiçbiri hayati ABD çıkarlarına ciddi bir tehdit oluşturmuyor. ABD, bu rejimlerle birtakım ihtilaflar yaşıyor olsa da, Washington İsrail ile bu kadar yakın ilişkiler içinde olmasaydı eminiz İran, Irak veya Suriye konularında bu kadar telaşlanmayacaktı.”
İSRAİL’İN DEĞİŞMEZ TAKTİKLERİ
Sanıyorum bu kadar “alıntı” yeter... Artık, “raporun son bölümü”ne gelebiliriz... fark edebileceğiniz gibi; bu rapor “yıllar önce” yazılmış... Ancak, raporda öyle bir “cümle”, öyle bir “tesbit” var ki; “gündemdeki tartışma”ya da açıklık getirici nitelikte...
Öğretim üyeleri; “İsrail lobisinin tahammülsüzlüğü”nü şöyle anlatmış;
“İsrail lobisinin, İsrail hakkındaki herhangi bir eleştiriyi bastırmadaki etkinliği demokrasinin kendisine zarar vermektedir... Kuşkucuları kara listeler ve boykot çağrılarıyla susturmak veya bu insanların anti-Semitik olduğunu iddia etmek demokrasinin temellerinden biri olan tartışma ortamı prensibini de ihlal etmektedir...
ABD Kongre’sinin bu elzem konularda samimi bir tartışma ortamı sağlayamamasındaki acizlik, demokratik müzakere sürecini baştan aşağı felç ediyor. İsrail yanlıları; elbette dertlerini anlatmakta ya da kendilerine karşı çıkanlarla tartışmakta serbest olmalıdır... Fakat, tartışma ortamını; gözdağı vererek susturma girişimleri ifade özgürlüğüne ve önemli meselelerin tartışılması gerekliliğine inanan herkes tarafından kınanmalıdır.”
Gördüğünüz gibi;
Kendilerine karşı çıkanlara “gözdağı” vermek, “kara liste”ye almak, “boykot” uygulamak ve nihayetinde “antisemitik” olduğunu iddia etmek, “İsrail’in eski bir taktiği”dir!..
Sorarım size;
“Erdoğan’ın eleştirileri”ne karşı “topyekûn saldırı”ya geçmeleri, bu taktiğin hâlâ uygulandığını göstermiyor mu?..
Bir soru daha;
Bu kadar “ABD koruması” olmasaydı, İsrail bu kadar şımarabilir miydi?..
ABD, “dünyada niye sevilmediğini” anlamak istiyorsa, ilk önce “İsrail’e verdiği desteği” masaya yatırmalıdır!..
“İsrail’in düşmanı, ABD’nin de düşmanı” görüşü hâlâ geçerli ise; ABD şunu bilsin ki, dünya üzerinde “dost” bulamaz!..
Çünkü, İsrail’in de dostu yok!..
Çünkü, herkesi “düşman” görüyorlar!..
“Her nefis, ölümü tadacaktır”
Sabah’tan Haşmet Babaoğlu, önceki günkü yazısında; “bir arkadaşının anlattıklarını” şöyle naklediyordu: “Almanya’da bir kliniğe girdiğinde kocaman harflerle, “memento mori” (Öleceğini hatırla!) yazıldığını görmüş. Çok ters gelmiş. Şaşırmış tabii..
Resepsiyondaki kıza sormuş ve aynen şu cevabı almış: “Bizim hekimlerimiz kendilerinin Tanrı sayılmasını istemiyorlar. Bugün iyileşirsiniz ama yarın yine de öleceksiniz!”
Bunun üzerine şunu demiş Babaoğlu; “Bizim pek modern kliniklerimiz böyle bir levha asabilirler mi acaba? Hiç sanmıyorum.”
Bırak “klinik”leri, “mezarlık”lara asıldığında bile kıyametler kopmuştu.
Hatırlarsınız; Zincirlikuyu Mezarlığı’nın girişine, “Her nefis ölümü tadacaktır” âyetinin yazılması bir zamanlar medyanın bir kesimince “moral bozucu” bulunmuş derhal kaldırılması istenmişti.
Demek oluyor ki, bizdeki “Batıcı” kafalarla değil “Batıya”; emin olun “yatıya” bile gidilmez!.. Onlara “ölüm”ü hatırlatmak ne mümkün!.. Onlar, “dünyaya kazık kakacaklarını” sanıyorlar... Ama “ölüm”, onlara da gelecek!