Araftaki Türkiye
Türkiye 100 yıldır Batı ile Doğu arasında Arafta yaşıyor. Ahmet Davudoğlu bunu ‘geçen yüzyıl bizim için bir parantezdi’ ifadesiyle anlatıyor. İki arada bir derede gidip geldik. Aidiyetimiz ve kimliğimiz kaybolmuş durumda. Kimileri Türkiye’nin kimlik bunalımına işaret ederken kimileri de bunu reddediyor. Bununla birlikte hilafetin yıkılmasıyla birlikte Türkiye siyasi olarak arafta kalmıştır. Araf dini literatürde, İngilizce ‘purgatory’ anlamında kullanılıyor. Lakin burada bizim kastettiğimiz siyasi anlamda ‘buffer state’ veya ‘no mon’s land/tampon veya tarafsız ülke’ statüsüdür. ‘Arada kalmışlar’ anlamına gelmektedir. Osmanlı’nın yıkılmasıyla birlikte Türkiye tam bir arada kalma pozisyonuna düşmüştür. Şarktan koparılmış ve sahte bir kimlikle ve suretle Batı’ya entegre edilmek istenmiştir.
1877-78 savaşıyla birlikte Osmanlı’nın bir dalı ve Batı kanadı koparılmıştır. Birinci Dünya Savaşı ile birlikte ise ikinci dalı olan Ortadoğu kanadı da koparılmıştır. Batı kanadının yani Balkanların koparılmasında Romanovlar ile Habsburg Hanedanlığı başrolü oynamıştır. Berlin Muahadesi açık bir paylaşım anlaşmasıdır. Sykes-Picot’ya öncülük etmiştir. Ardından da Ortadoğu, Fransız-İngiliz İttifakı ve Siyonistlerin de emelleriyle birlikte elimizden çıkmıştır. Bize ara bir statü olarak Türkiye bahşedilmiştir! Kimliği ve İslami aidiyeti de silikleştirilmiş ve belirsizleştirilmiştir. Zira İslami kimliği geçişlidir ve dolayısıyla onlara göre tehlikelidir. Onun Ortadoğu’ya sarkmasını veya İslami ittifaklarını gündeme getirebilir. Osmanlı’nın yıkılması Türk’ü siyasi ve dini kimliğinden arındırma hareketidir.
*
Hilafetin kaldırılmasıyla ilgili yazısında Mustafa Armağan bazı tanıklıklara başvuruyor. Bunlardan birisi Armağan’ın aktarımıyla Prof. Dr. Ömer Kürkçüoğlu’na ait: “Henüz Musul sorunu çözülmemişken Türkiye’nin, İngiltere’ye karşı kullanabileceği İslam faktöründen (Hilafetten) yararlanmaya devam etmesi gerekmez miydi? Burada iki ihtimal akla geliyor: 1) Mustafa Kemal bir zamanlama yanlışı yapmıştır, 2) Hilafetin kaldırılmasından yararlanmayı düşünmüştür. Son şık çok ilginç. Kürkçüoğlu’na göre, Türkiye Musul’u almakla yeniden Arap dünyasına yönelmiş olacaktı ki, İngilizler burada kurdukları düzenin tehlikeye gireceğinden kaygılanıyorlardı. İşte Türkiye’nin tam da bu sırada, daha önce İngiltere’ye karşı kullandığı Halifelik bağını kendi eliyle koparıp atması manidardır. Gazi, İngiltere’yi telaşlandırmamak ve Musul’u ekonomik vb. nedenlerden dolayı istediğini göstermek için Halifeliği kaldırmış olabilir…”
Öyleyse ne umduk ne bulduk? İngilizlerin halefi ABD de Irak’ı Saddam sonrası ne Türkiye ne de Suudi Arabistan’ın nüfuzuna terk etmiş bilakis İran’ı kayırmıştır. Bu, İngiliz politikasının bir devamıdır. Buluşmaya en yakın olanların ve en büyük potansiyeli temsil edenlerin arasına girmek şeklinde ifade edilebilir. Türkiye’de bazı Kemalistler ile Humeyni yandaşlarının aynı adreste hatta kimlikte buluşmaları tesadüf müdür?
İngiltere’nin Musul’daki resmi görevlisi C. J. Edmonds, Hilafetin Türkler tarafından kaldırıldığı haberini duyunca kendinden geçiyor ve şöyle diyor: “Mart’ın ortalarıydı ki, şaşkınlık içinde ve kulaklarımıza inanamayarak 3 Mart’ta TBMM’nin Hilafeti kaldıran bir kanun çıkardığını öğrendik. Şimdiye kadar yürütülen, Kürdistan’ın volkan gibi kaynadığı propagandası, esasen Kürtlerin dinlerinin En Yüce Makamı’na duydukları batıl saygıya dayanıyordu. Türklerin ayakları altındaki dalı bu şekilde keseceklerine inanmak gerçekten çok güçtü. Tabii ki bu yeni durumu istismar etme fırsatını kaçırmadık” (Kurds, Turks, and Arabs, Oxford: 1957, s. 383).
•
Mısırlı düşünür Muhammed el Behiy, İlmaniyye adlı eserinde hilafetin kaldırılmasının sonuçlarını şöyle özetler: Ümmetin iki yakası birbirinden koparılmıştır Acem ile Arap (Türkler ve diğer Arap olmayan unsurlarla Araplar) arasındaki bu bağ koparılarak birbirinden ayrıştırılmışlardır. Ayrıca tek millet olmalarına rağmen Araplar da (güç yoğunluğunu azaltmak için) birbirinden koparılmıştır. Tek ulusu temsil eden Arapların parçalı devletlerinin çıkarları da endişeleri de farklıdır. Bu nedenle ortak meselelerde buluşamazlar ve Filistin meselesi gibi temel meseleler ortada kalır. Sadece arada kalan Türkiye olmamış bilakis Filistin de sahipsiz ve arada kalmıştır. Onca dağınıklıkta Filistin de kaybedilmiştir. Osmanlı’nın yerini alan Irak ve Türkiye gibi milli veya bölgesel devletler de Kürt isyanlarıyla tanışmış ve boğuşmuştur. Osmanlı sonrası Şarkla aramıza laiklik ve milliyetçilik duvarı dikildi. Batı ile zaten aramızda din duvarı vardı.
Daha önce Sedat Laçiner‘in ‘Arafta Kalmak’ başlığıyla bir yazısı yayınlandı. Çanakkale Üniversitesi Rektörü Laçiner, ‘Osmanlı yıkılınca Türkiye’nin en önemli sorunu derin yalnızlığı oldu. Doğu’da olduğu gibi Batı’da da gerçek bir dostu olmadı’ diye yakın tarihi özetliyor. ‘9 Mart’ta (2013) Zaman gazetesine konuşan İngiltere’nin eski Dışişleri Bakanı Jack Straw, Laçiner’i doğrulamış ve bir itirafla onu teyit etmiştir: AB için Türkiye’nin engeli İslam’dır. Straw, itiraf makamında şunları söylüyor: “Bunu kimse çıkıp söylemez ama biraz yüzeyi kazırsanız bütün bahanelerin altından çoğunluğu Müslüman olan bir ülkeyi istememeleri çıkıyor. Sarkozy’nin söylemlerinde bu var…” Yalnızlığı kırma vakti gelmedi mi? Hilafet projesi İngiliz ve Amerikan projesi değil, aksine onu yıkma projesi onların projesidir. Yıkımın peşine takılanlar da zorunlu olarak onların işbirlikçileridir. Tarih aynası buna şahittir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.