Samatya-Cilvegözü Sarkacında Kara Propaganda
Samatya’da yakın zaman önce art arda yaşanan dört saldırıda kadınlardan biri öldürüldü, diğerinin gözü kör edildi diğer ikisi ise ciddi biçimde yaralandı. Konuya ilişkin haberler “Ermeni düşmanlığı”na yeni bir start verilmesi olarak sunuldu. Hrant Dink cinayetinin bir devamı olduğu izlenimi yaratıldı.
Saldırganın ırkçı saiklerle hareket ettiği, Hükümetin de bu saldırılara aynı gerekçelerle göz yumduğu ifade edildi.
Samatya, Samatya Bulunmaz Failin!
TKP ve İHD başta olmak üzere kimi Kemalizme kimi PKK’ya ilişik sol-sosyalist çevrelerin tamamı bağıra bağıra şu kesin ve keskin yargıyı deklare ediyorlardı: “Samatya’da faşizm kol geziyor: Bir Ermeni kadına daha saldırıldı!” ve “Samatya saldırıları ırkçı saiklerle gerçekleşmiştir”. Elde hiçbir somut veri yoktu fakat hüküm kesindi!
Ancak kısa bir süre sonra olayların faili olarak yakalanan Murat Nazaryan’ın kimliği “ırkçılık karşıtı profesyonel hümanist cephe”yi fena halde ofsayta düşürdü. Çünkü güvenlik kameraları, mağdur ve görgü tanıklarının ifadelerinin yanı sıra öldürülen Marisa Küçük’ün evinde bulunan kan örneği de Ermeni asıllı Murat Nazaryan’dan başkasını göstermiyordu. Ama Murat Nazaryan, profesyonel hümanist cephenin kimyasını bozmuştu.
Hatta Eren Keskin ve Ayşe Günaysu tarafından İHD adına hazırlanan rapora göre Murat Nazaryan cezaevinde sürekli ağlıyor ve “Hiçbir şey hatırlamıyorum ancak polisler öyle diyorsa yapmışımdır” diyormuş. Yani neye dayandığı belirsiz bir “rapor” şunu diyor bize: “Asıl fail ortada yok, hırsızlık ve gasp değil ırkçılık var.”
İlaveten Samatya raporunu hazırlayan Ayşe Günaysu’nun Gazze’ye saldırı sonrası Siyonist İsrail’i koruyup kollayan ve Hamas üzerinden Filistinli Müslümanlara saldıran ırkçı bir bildiriyi kaleme alan kişi olduğunu hatırlatalım.
Anti-semitizmle mücadele adına açıkça ırkçı ve işgalci bir rejimi savunan Günaysu gibilerin yeni bir psikolojik harp unsuru olarak tezgâhladıkları Samatya komplosu çok şükür ki hızla çökmüştür.
El-Nusra’dan Başka Bombacı Tanımam!
11 Şubat’ta Cilvegözü sınır kapısında bombalı bir araçla yapılan saldırıda tamamı sivil ve yardım görevlileri olmak üzere 17 kişi öldürülmüştü. Bu bombalı saldırı da diğer pek çok gelişmede olduğu gibi AK Parti’nin temelden yanlış Suriye politikasının ağır faturalarından biriydi. Bombalı saldırının henüz dumanı tüterken ve parçalanarak öldürülen insanların cenazeleri dahi kaldırılmamışken Esed/Baas despotizmini temize çıkarıp AK Parti hükümeti ve Suriye’deki rejim karşıtı İslamcı örgütleri suçlama kampanyası başlamıştı bile.
Bombalama eyleminin faillerini, bombaları nerede ürettikleri ve niçin saldırdıkları konusuna varıncaya değin her konuyu aydınlatmaya kendini vakfetmiş misyonerler hızla harekete geçmişlerdi. Cumhuriyet, Birgün, Aydınlık, Sol, Yurt, Yeni Mesaj vd. tüm ulusalcı güçler Baas/Esed rejimiyle safları sıklaştırıp güya “küresel sermayenin oyuncağı AKP”ye karşı hücuma geçiyordu. “Olacağı buydu”, “Sınırı AKP Patlattı”, “Bomba parçaları Türkiye’den”, “Gaziantep’te isyancılar çok sayıda bomba imalathanesi kurdu” vb. gibi manşetler Şebbiha ve Muhaberat çetelerinin yerli versiyonlarını işaretliyordu.
Cilvegözü’nde bombalı araçla yapılan saldırının failleri iki gün önce yakalanınca daha önce birçok kez yalanları açığa çıkmış hatta suçüstü yakalanmış olanlar bir kez daha faş oldular. Cilvegözü saldırılarının ardından sosyal medyada hemen dezenformasyon faaliyetlerine başlayan Radikal’in yazı işleri müdürü Fehim Taştekin’i anmadan geçersek eksik kalır.
Dudak uçuklatan hadiseleri en önce keşfeden Taştekin Cilvegözü’ndeki bombalı saldırının faili olarak “araç patlatmada marka olmuş bir örgüt”e yani “Kaide’nin Suriye kolu Nusra Cephesi”ne dikkat çekiyordu (14 Şubat, Radikal). “Nusracılarla birlikte Ahrar el Şam, Ensar el Şam, ‘Taliaa’ ve ‘Mukatile’ gibi 30 kadar örgütün tek amacı rejimi yıkıp şeriat devleti kurmak”tı ya bunlar bu uğurda neler neler yapmazlardı ki?
Şimdiyse bombalı aracı Cilvegözü sınır kapısına getirenler gözaltına alınıp mahkemeye çıkarıldı ve suçlarını itiraf ettiler, tutuklandılar. Kendilerini kurtarmak amacıyla söyledikleri “araçtaki bombalardan haberdar değildik” sözünden başkaca tutunabilecekleri kayda değer hiçbir şey yok.
İktidar sınıflarının bekası adına üretilen yalan ve iftiralar sistematik bir hal aldığında Kara Propaganda ve Psikolojik Harp adını alır. Balyoz davası hükümlüsü Kurmay Albay Dursun Çiçek ile apoletsiz-sivil Özel Harekâtçıların sürdürdükleri psikolojik savaş arasında mahiyet farkı yoktur.
Andıçların TSK Karargâhı’nda hazırlanmasıyla Baas Karargâhı’nda (Moskova ve Tahran’ın asıl komuta merkezi olduğu unutulmadan) hazırlanması arasında siz bir fark görebiliyor musunuz?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.