Meslek-i tebrir
Vaktiyle Said Havva’yı iyi anlayamadık ve değerlendiremedik. Tam olarak kıymetini bilemedik. Nedeni, İran devriminin onu gölgelemesi ve yandaşlarının itibarsızlaştırmasıdır. Bu karalama kampanyası Türkiye’de tutmuştur. Ali Bulaç gibiler maalesef İran’ı merkeze yerleştirerek Said Havva’yı karalamış ve Saddam yandaşı olarak göstermişlerdir. Adnan Sadeddin ve Said Havva bir dönem gerçekten de başka sığınak bulamadıklarından Irak’a sığınmak zorunda kalmışlardır. Bunun nedeni, Hafız Esat’ın Hama’da İhvan’ın köklerini kazıması ve İran’ın da buna o dönemde propaganda anlamında arka çıkmasıdır. Devrim kadrolarından Bican Zengene gibiler o dönemde Müslüman Kardeşleri, ‘mücrim kardeşler’ veya ‘şeytan kardeşler’ olarak anmaktaydılar. Ne tesadüf daha sonra Buti ve bazı yakınları da bu yaftalama kampanyasına ortak olacaklardır. Said Havva gibi rehberler Esat iktidarı tarafından karalansaydı kimse buna iltifat etmezdi. Lakin karalama o dönemde yükselen değer olan devrim ve İran adına yapılınca Said Havva’nın yıldızı söndü ve böylece gerçek bir fikri ve siyasi rehberi değersizleştirmiş ve kaybetmiş olduk. Pusulamızı böyle şaşırdık ve kaybettik. O dönemde Saddamcı diyerek Said Havva’yı karalayanlar ve yaftalayanlar 30 yıl sonra Beşşarcı oldular. Zaten öncesinde de baba Esatçı idiler. Her türlü zulmünü aklıyorlar ve alkışlıyorlar ve meşrulaştırıyorlar. Ilımlı Şiilerden Ahmet Meskati, Almanya buluşmalarında Halis Çelebi’ye şunları söyleyecektir: “Benim nazarımda Humeyni ile Saddam arasında hiç fark yoktur. Tek fark birinin kep giymesi diğerinin ise sarık takmasıdır…(http://www.manaar. com/vb/ showthread.php?t=13781 ). İran’ın, Saddam’la 8 yıl savaşmasıyla Esat’ların halkına karşı savaşını desteklemeleri arasında hiçbir fark yoktur. Fark görenlerin vicdanları nasır bağlamış ya da muhabbet körlüğüne düşmüşlerdir. Ma enzelallahu biha min sultan-Allah bir bürhan indirmedi ayetinde ifade edildiği gibi hem Saddam hem de Humeyni la yüs’el bir biçimde yaptıklarını, arkasına sığındıkları bazı indi doktrinler adına yapıyorlardı. Velayet-i fakih anlayışı resmi bir doktrin haline getirilmiş ve Şii ulema dahi olsa buna karşı çıkan kim varsa aktif ise ezilmiştir. Agacari’nin sözlerinden ve Muhsin Kadiver’in de ‘Nazirihay devlet Der Fıkhı Şia/ Şia Fıkhında Devlet Nazariyesi’ gibi eserlerinden dolayı başlarına geldiği gibi…
¥
Said Havva gibilerinin rehberliğini kaybedince dengeyi de kaybetmiş olduk ve sahada Buti gibiler tek başına kalmış oldular. Buti’nin kusuru ve illeti, ilmi olmayıp akılla ve tarzıyla alakalıdır. Tuttuğunun her şeyini meşrulaştırıyor ve aklıyor tutmadığının da her faziletini reddediyordu. Mesela yakınları Müslüman Kardeşlere İranlı Zengene gibi mücrim kardeşler derken Şiileri ve Nuseyrileri sonuna kadar kollamıştır. Onlar lehine ‘lazimu’l mezhep leyse bimezhep (bir mezheple ilgili hüküm ve kanaat bütün fertlerine teşmil edilemez) kuralını sonuna kadar işletmiştir. Lakin bu inceliği akidesi teoride ve pratikte sahih olan veya kendisi gibi olanlardan esirgemiştir. Böylece farkına varmadan dünyanın en kalleş, düzenbaz ve diktatör rejimine siper olmuştur. Sözgelimi bir Nuseyri talebesi kendisini evine davet ediyor ve orada Seyyid Kutup’un Fizilal’ini görüyor ve bundan dolayı o Nuseyri asıllı talebesini övüyor. Fizilal İslami yaşamaya başlamış olan eski talebesinin evinde fazilet timsali gibi duruyor. Lakin Sünni asıllı birisinin evinde görseydi bunu aşırılık karinesi olarak algılayacaktı. Gerçekten de Buti siyasette ölçüyü ve pusulayı tamamen kaçırmış ve şaşırmıştı. Sözgelimi Nasrullah için vaazlarında el kol hareketiyle ‘onun bir tırnağı bile etmem’ diyordu. Sonra halkını öldüren Beşşar rejimini Sahabe ordusuna benzetmiştir. Bu ölçü kırıklığından başka nedir ki? Bu yüzden Hizbullah ölümünde de kendisini yalnız bırakmadı ve temsilcileri taziyeleri kabul etti.
¥
Buti’nin ölümünden sonra Müftü Hassun, Hamas’a sitem ediyordu. Ebu Velid’in yani Meşal’in vaktiyle evinde Buti’yi ziyaret ettiğini hatırlatarak şimdi niye eserine ve çığırına sahip çıkmadığını soruyor! Buti, acaba İhvan kökenli Hamas ile Hizbullah’ı aynı kefeye koyuyor muydu? Kaçırmış olabilirim ama vaazlarında veya konuşmalarında Hamas’a hiç atıf ve temas ettiğine rastlamadım! Velev olsa bile üvey evlat kabilindendir! Halbuki, Hizbullah’ı bol bol övüyordu hem de kendinden geçerek! Buti’nin bu dengesiz mesleğini en iyi nazara verenlerden birisi ‘Nuseyri dostlarından’ Ahmet Ali Recep olmuştur. Gerçi bu kitabında Ahmet Ali Recep sahabe arasındaki ihtilafları teville tatlıya bağlamasından dolayı Buti’yi sevdiği avın pöstekisi gibi yerden yere vuruyor. Bunu mazeretçi meslek olarak adlandırıyor. Nuseyri kökenli Ahmet Ali Recep sahabe anlayışı konusunda sabık Ezher Şeyhi Seyyit Tantavi ile Muhammed Said Ramazan el Buti’yi yerden yere çalıyor. Keşke Buti bu raddede kalsaydı ama heyhat! Gerçekten de olaylara yaklaşımıyla Ahmet Ali Recep’i haklı çıkartarak ‘tebrir’ yani mazeret mesleğinin erbabı olduğunu ispat etmiştir. Zira, Beşşar ve avenesi şebbihanın cürüm ve katliamlarını sahabe ordusunun yaptıklarına benzetmiş ve onlara benzeterek aklamaya ve meşrulaştırmaya yeltenmiştir. Bu da kendisinde tasavvuf edebiyatında şatahat tabir edilen ölçüsüz ve mizansız sözlerine yol açmıştır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.