Buti ve Ammar İbni Ali
Tarihte ve günümüzde bir hayli çelişkili tavır sergileyen şahsiyetler ve ilim adamları vardır. Bunlardan birisi de merhum Muhammed Said Ramazan el Buti olmalıdır. Ehl-i Sünnet konusunda ‘taassup’ derecesinde hassastı. Bundan dolayı geçmişte çeşitli çevrelerle cedel ve tartışmalara girdi. Lakin son tufanda cedele girdikleri kendisinden daha sağlam durdular ve tutarlı davrandılar. Devrimin hakkını verdiler. Bir çırpıda isimlerini verebiliriz. Muhammed Habaş ve Tayyip Tızzini onlardan ikisidir. Yine ‘taassup’ derecesinde Nuseyri rejimine tutkundu. En önemli hususlarından birisi statik birisi olmasıydı. Halbuki, olaylar veya olgular üzerinden tecelli eden hakikat dinamiktir. Durduğu yerde durmaz. Eskiler ‘dur haysu dare’l hak/Hakkın döndüğü yere dön’ demişlerdir. Hak enstrümanlarıyla birlikte deveran halindedir. Adnan Selim Ebu Helil, ‘Buti’ye dua etmeli miyiz (http://www.al-sharq.com/ArticleDetails.aspx?AID= 252965&CatID=82&type=articles&Title)? ’ başlıklı yazısında bu meseleye temas ediyor ve Buti’nin en büyük sorununun bilgilerini tazelememesi ve kanaatlerini yenileyememesi olduğunu ifade ediyor. Temel sorun burada düğümlenmektedir.
Bunu aşağılamak için söylemiyorum ama Buti olaylara ‘at gözlüğüyle’ bakıyordu. Rejim de bu özelliğinden çok yararlandı. Camiden eve ve evden camiye gidiyordu. Rejimin söylemlerinin yankısı gibiydi. Kulağına komplo teorileri üfürüyorlar o da bunları minberlerden tekrar ediyordu. Keşke babası Molla Ramazan gibi kendi kuşe-i uzletinde kalabilse ve ilmine olan saygıyı şahsiyetine olan saygıyla eşit tutabilseydi. İlmiyle şahsiyeti arasında açık bir alan oluşmuştur. Keşke Ratip Nablusi gibi daha ihtiyatlı ve ihatalı düşünebilseydi. Ratip Hablusi gibiler manevra yapabildiler zira onlar Buti’nin babası gibi rejime ve siyasilere mesafeli idiler. Buti ise manevra alanını ve geri dönüş mesafesini kapatmıştı. Bir zamanlar Buti Türkiye’de Ehl-i sünnetin kalesi olarak algılanıyordu. Fakat temsil ettiği kesimle arasında önce pratikte sonra da teoride açı ve eksen kayması meydana gelmiştir. Bunun neticesinde Buti’nin etrafı dinamizmini kaybetmiş ve geçmişte yaşayan statik ve arkaik tabiatlı adamlarla dolmuştu. Buti Hama ile, devrimin 2011 versiyonu arasındaki farkı kavrayamadı.
¥
Suriye’deki rejim Fatimi devletinin çağdaş yüzlerinden birisidir. Fatimiler döneminde de teorik anlamda ‘taassup’ derecesinde Ehl-i Sünnet çizgisinde olan bazıları pratikte Fatimilerin hizmetine girmekten imtina etmemiş veya kurtulamamışlardır. Böylece Buti gibi tarihin tezat ve tuhaflıkları arasına girmişlerdir. Bu, kendi içlerine kapanmaları veya düşünceleri üzerindeki taassupları veya kemikleşmeleri sonucudur.
Tarihteki Buti’lerden birisi Yemenli alim ve şair Ammar ibni Ali’dir. Mekke Emirinin ulağı olarak Selahaddin Eyyübi’ye gelmiştir. Fatimiler yıkılınca da gizli tertip ve entrikalarla bu devleti yeniden diriltmek istemiştir. Ammar İbni Ali zamanın Buti’siydi. Buti de zamanın Ammar İbni Ali’si olmuştur ve Ammar Selahaddin Eyyübi tarafından idam edilmiştir. Muhtemelen Buti de rejim tarafından infaz edilmiştir. Şam rejimi de iltibasa ol açmak için zamanın Amman İbni Ali’si olan Buti’yi Salahaddin Eyyübi’nin kabrinin yanına gömmüştür. Şam rejimi Buti’yi insanları dininde fitneye düşürmek için kullandığı gibi ölümünü bile istismar vesilesi kılmış ve naşını Selahaddin Eyyübi’nin kabrinin yanına defnetmiştir.
¥
Elbette Ehl-i Sünnet inancını savunmak mühimdir. Lakin siyaseten sünni olmak da mühimdir. Bu Nebih Berri’nin zıt benzeri olan Hariri olmak değildir. İslam dünyasının kahiri ekseriyetini temsil eden Sünnilik üzerinden referans birliğine varmak ve temin etmektir. İran-Suriye ekseni ise ümmetin referans birliğini kemiren ve zedeleyen veya tehdit eden bir eksendir. Buti de bilerek veya bilmeyerek bu zıt ve dikotomik eksene yakıt olmuş veya destek vermiştir. Veya mezhebi Şiiliğin köprüsü olan siyasi Şiiliğe destek vermiştir. Kimse bunun tersini iddia edemez. Ehl-i Sünnet üzerinden referans birliğini temin etmek hayati bir meseledir. Bunun sarsılması İslam aleminin merkeziyetinin de sarsılmasıdır. Bunda gevşeklik İslam aleminde kapanmaz yaralar açar ve gerilimlere ve bitmez çilelere yol açar. Dolayısıyla kelami anlamda Buti’nin yaptığı gibi Eş’arilik anlayışını savunmak yetmez bunun üzerinden referans birliğine vurgu da gerekir. Nitekim, İran devrimiyle birlikte referans birliği yeniden tehdit altına girmiştir. Referans birliğine yönelik meydan okumalar yeniden geri dönmüştür. Evet! Sünniler arasında tarihte ve günümüzde Fatimileri savunanlar ve hatta onu diriltmek isteyenlere rastlanmaktadır. Bu da hayatın ve imtihanın bir cilvesidir.
Şimdi revizyonist kimi tarihçiler bu referans birliğini ve Selahaddin Eyyübi’nin bu birliğe atfettiği önemi ya kavrayamıyorlar ya da hafife alıyorlar. Revizyonist tarihçilerden Muhammed Muhtar Şankiti tarihte ve hatta Selahaddin Eyyübi zamanında bile mezhebi bir çekişme olmadığını savunuyor. Demektir ki bu yöndeki verileri görmezlikten geliyor. Halbuki, Fatimi propagandasına araçlık eden Ezher bu yüzden uzun bir süre kapalı tutulmuştur. Halis Çelebi’nin dediği gibi İran Devrimi tarihi geri getirmiştir. Selahaddin Eyyübi’nin hikmetle davranmasını ‘mezhebi hassasiyeti yoktu’ şeklinde algılamak en azından hafifliktir. Bu Yavuz’un Şah İsmail ile can ciğer kuzu sarması olduğunu iddia etmek gibidir. Kimi Şii kaynaklar aksine Selahaddin Eyyübi’nin Halife Adit’i zehirlediğini ileri sürerler. Ona bu tarz hafiflikler isnat ederler. Abbasiler döneminde Me’mun ile İmam Ali Rıza meselesine benzetirler.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.