Herzliya protokolleri
İsrail’in kurulmasına giden yolda Siyonist kongreler tertip edilmiştir. Bunlardan ilki Basel’de olup, Siyonizm’in yol haritasını çıkarmıştır. Theodor Herzl liderliğinde 29 Ağustos 1897 tarihinde Basel’de ilk Siyonist kongresi tertip edilmiştir. Bilahare lüzum oldukça bunlara devam edilmiştir. Bu kongrede ilk 50 yılda İsrail devletinin kurulacağı öngörülmüştür. Gerçekten de İkinci Büyük Harpten sonra gördükleri rüya tahakkuk safhasına girmiş ve 1947 yılında taksim planı ilan edilmiş ve 1948 yılında da İsrail devleti kurulmuştur. Bununla birlikte kehanetlerinin ikinci şıkkı gerçekleşmemiştir. O da ikinci elli yılda Büyük İsrail devletinin teşekkül edeceği varsayımıdır. Siyonizm’in birinci yüzyılında yani 1997 yılında Büyük İsrail’in kurulması tasarlanmıştır. Lakin bu plan kuvveden fiile çıkamamıştır. Bilahare Yahudiler bütün mesailerini kurdukları devleti yaşatmaya adamışlardır. Son yıllarda Siyonizm kongrelerinin yerini Herzliya fikir panayırı almaktadır. İlki 2000 tarihinde yapılan ve bu yıl da on üçüncüsü icra edilen konferansta her yıl olduğu gibi İsrail’i kuşatan tehlikeler masaya yatırıldı.
¥
On üçüncü konferansın başlığı veya konusu Arap Baharı idi. Herzliya Konferansının on üçüncüsünde tavsiye kararlarında Arap Baharı kuşatmasını yarmak için Şii-Sünni ekseninin veya çekişmesinin derinleştirilmesi umudu dile getiriliyor. İsrail’in yaşama şansını artıran hususların başında Şii-Sünni çekişmesi geliyor. Burada İsrail bir rüya daha görüyor. Bu rüya da bölgede daha ziyade Şii eksenli bir ‘Şer cephesine’ mukabil ‘Sünni barış ekseni’ kurmak. İsrail’in tasavvurundaki Sünni barış ekseni içinde olmaya aday ülkeler arasında Mısır, Türkiye, Ürdün ve Körfez ülkeleri var. Ramallah’ı da buna katmak gerekiyor. Karşı eksende ise İran, Hizbullah ve Suriye’den geriye kalan Nuseyri unsurları sayılıyor. Peşinen şunu söylemek gerekir: İsrail’in Türkiye’den özür dilemesinin hakiki sebeplerinden birisi yalnızlığıdır. Bunu Türkiye üzerinden kırmak istiyor. Ve bir de Türkiye ile İsrail arasında süren ilişkileri onarmanın imkan dahilinde olmasıdır. İlişkilere sıfırdan başlanılmıyor. Sekse de yürüyen ilişkiler var. İsrail’in şu aşamada diğer bölge ülkelerine ulaşması zordur. Ilımlı eksen meselesi İsrail’in eski bir rüyasıdır. Bununla birlikte tatbiki mümkün değildir. Filistin meselesinde ilerleme kaydedilmeden ılımlı eksen adı verilen bir kuşak meydana getirmek mümkün değildir.
¥
John Kerry ve ABD de yeniden böyle bir hevesin peşine düşmüştür. Kategorik olmayan ülkeleri bir araya getirmeye yeltenmektedir. Sözgelimi bugün Körfez ülkelerinin ve Ürdün’ün en büyük korkusu 2004 veya 2005’te olduğu gibi Şii eksen değil İhvan eksenidir. Dolayısıyla Ürdün’ün yakın tehlike tasnifinde Irak’taki gelişmelerin yerini Suriye ve bölgedeki gelişmeler almıştır. Katar hariç Körfez ülkelerinin yaklaşımı da benzerdir. Bundan dolayı Ürdün kralı bölgede Katar, Mısır ve Türkiye ekseninden ürkmektedir. Suriye ve onu destekleyen Şii eksenin korkusu da aynıdır. Lakin ABD ve İsrail faylarda suni kaydırmalar yapmak istiyor. İsrail yeni tehditlere karşı yeni dengeler oluşturmak istiyor. Yeni tehlike ve riskleri Şii-Sünni çekişmesi üzerinden bertaraf etmek istiyor. Lakin karşılık bulmadan bu senaryo işler mi?
¥
Peki! bu senaryonun karşı ağırlığında kim var? Elbette İran. Propaganda ile İsrail’i yıksa ve İslam birliğine çağırsa da fiiliyatta durum ters işliyor. Mütefekkir ve alim Gazi Tevbe ‘İran siyasetinde gerçekler ve vehimler’ başlıklı makalesinde bu karşı ağırlığı analiz ediyor. Adeta İran’ın kurucu mitlerinden veya efsanelerinden bahsediyor. Propaganda yönünü bir tarafa bırakacak olursanız İsrail ve İran’ın fiilleri birbirine yarıyor ve İslam dünyasını bölen ve çözen çekişmenin uçlarını ve karşı ağırlıklarını temsil ediyorlar. İran, Bahreyn-Suriye gergefi üzerinden Arap Baharını Şii-Sünni çekişmesine çevirmiştir. Sisteminin gereği ve bildiği budur. Hoca bildiğini okur misali. İnsanın tabiatı da muktezasını üretir. İsrail sadece bu meseleyi kaşıyor ve derinleştirmeye çalışıyor. İran veri oluşturuyor İsrail de bu veriyi derinleştirmeye çalışıyor. Gazi Tevbe dört mit veya vehimden bahsediyor. Ona göre, İran Devrimi Fars milliyetçiliğinden ziyade mezhepçiliği ve yayılmasını esas almıştır. Humeyni’nin İran’da yeni rejimin Caferilik üzerinden tanınmamasını isteyenlere kulak asmadığını ve bildiğini okuduğunu ifade ediyor. İran’ın kurucu mitlerinden bir diğerinin vahdet ve İslam birliği olduğunu lakin fiiliyatta Şii-Sünni çekişmesi üzerinden bunu yıktığını yaptığını ifade ediyor. İsrail’i heveslendiren de budur. İran’ın müdahaleleri sonucu Yemen, Lübnan ve Irak gibi ülkelerde mezhepler arasında uyum ortadan kalkmış ve yerini çekişme ve fiili çatışma almıştır. Amerikalılar sözde Sünni eksen üzerine ılımlı eksen oturtmak isteseler de 11 Eylül ve sonrasında büyük kitlenin Sünniler olduğunu görerek İran ile alttan alta flört etmiştir. Gazi Tevbe bu nedenle İran’la ilgili üçüncü efsanenin ABD düşmanlığı olduğunu ifade etmektedir. Halbuki gizli ve açıktan ve tezgah altından ilişkiler sektirmeden yürütmektedir. İrangate skandalı sonrasında Irak ve Afganistan işgallerinde hem İran hem de onun uydusu mesabesindeki Iraklı Şii örgütler ABD ile işbirliğine gitmişlerdir. Cheney Şia’nın Protestanlığa tekabül ettiğini ve gelişmeye açık bir mezhep olduğunu Sünniliğin ise aksine kapalı ve gelişmeye mani olduğunu ileri sürmektedir. Bu sözler Bernard Lewis’in yankılarıdır. Sünnilerin terörizme yatkın olduğunu ileri sürmektedir! Bazı Iraklı Şii yazarlar da Sünniliğin terörizmin taşıyıcısı olduğunu söylüyorlar.
Tevbe’ye göre İran’ın dördüncü efsanesi Kudüs’ü kurtarmak ve Filistin meselesini çözmektir. İran’ın Sünni dünyada tek sermayesi İsrail düşmanlığıdır. Bu da muvazaadır. Sünni dünyaya ulaşabilmesi için başka bir kartı bulunmamaktadır. Her şey zıddıyla kaimdir derler İran’ın iddiaları da zıddıyla kaimdir. İslam birliği adı altında mezhebi çekişmesi üretiyor. Hem mezhebini yaymaya çalışıyor hem de direnç görünce bunu karşı tarafın mezhepçiliğine bağlıyor! Anayasasından davranışlarına kadar her şey mezhepçiliğini doğruluyor. Amerikan düşmanlığı da stratejik çıkarları karşısında muvazaaya dönüşüyor. Dolayısıyla bu politikalar sonuçta İsrail’in araçları haline geliyor. Herzliya protokolleri budur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.