İki yanlıştan yarım doğru çıktı
Başlangıçta, AK Parti’nin kapatılacağını düşünüyordum. Beni bu düşünceye sevk eden, Google ve Youtube menşeli iddianamedeki gerekçeleri yeterli bulmam değildi. Siyasi mülahazalarla açılmış davalarda sonucun önceden tayin edilmesiydi.
Fakat, haziran sonu, temmuz başından itibaren başkent kulislerinde ‘AK Parti’nin kapatılmayacağı’ yönünde ‘iyimser’ rüzgarlar esmeye başladı. Kiminle konuşsanız (Sabih Kanadoğlu, Deniz Bölükbaşı, Sebahattin önkibar hariç) aynı iyimserliği gözlerinde okuyabiliyordunuz.
Ama gerekçeleri birbirinden farklıydı. Başbakan Erdoğan’ın Kara Kuvvetleri Komutanı Başbuğ ile görüşmesi, emekli orgenerallerin tutuklanması, ABD’nin Türkiye’ye ilgisi, AB’nin keskin tavrı, terörle mücadelenin zaafa uğrayacağı kaygısı, küresel ekonomik dalganın Türkiye’yi vuracağı şüphesi, ekonomik ve siyasi istikranın bozulacağı düşüncesi gibi çok sayıda tezler dinledim.
4 Temmuz 2007 tarihli yazımda şöyle dedim: ‘Bir proje kapsamında görülen davada AK Parti’ye bir şekilde fatura çıkarılma ihtimali yüksektir. En iyimser yorumum, Hazine yardımının kesilmesi veya Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün siyaset yasağı kapsamından çıkarılmasıdır.’
öyle oldu. AK Parti kapatılmadı ama bir fatura çıkarıldı, en iyimser tahminle hazine yardımı kesildi.
Durumdan vazife çıkarıldı
Kararın açıklandığı 30 Temmuz’da ‘6-5 söylentisi’ manşetiyle çıkan Vatan Gazetesi de hedefi, 12’den vurdu. Ankara’da o söylenti, dava takviminin açıklandığı 22 Temmuz’dan sonra Ankara’da dolaşmaya başlamıştı ama yazmaya cesaret edemedik.
Nitekim, Genel Koordinatörümüz Mustafa Kartoğlu’na karar açıklanmadan önce ‘6’ya karşı 5 oyla ret’ kararının çıkacağını söyledim.
Tüm bunlar, başlangıçtaki tezimi teyit eden gelişmelerdi. Davayı açtıran irade, sonuçlandırırken ‘durumdan vazife’ çıkarmıştı. Mahkeme, AK Parti’nin kapatılması halinde doğacak siyasi, ekonomik ve sosyal sonuçları dikkate alarak bir karar verdi. Nitekim bu mesaj, Başkan Haşim Kılıç’ın açıklamalarında da yer alıyor.
Cumhurbaşkanlığı seçim dönemindeki ‘367’ ve türbanla ilgili anayasa değişikliğinin iptali yönünde aldığı kararlarla anayasal sınırları zorlayıp yasamaya müdahale eden mahkeme, bu kez de ‘öldürme, yaralama’ metoduyla siyaset alanını dizayn etmeye kalkıştı.
İki yanlıştan, ‘yarım doğru’ çıktı. Tek teselli, ‘ölüm’ riski karşısında ‘Sıtma’ tesellisi oldu.
Sarı kartla ürkütme
Mahkeme kararında birden fazla mesaj yüklü olduğu gibi, büyük siyasal sonuçlar doğurabilecek niteliktedir.
İktidar partisine şu mesaj verilmiştir: Sen laiklik karşıtı eylemlerin odağı haline geldin ama cezan kırmızı kartlık değil, sarı kartlık, suçunu tekrarlarsan oyun dışında kalırsın.
Nasıl, maçın 5. dakikasında sarı kart gören defans oyuncusu, arkadaşlarını eksik bırakmamak için 90 dakika boyunca ‘ürkek’ oyuna devam ederse, AK Parti’nin de kalan iktidar ömründe her an ‘kırmızı kart’ göreceği endişesiyle ‘ürkek’ davranacağı varsayılmıştır.
Geniş anlamda bu karar, tıpkı 27 Nisan bildirisi gibi siyaset alanına müdahaledir.
Dayak politikasının iflası
Başkan Kılıç’ın açıklamalarından anlıyoruz ki, bu müdahaleden kendileri de pek memnun değiller. O nedenle, ‘Bu işi bize bırakmayın, sorununuzu mecliste çözün’ çağrısında bulundu.
Doğrusu da budur. Siyasilerin, hele muhalefetin her siyasi ihtilafı Anayasa Mahkemesi’ne götürüp parlamentoyu etkisizleştirme çabasından uzak durması, rakipleri Genelkurmay’a, Anayasa Mahkemesi’ne, Yargıtay’a dövdürerek siyasi rekabette üstünlük sağlama kolaycılığından vazgeçmesi gerekiyor.
Bu bağlamda, kararın açıklanmasından hemen sonra DSP Genel Başkanı Zeki Sezer’in yaptığı şu açıklamayı çok önemsedim: ‘Şimdi bize siyaseten AK Parti’yi yenme fırsatı yaratıldı.’
Anayasa Mahkemesi’nin kararını bu perspektiften yorumladığımızda, 30 Temmuz’un siyasi hayatımızda ‘yeni bir başlangıç’ olduğunu söyleyebiliriz.
Baykal ve Bahçeli tehlikede
Tüm siyasi politikalarını ‘AK Parti’nin kapatılması’ tezi üzerine inşa edenler, 30 Temmuz’da yıkılan hayal dünyalarını şimdi daha gerçekçi temeller üzerine oturtmak durumundadır.
Hazırladıkları dehşet senaryolarıyla partilerini ters yola sokan CHP’li Onur öymen ile MHP’li Deniz Bölükbaşı’nın tüm stratejileri çökmüştür. Baykal ve Bahçeli için ‘tehlike çanları’ çalmaktadır.
Kuşkusuz, AK Parti için de bu karardan çıkarılacak çok ders var. Bu partinin laiklik karşıtı eylemlerin odağı haline geldiğini düşünmüyorum ama bu konuda kaygılanan kitlenin varlığı mutlaka dikkate alınmalıdır.
Daha önemlisi, AK Parti, kurulduğu 2001 yılından itibaren ilk kez siyasetin normalleştiği süreçte (böyle devam ederse) seçime gidecektir. Başta ekonomik politikalar olmak üzere kendine çeki düzen vermezse, ilk seçimde hayal kırıklığı yaşayabilir. çünkü: AK Parti, şu ana kadar günahı ve sevabıyla iktidar döneminin hesabını sandıkta tam olarak vermedi.
Tüm siyasi partiler, kendi göbeklerini kendilerini kesecekler. çevre faktörlerin siyasete etkisinin minimum olacağı seçim atmosferinde, partilerin gerçek gücü ortaya çıkacaktır.
Ergenekon iradesi
Bir de Ergenekon’un durumu var. Hiç bir zaman kapatma davasıyla Ergenekon’u ilişkilendirmedim. 12 Haziran 2007’de ümraniye baskını gerçekleştirildiğinde ve 22 Ocak 2008’de soruşturmanın Ergenekon’a dönüştüğü birinci dalga büyük operasyon sırasında AK Parti hakkında henüz kapatma davası açılmamıştı.
Su, kendi mecrasında akmaya devam edecektir. Operasyonları doğuran devlet iradesi bundan sonra da güçlü bir şekilde devam ederse Ergenekon davasında ‘hukuk’ kazanır. Aksi olursa, kaybeden ‘Türkiye’ olur.