Mekkeli Müşriklerin Şefaat Anlayışı
Kur’an’da şefaatle ilgili ayetlerde genel hitabın “müşrikler” olduğu konusunda kimsenin şüphesi yoktur. Rasulüllah (a.s) dönemindeki müşrikler de, yalvardıkları putların Allah’a yakın olduklarına, bu sebeple de kendilerine şefaat edeceklerine inanıyorlardı.
Unutmamak gerekir ki, Mekkeli müşrikler öldükten sonra dirilmeye yani ahiret hayatına inanmıyorlardı. Dolayısıyla onların şefaat talebi dünya hayatıyla ilgiliydi. Allah katında değerli bildikleri bu şefaatçiler, kendileriyle Allah arasında aracılık edecekler ve onları sıkıntılardan kurtarıp müreffeh bir hayata kavuşturacaklardı. Bunun için doğrudan Allah’a değil, şefaatçilere yalvarıyorlar, taleplerini onlar aracılığıyla iletiyorlardı.
Oysa, şefaatçi varlıkların onlara yardım edecek ne güçleri vardı, ne de yeterlilikleri… Bunlar, bir sivrisineği dahi yaratmaktan acizdirler. Üstelik, en az şefaat talep edenler kadar kendileri de Allah’a muhtaç durumdadırlar.
***
Arap müşriklerinin bir kısmı da, Meleklerin Allah katında kendilerine şefaatçi olacaklarına inanıyorlardı. Onlara göre, melekler Allah’a en yakın olan ve O’nun katında değeri bulunan seçilmiş varlıklar olduğundan şefaatleri de kesindi. Gerçekten de melekler, Allah’a hiç isyanda bulunmazlar, O’nun emirlerini harfiyen yerine getirirlerdi. Mantıksal kurgularında haklı gibi görünüyorlardı. Ancak, Allah bu tür bir anlayışı da reddediyordu.
Müşrik Arapların, meleklerden bekledikleri şefaat, elbette yine dünya hayatıyla ilgiliydi. Onlar, ahirete inanmadıklarına göre, Kur’an’da bu bağlamda anlatılan şefaatin de dünyada olduğu aşikârdı.
Ahirette, şefaatin kimseye fayda vermeyeceği konusundaki ayetler defalarca tekrar edilir ve bunlar Kur’an dostlarınca malumdur. Ancak, bazı ayetlerde istisna olarak getirilen izin konusu, farklı görüşlerin serdedilmesine sebep olmuştur.
Mesela, Taha,109’da zikredilen şefaat anlatımında, ahiret kastedilerek: “o gün şefaat fayda vermez” buyurulduktan sonra, “ancak Allah’ın izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu hariç” buyurulmaktadır. Bu ve benzeri istisna ayetlerinde, acaba Allah üçüncü bir şahsa şefaat izni mi verecektir, yoksa kişinin kendisine konuşma izni mi verecektir? Esas tartışma ve görüş farklılıkları burada yoğunlaşmaktadır.
Her iki görüşü savunanların da olduğunu bilmek ve bu görüşlerden birini tercih edip kanaat belirtmek, ilim erbabınca kınanmaması gereken bir durumdur. Bu konuda insanları tekfir derecesinde tenkit etmek, ancak o kişiye zarar verir.
***
Ayetlerin genelinden anlaşılan odur ki; Allah’tan izinsiz ne dil konuşur, ne organ!.. O gün, artık tevbe etmek yoktur, günahların artırılması ve eksiltilmesi de yoktur! Üçüncü bir şahsın araya girerek bunları affetme gücü de yoktur. Herkes yaptığının karşılığını bulacaktır. O gün hiç kimseye haksızlık yapılmaz. Kimse kayırılmaz, kimseye imtiyaz tanınmaz.
“Allah, onların gizlediklerini de açığa vurduklarını da bilir; fakat onlar ilim bakımından onları kuşatamazlar. Şimdi bütün yüzler Hayy ve Kayyum olanın önünde eğilmiştir; zulüm yüklenmiş olarak gelenlerse hüsrana uğramıştır.”(Taha,110-111).
Rabbimiz, bizi hüsrana uğrayanlardan eylemesin.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.