Kutlu Doğum Haftası
Kâinatın efendisi Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) miladî 571 yılının 20 Nisan pazartesi günü sabaha karşı seher vaktinde dünyayı şereflendirmişti. Kamerî takvime göre Rebîülevvel ayının 12. pazartesi gecesinin sabahı, miladî hesapla 1442 yıl önce Nübüvvet ve Risâlet nurları kâinat ufkunu aydınlatmış, kutlu doğum gerçekleşmişti.
Böylece kâinatta ilk yaratılan ve Hz.Adem’in (a.s.) alnında parlayan Nûr-u Muhammedî; asırlar boyunca peygamberden peygambere intikal ederek. Önce Abdullah’a, ondan da Amine hatuna intikal ederek asıl sahibini buldu. Hz.Muhammed dünyaya teşrif etti. Kâinat nur ile doldu. Onun dünyaya gelmesiyle âlem bambaşka bir âlem oldu.
İslam âleminde ve ülkemizde asırlardan beri her yıl Kamerî-Hicrî takvime göre Rebîülevvel ayının 12.gecesi VELÂDET KANDİLİ ihya edilmekte ve kutlanmaktadır. Bu takvim, ayın güneş yörüngesindeki seyrine göre düzenlendiği, dolayısıyla her yıl değiştiğinden, kandil farklı gecelere rastlamaktadır.
Diyanet İşleri Başkanlığı, yıllar önce güzel bir hazırlık çalışması yaparak, 571 yılı Rebîülevvel ayının 12.gecesinin, 20 Nisan’a tesadüf ettiğini belirlemiş ve 1989 yılından itibaren her yıl 14-20 Nisan günlerinde bir haftalık Kutlu Doğum Haftası düzenlemeye başlamıştır.
Mevlud-ü şerifler, vaaz sohbet ve konferanslar, dinî yayınlar ve çeşitli etkinliklerle ülke çapında gittikçe yaygınlaşan bir haftalık kutlama programları bu sene de sürmektedir.
Fahr-i kâinat efendimiz dünyaya gelmezden önceki Cehalet devrinde, yeryüzünde kopkoyu bir küfür, zulüm ve şirk karanlığı yayılmıştı. Şâir Mehmet Akif’in ifade ettiği gibi:
Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta;
Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi!
İnsanlar Allah’ı unutmuş, kendi elleriyle yonttukları taştan, ağaçtan ve çeşitli maddelerden mamül putlara ilah diye tapmaktaydılar.
Kutsal kâ’be böyle irili ufaklı 360 putla doldurulmuştu.
Hz.Peygamberimizin doğduğu gece; kâ’bedeki bu putlar yüz üstü yere düştü. Putperest İran Kisrâ’sının sarayındaki sütunlar yıkıldı. Mecûsilerin bin senedir söndürmeden yaktıkları ateş söndü. Sava Gölü’nün suları çekilip görünmez oldu. Daha pek çok mucizeler kutlu doğuma işaret etti.
Peygamberimizin doğduğu gece, dedesi Abdülmuttalip, Mescid-i Haram’da münâcaat üzere iken, “Müjde ey Abdülmuttalip! Şimdi Amine’den bir çocuk doğdu. Vücûdu Âlemlere rahmettir.” Diye bir ses işitmiş ve hemen Âmine’nin yanına gitmiştir.
Efendimiz sünnetli ve göbeği kesilmiş olarak doğdular. İki küreğinin arasında kalbinin hizasında NÜBÜVVET MÜHRÜ vardı.
Hz.Âmine Validemiz, kutlu doğum gecesini şöyle anlatır:
“Ben diğer hanımlar gibi hâmilelik zahmeti çekmedim. Rü’yamda bana “Sen alemlerin en hayırlısına ve bu ümmetin efendisine hâmile oldun. Onu dünyaya getirdiğin zaman adını Muhammed koy.” Dediler.
Doğum vakti geldiğinde kulağıma bir ses geldi. Ürktüm. Hemen bir ak kuş geldi. Kanadıyla arkamı sığadı üzerimdeki korku ve ürküntü geçti. Bir de baktım ki, etrafımı Abdimenaf kızları gibi boylu-boslu kadınlar çevirmiş; öyle ki ben onlar kadar yüzü nurlu kadın görmedim. Biri beni arkamdan tutuyordu. Çok susamıştım. Diğeri yaklaşarak beyaz bir kâse içinde şerbet sundu. İçtiğim zaman her tarafımı nur kapladı. Sütten ak, kardan soğuk, baldan tatlı bir şerbetti. O anda Muhammed dünyaya geldi. Bu kadınlar birisi Hz.Âsiye, diğeri İmran kızı Meryem, öteki de cennet hûrilerinden olduklarını söylediler.”
Peygamber Efendimizin süt Annesi Hz. Halime şöyle anlatıyor:
“Hz.Muhammed’i teslim almaya gittiğimde; yeşil bir ipeğe sarmışlar, üstüne de misk kokulu sütten beyaz bir yün örtmüşlerdi. Arkası üstü yatırmışlar uyuyordu. Cemaline baktım uyandırmaya kıyamadım. Yavaşça yanına vardım. Elimi göğsünün üstüne koydum. Mübarek gözlerini açıp yüzüme baktı, güldü. Gözlerinden nur yükseldi. İki gözünün arasından öptüm ve sağ mememi verdim, aldı. Doyana kadar emdi. Ondan sonra sol mememi verdim, almadı. Hep böyle yaptı. Dâimâ sağ mememi emer, soldan hiç emmezdi. Bir devemiz vardı, sütü çok azdı. Hz.Peygamberimizi evimize getirdikten sonra memeleri sütle dopdolu olmuş. Kocam dedi ki, “Ey Halime getirdiğin yetim ayağı uğurlu imiş, evimizde bereket zahir oldu.”
Hz.Peygamberimizin çocukluğu, gençlik ve vahye kadarki erişkinlik yılları da gayet temiz, nezih, dürüst ve saygın idi. Bu yüzden çevresinde her kes ona Muhammed-ül Emin derdi. 23 yıllık zor ve çileli bir nübüvvet ve risâlet döneminden sonra 63 yaşında ebediyete intikal etmiştir. Son peygamberdir. Nübüvveti kıyamete kadar devam edecektir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.