TGB’liler... Maoist Perinçek’in Kemalist askerleri!
Geçtiğimiz Salı günü anlatmıştım... İzmir’de kaldığımız iki gün içinde “bir tek tepki” görmüştük... Tepki gösteren de, Doğu Perinçek’in lideri olduğu İşçi Partisi’nin “Türkiye Gençlik Birliği” üyeleriydi.
Yazımda da bahsettiğim gibi;
İki sloganları vardı:
“İzmir’in kapısı hainlere kapalı!”
“Mustafa Kemal’in askerleriyiz.”
Düşünebiliyor musunuz;
Düne kadar “Maoist” olan Perinçek’in gençleri, bugün “Kemalist” olmuş!..
Evet evet, onlar bugün;
“Maoist Perinçek’in
Kemalist askerleri”dir!..
TGB’DEN RANDEVU TALEBİ
O gün, bu “protesto” gösterisini anlatırken, bir şeyi unutmuşum.
Malûm;
“Akil İnsanlar Heyeti”nin Ege Grubu’nda Avni Özgürel, Başkan Yardımcısı’dır.
“Kimlerle görüşelim?” diye düşünürken, aklına “TGB’liler” gelir.
Ve “TGB’nin İzmir Şube Başkanı” olan hanıma bir mesaj atıp, randevu ister...
Der ki;
“Sizi de dinlemek istiyoruz.”
Ne var ki;
Mesajına cevap alamaz...
Ne “Evet” derler,
Ne de “Hayır!”
Demek oluyor ki;
Amaçları “konuşmak” değil,
“Slogan” atmaktır!..
Bunu, Urla’da da görmüştük...
Yine bir TGB’li genç, gözünde “Rayban gözlük”lerle kahvaltı esnasında gelmiş, birkaç “şablon cümle” söyleyip, gitmişti.
“Dur, sen de bizi dinle” demiştik ama, herhalde “ezberinin bozulacağından” endişe etmiş olmalı ki, çekip gitmişti.
Onlara göre;
Biz “hain”dik.
“Açılımcı” idik,
“Bölücü” idik!..
Ve yine onlara göre;
Bu bir “Amerikan ve NATO plânı”ydı, bizler “Derin NATO’nun sözcüleri” idik, “PKK eliyle Türkiye’nin bölünmesi”ne hizmet ediyorduk...
Onlar ise;
“Mustafa Kemal’in askerleri!”
“Allah, Allah” dedim, kendi kendime;
“Doğu Perinçek, bu adamların lideri değil mi?.. Doğu Perinçek denilen adam; Abdullah Öcalan Bekaa Vadisi’nde iken onu ziyaret etmemiş miydi?.. Ziyaretle yetinmeyip, bir anlamda PKK’lı militanları teftiş etmemiş miydi... Birbirlerine gül vermemişler miydi?..
Doğu Perinçek’in Bekaa ziyareti, 2000’e Doğru dergisinde, hem de büyük bir iftiharla yayınlanmamış mıydı?”
NAZIM HİKMET’İN MEKTUBU
İşe bunları düşünürken, biraz daha bilgi sahibi olabilmek için internete girdim; “2000’e Doğru, Aydınlık, Doğu Perinçek” yazınca, Nihat Nasır’ın “bizimbursa.com”daki yazısı çıktı karşıma....
Nihat Nasır, şöyle girmiş yazısına;
“Çok uzun yıllar sonra ülkem yeniden bir bahar arifesindeyken, kardeşlik ve barış çiçeklerinin açmasına ramak kalmışken ve akıllara ziyan bir cinnetten kurtulma şansı yakalamışken, bu büyük imkânı heba etmek çok daha büyük bir haksızlık olur sanırım.
Geçenlerde aynı dünya görüşüne sahip olmadığımız ve fakat bu konuda aynı müştereği paylaştığımız bir arkadaşa bu sözleri söylemiş ve ardından şunu eklemiştim:
‘Biz, silahların sustuğu, kardeş kanının dökülmediği, anaların ağlamadığı bir vasata erişelim, sonrası kolay. Oturur, meselelerimizi medeni insanlara yakışır bir biçimde konuşarak hallederiz.’
Daha bu konuşmanın üzerinden bir hafta bile geçmemişken, şu an sayfamızda boy gösteren arşivimdeki bu ilginç belgelere denk geldim... Belgenin kaynağı, şimdilerde Kemalizm’in yılmaz savunuculuğunu üstlenen Doğu Perinçek’in ‘Aydınlık’çı grubu. Bir süreden beridir memlekette Kemalizm’in ‘sol’ diye pazarlandığı herkesin bildiği bir hakikat ne yazık ki.
Bu kesimin başını çekenler ise herkesin bildiği üzere işbu Aydınlıkçılar... Bununla birlikte kendisini ‘sol’da tanımlayan önemli bir kesim de benzer kanaatleri paylaşıyor maalesef...
İşte bu karmakarışık ortamda arşivimdeki dergiler arasında gezinirken kapağında Nazım Hikmet’in resmi olan mevkuteye denk geldim.
25 yıl önce yayınlanan ve varlığını bile unuttuğum bu dergiyi karıştırmaya başladığımda ise gördüklerime ve okuduklarıma inanamıyordum açıkçası... Okuduklarımda, Türkiye solunu, içine düştüğü büyük açmazdan kurtaracak reçete vardı zira.
Şu bir gerçek ki, Türkiye solunun tabir yerinde ise mitolojik kahramanlarından birisidir Nazım Hikmet ve bu ünlü isim aynen şöyle diyordu Kürdolog Kamuran Bedirhan’a yazdığı mektupta:
‘Anadolu milli kurtuluş hareketi yalnız Türkler için değil, Kürtler için de tarihlerinin en şerefli sayfalarından biridir.
O dövüş yıllarının sonradan Türk idarecilerince yasak edilen en unutulmaz türkülerinden biri ‘Vurun Kürt uşağı namus günüdür!’ diye başlar.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonra, Türk idarecileri ve egemen çevreleri, Kürt hareketinin, tanımağı vaat ettikleri millet ve insan haklarını tanımadı, hatta işi Kürt milletinin millet olarak varlığını bile inkâra kadar götürdü.
Bu devir, Türk idarecilerinin ve egemen sınıflarının emperyalizmle uzlaşmaya başlaması devridir. Bu inkârla bu uzlaşmanın aynı devirde baş göstermesi sadece bir rastlama değildir.
Bugün Türkiye Cumhuriyeti’ni Orta ve Yakın Doğuda emperyalizmin kalelerinden biri haline getiren Türk politikacıları Kürt milletinin milli varlığını inkârda ısrar ediyor ve Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde öteki azınlıklara tanıdığı hakları bile Kürt milletine tanımıyor.”
KAMURAN BEDİRHAN KİMDİR?
Lütfen dikkat;
Bu mektubu yazan, “Solcuların ve Komünistlerin mitolojik kahramanı” olan Nazım Hikmet’tir.
Peki kime yazmıştır bu mektubu?..
Kürdolog Kamuran Bedirhan’a...
İyi de, Kamuran Bedirhan kimdir?..
Soner Yalçın’ın, 25 Ekim 2009 tarihli Hürriyet’teki “Paris’te Bir Kürt Prensi: Kamuran Bedirhan” adlı yazısında, Kamuran Bedirhan, özetle şöyle tanıtılıyor:
“Son 150 yıllık tarihimizde ne çok kişi Paris’e gitmek zorunda kaldı.
Kimler yaşamadı ki bu zorunlu-gönüllü sürgünlüğü...
Siyasal sürgünlerden biri de Kürt derebeyi Bedirhanilerin torunu Kamuran Ali Bedirhan idi.
Kamuran Ali Bedirhan, 1895 yılında İstanbul’da doğdu.
Bedirhan Bey’in torunu; (Kürdistan Teavün ve Terakki Cemiyeti kurucusu) Emin Bedirhan’ın oğlu olan Kamuran Bedirhan, çocukluğunun büyük bir kısmını İstanbul’da geçirdi.
İstanbul’da -babası gibi- hukuk okuduktan sonra Almanya’da hukuk doktorasını aldı. Ancak Kamuran Bedirhan edebiyat üzerine çalıştı.
Siyasetle de ilgiliydi.
Bırakınız Kürdistan’ın Osmanlı’ya bağlılığını, özerklikten yana bile değildi. Mahkeme müfettişi babası gibi bağımsızlıkçıydı.
Nasıl Osmanlı’ya karşı Arapları ayaklandıran İngiliz ajanı T.E. Lawrence varsa, Kürtleri ayaklandırma işi de İngiliz ajan E.W.C. Noel’e verilmişti.
Binbaşı Noel’in yardımcılarından biri de Kamuran Bedirhan idi.
İşgalcilere karşı Anadolu’da isyan bayrağı açan Mustafa Kemal bu ekibin hedefi oldu. Sivas Kongresi’nde suikast düzenlediler. Başaramadılar.
Kamuran Bedirhan gıyaben idama mahkûm oldu. Binbaşı Noel sayesinde Suriye’ye kaçtı.
Kamuran Bedirhan hayatının sonuna kadar ateşli bir anti-Kemalist olarak yaşadı. (...) 6 Aralık 1978’de de Paris’te öldü.”
HAZIM DA MI HAİN?
Soner Yalçın’ın yazdıklarından anladığım o ki; Kamuran Ali Bedirhan, ateşli bir “Antikemalist”tir!.. Sıkı bir “Kürtçü”dür ve aynı zamanda hem “İngiliz”lerle, hem “İsrail” ile derin ilişkileri vardır.
İyi, hoş da;
Tüm bu ilişkilere sahip bir adamla, Nazım Hikmet’in, Doğu Perinçek’in, onun 2000’e Doğru dergisinin ne gibi bir ilişkisi vardır ki; Nazım Hikmet’in işbu Kamuran Bedirhan’a yazdığı mektup, 2000’e Doğru dergisinde yayınlanmıştır?!?..
Demek oluyor ki;
Nazım Hikmet de “Kürtçü”ydü!..
Demek oluyor ki;
Doğu Perinçek de “Kürtçü”ydü!..
Ya da, onlar da;
“Vatan haini”ydi!..
Onlar da “bölücü”ydü!..
Öyle olmasa;
25 yıl önce Nazım Hikmet’in mektubunu yayınlamazlar ve yine 22 yıl önce, yani 5-7 Nisan 2001’de Bekaa Vadisi’ne gidip de PKK Kampı’nı ziyaret etmezler, birbirlerine gül vermezlerdi.
BARIŞIN DÜŞMANLARI
Nihat Nasır işte bu “çelişki”ye dikkat çekip sormuş;
“Bu mektubu büyük bir iftiharla yayınlayan 2000’e Doğru Dergisi’nin (bugünkü Aydınlık gazetesi ve İşçi Partisi çevresinin) bugün tamamen tersine bir vaziyet almasını, geçmişte yaptıkları çok ağır rejim eleştirilerini yok sayıp bugün tam kadro statükocu bir tavır takınmalarını nasıl açıklamalı?”
Star’dan Ahmet Kekeç de, bu çelişkinin sebebini açıklamaya çalışırken, demiş ki;
“Onlar ‘savaş’ diyen Öcalan’ı seviyor...
‘Barış’ diyen Öcalan’dan nefret ediyor.
Kan döken PKK’yı seviyor...
Sınır dışına çekilmek isteyen PKK’dan nefret ediyor...
Mektupta göze çarpan en önemli husus şu:
Nazım Hikmet’in ‘Türk politikacıları ve egemen çevreleri’ ifadesiyle yaptığı ‘Kemalizm’ eleştirisi dünün Aydınlıkçıları tarafından paylaşılıyordu, Mustafa Kemal’e yönelik ithamlar hiç de sakıncalı bulunmuyordu.
Bugün ise hepsi Kemalist kesildi...
Hangi beyanlarını ciddiye almalı?
Bu arkadaşlar komünist mi, Maocu mu, Kemalist mi, Kürtçü mü, ulusalcı mı?
Ne?
Dün komünist Nazım Hikmet’in mektubunu paylaşıyorlardı, bugün Veli Küçük’ten ‘büyük vatan kahramanı’ yaratmaya çalışıyorlar.
Fena yakalandınız hamşolar.
Hem de çok fena!”
Bir çift lâf da benden:
Herhalde, “ne oldukları” anlaşılmasın diye, “Rayban” gözlüklerin arkasına gizleniyorlar!
Ben, İzmir’de onu gördüm!..
Cehenneme kadar yolu var!
Bir de bana “küfürbaz” derler... Bir de benim “nefret söylemi” kullandığımı söylerler... Evet, ben; “inancıma küfreden” adamlara ve madamlara küfrederim... Evet, ben; “inancıma nefret kusan” insanlardan nefret ederim... Ama ben; “sadece kendi inancını ya da inançsızlığını dile getiren” insanlara bir şey demem... Öyle ya; “Benim dinim bana, onların dini onlara!”
Gelin görün ki; “piyanist”liğinden ziyade “çemkirme”leri ve “küfür”leri ile gündeme gelen Fazıl Say denilen adam; “fikir”lerinden dolayı değil, ağzından çıkan “kir” ve mesajlarından çıkan “küfür”ler dolayısıyla “10 ay ceza” yiyince, “malûm medya” hemen ayağa kalktı ve başladılar Fazıl Say’ı adam saymaya... Neymiş, “Ömer Hayyam’ın dizeleri”nden dolayı ceza almış... Neymiş, “düşünceye ve şiire ceza” verilmiş!..
Be Allah’tan korkmaz, kuldan utanmazlar!.. O sözlerin “şiir” ile “düşünce” ile ne ilgisi var?..
Adam kalkmış; “Bilmem farkettiniz mi nerde yavşak, adi, magazinci, hırsız, şaklaban varsa hepsi Allahçı. Bu bir paradoks mu?” diye yazıyor ve bu “fikir” oluyor, öyle mi?..
Cennet’i, hâşâ “kerhane”ye benzetiyor ve bu “fikir” oluyor, öyle mi?..
Aldığı ama ertelenen cezadan dolayı, “Ülkem adına üzgünüm” demiş... Bir zamanlar da, “Bu ülkeyi terkedeceğim” demişti...
Gerçi “varlığına inanmıyor” ama;
Cehennem’e kadar yolu var!..