Kürtler, Türkler ve diğerleri! Barış mı intikam mı?
Bizim oralarda, bitmek bilmeyen kan davaları vardır. Sudan sebeplerle çıkan… Bir kıvılcım kâfidir, yıllar boyu sürüp gidecek bir kan davasını alevlemek için. Gerçi uzaktan bakılınca, her iki taraf da yangın yeridir aslında! Çünkü her iki taraftan da gençler, yaprak gibi toprağa dökülmektedir!
Kopan kıyamet, her iki taraf için de felaket ve gözyaşı demektir. Ciğer ateşi demektir ve çoğalan mezarlar… Buna rağmen kindar ihtiyarlar, inadına kana kan yani vahşice intikam peşindedir. Kan döken, can veren gençler umurlarında bile değildir. Varsa yoksa intikam!
Şimdi her ırktan, her kesimden barışa ayak direyenler, bana bu üzerine medeniyet ışığı doğmamış, kindar ve intikamcı insanları hatırlatıyorlar!
İki tarafta da barış karşıtı olanlar, terör sorununun çözülmesine ilişkin en ufak bir katkı sunmaksızın, ille de geçmişteki çatışma noktalarını aktiflemeye gayret ediyorlar!
İtiraz noktaları da tıpkı kan davası konusunda paralelleştikleri üzere benzeşiyor.
“Bunca insanımız boşuna mı öldü?”
“Barış, ölülerimizi diriltecek mi?”
“O kadar emek verdiğimiz mücadelemiz rafa mı kalkacak?”
Dikkat ederseniz, barış süreci bu insanların gözlerini, bir ömür sürecek kanlı bir savaştan çok daha fazla korkutuyor. Emin olun her taraftaki savaş yanlıları birbirinin aynı… Barışmak, bu insanlara kan dökmekten daha zor geliyor. Silahsız bir sürece giriyor olmak, silahların gölgesinde yaşamaktan daha riskli!
Hülasa, kavga etmek üzerine kurulu bir yaşam algısı bunlarınki… Savaş, intikam, ölüm… Tedavi edilesi zihinsel bir çıldırma hali! Bilinçaltı öteki algıları ise çok daha tehlikeli! Kendi gibi olandan başkasını, paranormal akıbetlere uğratan bir şeytan üçgeni!
Barış, bu katil kafa yapılarına rağmen gelirse iyi…
•
Gaziantep Yabancılar Şubesi’ne hiç gittiniz mi?
Daracık ve loş bir sokaktan içeri giriyorsunuz! Mübarek, “Elm Sokağı” sanki! İnsanın üzerine devrilecekmiş gibi duran binalar ve zaten dar olan sokağı boğan işportacılar… Etraftaki esnaf lokantalarından, tatlıcılarından yükselen envai çeşit koku, genzinize yapışan duman…
Derken, izbe bir girişten içeri giriyorsunuz! Kesif bir rutubet kokusu… Nuh Nebi’den kalma loş, kasvetli bir içyapı! Duvarlar kir pas içinde… Havasız… Elliyi aşkın polisin görev yaptığı bu yer, sanki devlet dairesi değil de mahpushane! Tavanda ışık sızan havalandırmalar, kırık dökük sandalyeler, simsiyah mozaikler, ıskartaya çıkmış masalar… Klostrofobik arşiv odaları… Bu mekân, kesinlikle canlılar için yaşanması sakıncalı!
Hiç düşünülmemiş ayrıntılar da var! Mesela engelli yabancılara, vatandaşlara bu binada nasıl hizmet sunulacak?
Çalışanlar, kötü çalışma koşullarının üzerlerinde oluşturduğu sıkıntıyla nasıl görev yapacak?
Aile ve Sosyal İşlerden Sorumlu Bakan Fatma Şahin’in ve Gaziantep milletvekillerinin, Gaziantep Valisi ve Emniyet Müdürü’nün, ellerini vicdanlarına koyarak burada yaşanan drama kayıtsız kalmamalarını, tez elden Yabancı Şube çalışanlarına bir çare üretmelerini diliyorum! El birliğiyle bu perişanlıktan kurtaracaklarını ümit ediyorum.
Hatırlarsanız, Karşıyaka Polis Karakolu’nun güvenlik zafiyetini kaleme almıştım. “Yaşasın ölü polisler ve sürünsün diriler” başlıklı yazımı okuyun lütfen! Bir yıl boyunca bu konuda hiçbir şey yapılmadığını göreceksiniz! Sonra terör saldırısına uğradı!
Yani geç kalındı.
En azından bu kez olsun çok geç olmadan bir şeyler yapın!