Hayat dolu bu iklimi kaybetmemeliyiz
“Arkadaşını söyle, kim olduğunu söyleyeyim”. Anne duası, “Allah, iyilerle arkadaş; kötülerden ırak kılsın” der. Kutlu doğum vesilesiyle bir haftadır, en güzel ahlakın iklimindeyiz. Çöplük arayan karga, gül bahçesini, bülbülün aşkını, sesini ne bilsin? Çöplükte, ne aşka, ne sese gerek yok zaten.
Güzel bir hafta geçirdik. Ahlak, edep, haya, kardeşlik gibi en yüce değerleri Peygamberimiz örneğinde yaşadık. Şimdi gereken bu iklimi kaybetmemektir. Bu ahlak, bu iklim, yalnız Müslüman’a, Müslüman toplumlara, İslam diyarlarına has bir nimettir. İslam’sız, “Asr-ı saadet” olmadı, olmaz. İslam ahlakı yoksa, çıkar hesabı başlar. Ahlaki değerlerden yoksun çıkar ise, vurgun, soygun, sömürüdür.
Üstün değerlerle yapılandırılmış insan fıtratıyla, dünya faniliğindeki zıtlık gibi birçok şey, aklı ve ruhu, kendi anlam ve sorumluluklarını aramaya sevk edip, mecbur kılıyor. Akıl, Yunusların, Mevlanaların yanında, Firavunların, Nemrutların, saman alevi gibi geçici saltanatlarının ne kadar değersiz kaldığını görüyor. Müslüman, hidayetle, körlük menzilini aşan, iyiyi-kötüden; güzeli çirkinden ayıran İslam iklimine ulaşıyor. Böyle olunca karşılaşılan ilk sorumluluk, insanın, akıl ve vicdan gibi üstün fıtratını görüp, bilip Allah’a şükretmemesi ve Hak yolda gayretini artırmasıdır.
Bu yüce fıtrat, bu eşsiz nizam ve idrak, elbette boşuna değildir. Bu kadar muazzam bir nizam ve oluş, yokluk ve anlamsızlıkla kemale ermez. İnsan, kendini bilmek, ona göre sorumluluklarını yüklenmek zorundadır. Ruh, ahlak- edep gibi gözle görülüp, elle tutulamayan; fakat gözle görülüp, elle tutulanlardan çok üstün ve önemli değerler olduğunu ihtar eden, anlatan hadiselerin görülüp yaşandığı bir dünyadayız. Yaratan, Hz. Adem’le başlayan, “Ebedi Risalet” nimetiyle, anlamını arayan insanı ödüllendirmektedir. “Hidayet” dediğimiz bu İlahi nimet, akıl anahtarı, saadet yolu olan en güzel ahlakın son elçisi Peygamberimiz, Hz. Muhammed’dir. (s.a.s)
Fıtratta insanı, üstün ve eşit kılan Yaratan, yine rahmetiyle başı boş ve karanlıkta da bırakmamıştır. Her devrin imkan ve şartları gereğince elçilerle yol göstermiştir. Öyle bir yol ki, büyük bir imtihanla insanın, idrak seviyesini yükseltip, emeğini katarak ebedi hayatı ve cenneti kazanmada bir pay sahibi olması istenmiştir.
İslam, ilahi rahmetin öyle eşsiz zirvelerinden biridir ki, hak etmek, kazanmak gibi bir değerin, fırsat ve şerefini de insana vermiştir. Müslüman’ı sorumlu kılarak, birbirini seven-sayan; sevinç ve acılarını paylaşan kardeşler yapmış; iyiliği yaşamak ve hakim kılmak, kötülüğü yok etmekle sorumlu kılmıştır. Peygamberimizin hayatına bakarken bir kere daha görüyoruz ki yolumuz açık, görevimiz son derece şereflidir. Bu şerefi, manen ve maddeten taşıyacak güce erebilmek için, büyük bir gayret ve dayanışma ihtiyacı içinde olduğumuzu daha iyi anlıyoruz.
Bugün sorumluluklarımızı yerine getirmekte hedeften oldukça uzakta isek de, ümmet olarak kışın sonuna geldiğimiz ve bahar iklimine girdiğimiz görülmektedir. Daha düne kadar, Suriyeli kardeşlerimizle aramızı mayın tarlaları ve tel örgüler ayırıyordu. Bugün yürekten bir bütünüz. Dün, “Yemen’den bize ne!” diyen cehaletin sesi çınlıyordu kulaklarda. Bugün, Somali’nin, Afrika’nın, tüm insanlığın acısını paylaşmaya talip güçlü bir gönül ve irade sahibiyiz. İslam diyarlarının ruhu, yasaklarla kuşatılmış, matem diyarı olmuştu. Şimdi Mısır’da, Tunus’ta Mursi ve Gannuşi gibi bülbüller şakıyor. Arap baharı, ümit kaynağı oluyor.
Kazandığımız, sahip olduğumuz nimetleri görüp şükredelim ki kaybetmeyelim. Durulabilecek bir yerde değiliz. Yolun üstünde yatılmaz. Gayretle sorumluyuz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.