Milletimin Kim Olduğunu Biliyorum
“Türkçülük ve Türklük” hakkındaki nâçizâne birçok yazımda, “işi gücü bırakmış Türklerle uğraşıyor” şeklinde bir gayem olmadığını beyan ederim. Bu mevzuları ele alan her yazımda, 1912’li yıllardaki Türkçü Dernekler ve Cumhuriyet’le sürüp gelen çizgide Türklerin hüviyetinin eksik ve yanlış öğretildiğini hüsnüzanla anlatmak çırpınışı içindeyim. Bendenizin hasbî bir dâvasıdır bu. Başka maksat aranmamalı. Türk milliyetçiliği yapanların nasıl bir düşünce yapısına sahip olduklarını âcizâne bilir durumundayım. Çünkü gençliğim bu câmiada geçti.
Bu gün fikirlerini bütünüyle paylaşmasam da onları karındaş bilip sevdiğimden, Türklüğün İslâmî bir hüviyet olduğuna dikkat çekmektir bütün maksadım. İnanarak ifade ederim ki mevcut Türklük anlayışında büyük bir yanlışlık söz konusudur. Bunun içindir ki, Türk milliyetçileri ne siyasette başarılı olabiliyor, ne de mütedeyyin cemiyetle kucaklaşabiliyor. Türk’ün İslâm milleti oluşunun köklerine indiğimde öğretilen Türklük bilgilerinin eksik ve yanlış olduğunu öğrendim. Bundandır ki yüreğim yaralıdır. Türk milliyetçiliği yapanların bu meseledeki tefekkürsüzlüğüne kahırlı olmam ve Cumhuriyet’le birlikte Türklük mevzuu cerahatli hâle getirildiği için sıkça neşter vurmam bu sebeptendir.
Fakiri, “Türkçülükle ve Türk kavramıyla uğraşıyor” diyerek yaftalayanlar bunu anlayacak mantalitede olmadıklarından, yazılarımıza tefekkürün tâlimine girmemiş ön yargılarla bakıp itham ediyorlar. Kur’ânî ölçüler içinde Türk’üm, Türk olmanın haysiyetini İslâm milletinin en şerefli bir temsilcisi ve hâdimi hüviyeti içinde taşımaktan gurur duyarım.
Milletinin kim olduğunu bilmeyenler var. Milletinin hüviyetini karıştıranlar ve milletinin Atatürk milliyetçiliği içinde olduğunu söyleyenler var. Milletini seküler İslâm’la Türklüğün sentezinden ibaret görenler var. Milletini, Cumhuriyetin laik Türklüğü sananlar ve İslâmsız pozitivist ulus Türklükte arayanlar var.
Ben milletimin kim olduğunu biliyorum elhamdülillah. Milletim, İbrahim milletinden sürüp gelen, Hazret-i Peygamberin ümmetine tâbi olan, İslâm şairi Âkif’in beyan ettiği üzere “O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak / O benimdir, o benim milletimindir ancak” diyerek, ay yıldızlı bayrağının dünyadaki vâdesi tamamlanana kadar bu topraklar üzerinde dalgalanacağına inanan “Hakk’a tapan milletin” hâdimi ve bayraktarı olan, vatanın ve devletin, Allah’ın Şeriatı’na tâbi olmaya yeniden hazırlanan milletimizin hakkı olduğunu dile getirecek, “Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım / Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!” diyecek ve İslâm’ın içinde eriyerek millet olduğunu bir daha gösterecek olan Türklerdir.
“Ben” kelimesini İslâm milletinin tacidârı Türkler adına kullanan Âkif, Türklerin hür bir İslâm milleti olarak yaşadığını ve kimsenin boyunduruğu altına girmeden yaşayacağını ifade ediyor. Türklerin devlet hakkını ve bağımsızlığını elinden alacak olanların çılgın ve boş bir hayâl peşinde koştuğunu, Türklerin din ü devlet, din ü millet uğruna her türlü zorluğu aşacak basirette olduğunu, bu uğurda hiçbir engeli tanımayacağını söylüyor.
Ben milletimin kim olduğunu biliyorum. Hicaz Müdafaasında: “Bu asker, Medine'nin enkazı ve nihayet Ravza-i Mutahhara'nın yeşil türbesi altında, kan ve ateşten dokunmuş bir kefenle gömülmedikçe, Medine-i Münevvere kalesinin burçlarından ve nihayet Mescid-i Saadet minareleriyle yeşil kubbesinden al sancağı alınmayacaktır! Allahu Tealâ bizimle beraberdir! Şefaatçimiz O'nun Resulü, Peygamber Efendimiz'dir. Ey bütün tarihi eşsiz kahramanlar; şan ve şerefle dolu Osmanlı ordusunun yiğit zâbitleri! Ey her cenkte cihanı tir tir titretmiş, asla kimseye boyun eğmeyerek dâima namus ve din borcunu kanıyla ödemiş yiğit Mehmetçiklerim, kardeşlerim, evlâtlarım! Gelin hep beraber Allah'ın ve işte huzurunda huşû ve aşk içinde gözyaşları döktüğümüz Peygamber'in karşısında, aynı yemini tekrar edelim ve diyelim ki; Ya Resulallah, biz Sen'i bırakmayız! Son neferimize varıncaya dek şehit olmadıkça Sen'in mübarek bedenini düşman eline teslim etmeyeceğiz" diyen Fahreddin Paşa’nın temsil ettiği Türklerdir.
Ben milletimin kim olduğunu biliyorum. Türk-i Osmanî nâmı içinde İslâm milletinden olmak şerefini taşıyan, ümmetdaşları arasında ırkçılık ve üstünlük duygusunu Allah’ın emrince yasaklandığı için kalbine almayan, Kur’ân’ın âdemiyet bilgisini sosyal nizam hâline getiren, “Türk, Müslüman oldukça Türk'tür” ve “Şeriatın kestiği parmak acımaz” diyen, Müslüman olduktan sonra soy sop aramayan, Hilâfet Makamı etrafında “Vatan-ı İslâmiyye” dâvasıyla toplanıp “Düşürme yerlere Osmanlı bayrağını Yarab / ümid-i âlem-i İslâmı yıkma Rahmanım” diye niyaz ederek Millî Mücadele’ye katılan, 1920 Meclis’inde “Bu Meclis Müslümanlık Meclisi, elhamdülillah Arabından, Kürdünden, Lazından, Gürcüsünden, Arnavudundan toplandık buraya” diyerek din ü devletin, din ü milletin hâdimliğini yapan, Hz. Peygamberimizin (s.a.v) “Allah’a yemin ederim ki, Allah yolunda öldürüleyim, sonra tekrar diriltileyim, sonra yine öldürüleyim, sonra tekrar diriltileyim, sonra yine öldürüleyim” hadisini zikrederek cihada çıkan ve Türkiye’ye Hz. Ömer gibi iradesini koyması gereken Türklerdir.
Milletimin kim olduğunu eski bir şairin mısralarıyla beyan ederim ki, “En son koşumuzdur bu! Asırlarca bilinsin / Bir bir açılırken göğe, son def'a yarıştık / Allah’a giden yolda meleklerle karıştık / Geçtik hepimiz dörtnala, cennet kapısından” diyerek, “tâ Malazgird ovasından yürüyüp” diyâr-ı Rum’u darülislâm kılan, millet olma sebebini Allah’ın Tevhid’inde gören, medeniyet-i İslâm’ı ihya eden, mazlum ve Müslüman kavimleri bir araya getiren, 1924’den sonra üzerine zorla giydirilen “laik-ulus” elbisesini atarak, Kur’ân ve Sünnet çizgisinde millet vecibelerini yeniden kuşanacak ve “Atatürkçü Cumhuriyet”i değiştirip İslâm millet vecibelerinin hâkim olduğu cumhuriyeti kuracak olan İslâmoğlu Türklerdir.
Türkler ki aydınları tarafından modern câhiliye ve Batılı milliyetçilik düşünceleriyle zehirlenmeden önce asırlarca İ’lâ-yı Kelimetullah’ı yayarak, din ve devletlerini ümmet için ayakta tutmaya çalışmış, İslâm'ın âlemşümul millet anlayışını asırlarca yaşatmış, etnikçiliğe dayalı sistem ve ideolojileri tarih boyunca sınırlarından içeri girdirmemiştir.
------------------------------------
İLÂVE YAZI:
FİKİR DÜKKÂNI’NDAN NÜKTELER
Gönül dostlarımdan Hasan Keklikçi’nin, cumartesi de dahil sabahları işe erken gittiğinden ve bir miktarda hasta sayıldığından sohbetlerden vaktinden önce kalkma muafiyeti vardır. Bu güzel dosta verdiğimiz sohbetten vaktinden önce kalkma muafiyetini öteden beri kıskanırlar. En çok da, şu sıralar yayınladığı kitapları ve ödül alan hikâyeleriyle nezdimde kredisini yükselten Hasan Ejderha, onun muafiyetini hemen yüzüme vurur, “Ona torpil yapıyorsun, biz karda kışta sohbetin sonuna kadar oturuyoruz…” diye sokranır. Fikir Dükkânı’nda sohbetten kalkma vaktinin saat gece 0.2.00 olduğunu hatırlatırım. Bu kural bir nastır. Zamanında Hocamgilin ve Dükkânı’nın komutanı nâmıyla maruf bir müdavimin teklifleriyle “Gece saat 0.2.00’den önce sohbetten kalkılmaz…” maddesi konulmuştu. Kalkanın aleyhinde konuşurlar, fikrinin azalacağına yorarlar. Bu kuralı en çok ihlal eden gönül dostumuz Dr. Mehmet Ceran’dır. Onun vesaitiyle gelmesi dolayısıyla, Hacı İbrahim Arıkmert dostumuzda mecburen kalkmak durumunda kalıyor. Özellikle bu gönül dostumun yüzünden bendenizi ağır sorulara muhatap kılıyorlar. “Hasan Keklikçi’nin patronu Ak Partiden aday olduğu için muafiyet verdiğin gibi, Hacı İbrahim Arıkmert de Ak Partili olduğu için ona da torpil yapıyorsun…” diyorlar. Fesubhanallah! İftiraya bakın ey azizan! Başka iftira kalmadı şimdi de Ak Partililere sohbetten erken kalkma torpili yaptığım iftirası atılmaya başlandı. Dünya âlem bilir ki fakir, hayatında hiç particilik yapmamış ve parti tutmamıştır. Ayrıca Fikir Dükkânı’nın kapısından particilik asla girmemiştir, giremez.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.