Müdaheleci devlet
Bir süre önce Fransa’da Müslüman olup İslami yaşamaya başlayan iki küçük kız başta Fransızların olmak üzere dünyanın gündemine gelmişti. Mesele biri yahudi diğeri ateist olan ebeveynden dünyaya gelmiş bu çocukların, gençliğe adım atmaya hazırlandıkları dönemde, biri henüz ortaokul, diğeri ise lise çağlarına girmişken, İslamiyeti benimseyip başlarını örtmeleriyle gelişmişti. Fransız devleti hemen müdahale etmek istemiş ve etmişti de. Fransız ulus-devletinin, bizdekine benzer laiklik eksenine oturtulmuş üniter yapısı içinde geliştirdiği milli kimlik anlayışı bu müdaheleyi meşrulaştırmıştı. Meşru derken devletin kendi bakış açısını kastediyorum. Ulus devlet bünyesinde geliştirilen ve vatandaşların tamamına, istisnasız empoze edilen milli kimlikte “aynılık” esastı ve bunun üzerinden yaptığınız okumada henüz ilk öğretim çağındaki kızların, devletin çoğu zaman mesafeli durduğu, kimi zaman tehlikeli gördüğü İslam kültürünü benimsemiş olmaları kabul edilemezdi. Sonuç itibariyle de anne ve babalarının koruması altında dahi olsalar, anne ve babasına karşı bu çocukları güya “koruyacak” bir devlet ideolojisi müdaheleci mizacını ortaya koyabiliyordu. Devlet eli eve kadar uzanabiliyordu. Özel alanı düzenleyip gerekirse yeniden inşa edebiliyordu.
Aynı devlet yine o dönemlerde Fransa parlamentosundan geçirilen “görünen dini sembollerin yasaklanması” kanununu protesto etmek amacıyla saçlarını kazıtan orta okul öğrencisi Cennet’i de, yakaladığı basın ilgisinden olsa gerek, şiddetli bir şekilde cezalandırıyor, okul içerisinde bile göz hapsinde tutuyordu. Cesur küçük kızın kendinden dinlemiştim, sınıf olarak yaptıkları bir okul gezisi sırasında, havanın çok soğuk olması sebebiyle öğrencilerin başlarına şapka giydiklerini, ancak ona izin verilmediğini ve soğukta bir taraftan titrerken, üzerinde saçları bile olmayan başını açmak zorunda bırakıldığını... Tam bir ders öğretme, yaptığına pişman etme ve böylece de bir taraftan cezalandırıp diğer taraftan da örneklik çıkarma durumu.
Bu iki örnekten biraz uzaklaşıp belli bir mesafeden konu üzerinde kafa yorduğumuzda gördüğümüz şu oluyor: Devlet makinesi onu üreten siyasi kültürün ne olduğu ile alakalı olarak kimi zaman hayatın merkezine kendini koyuyor ve kendi bekası için lazım olan müdaheleci tavrı gerekli gereksiz her yerde kullanabiliyor. Devlet-birey ilişkisini düzenleyen denklemler hep devletten yana fazla çıkıyor, eşitlik şöyle dursun, birey üzerine ekledikleri ile devletin karşısında terazinin bir kefesini dengelemeye çalışıyor. Devlet aparatusu ise kendisini kurgulayan bireyin emrine girmektense bağımsızlığını ilan ediyor ve sorumlulukları kanunen anne ve babalarında olan çocukları gerekli gördüğü yerde ebeveynlerinin elinden tabiri caizse çekip alabiliyor.
Hem üniter devlet anlayışımız açısından hem de din ve devlet işlerinin ayrışımı olarak kabul edilen laiklik ilkesi açısından kopyaladığımız Fransız sisteminin implikasyonlarını devlet birey ilişkilerini yeniden tanımlama sancısını çektiğimiz bugünlerde hatırlamakta fayda olduğunu düşünüyorum.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.