M. Şevket Eygi

M. Şevket Eygi

Vakit Namazında Genelkurmay Başkanı

Vakit Namazında Genelkurmay Başkanı

GENELKURMAY Başkanımızın pederleri doksan beş yaşında vefat etti. Cenaze namazı Ankara’da kılınıp toprağa verildi. Allah rahmet eylesin.

Medya bir hususun üzerinde durdu. Cenazeye Cumhurbaşkanımız, Başbakanımız, Meclis Başkanımız da gelmişler; cenaze namazından önce camiye girip vakit namazını kılmışlar. Genelkurmay Başkanımız da camiye girmiş, o da namaz kılmış.

Halkının ezici ekseriyetinin Sünni Müslüman olduğu bir ülkede Genelkurmay Başkanının vakit namazı kılmasından daha tabiî bir şey olamaz. Lakin bizim Türkiyemizde bu alışılmamış, özel, çok enteresan bir hadise oluyor.

Türkiye nüfusunun yüzde kaçı Sünnidir? Diyelim yüzde seksen beşi. O halde ordudaki Sünni subay ve astsubayların oranı da böyle olmalıdır.

Yakın tarihimizde Sünni halkın, daha doğrusu onları çekip çevirenlerin gafleti yüzünden ordudaki Sünni muvazzafların nispetinde büyük azalma oldu.

Tabiat boşluktan nefret edermiş… Sünnilerin boş bıraktıkları kadroları başkaları işgal ettiler.

Bir ara iş o raddeye geldi ki, babası hacca gitmiş, annesi başörtülü çocuğu okula almadılar.

Bırakın babasını anasını dedesine kadar araştırma yaptılar. Dedesi sakallıymış, müftü emeklisiymiş, delikanlı ne kadar ehliyetli, liyakatli, kabiliyetli de olsa alınamaz.

İsmi Abdurrahman… Olmaz…

Bir ara şöyle bir rivayet duymuştum: Açıkta ayakta tebevvül etmeyen (küçük su dökmeyen), İslam’ın taharet kurallarına uymak için bu işi kapalı helâda yapan kimseler bile reddedildi.

Bir keresinde pantolonlarını sıyırtıp dizlerine bakmışlar çocukların, devamlı namaz kılmaktan ileri gelen bir nasırlaşma varsa zavallı gerici olmuş.

Türkiye milli kimliğinin, milli kültürünün dominant faktörü İslam’dır. Devletin bütün temel kurumları İslam’la uyumlu olacaktır, barışık olacaktır. Ülkemizde başka türlü sosyal barışı ve mutabakatı hâkim kılmak mümkün değildir.

Türkiye gibi Müslüman bir memlekette İslam’la, dindar Müslümanlarla, dini değerlerle savaşmak Don Kişot’un yel değirmenleri ile savaşması gibi abes, aptalca, absürd bir savaştır.

Bütün askeri okullarımıza, Harp Okul ve Akademileri’nde, askeri kurum ve garnizonlarda mescitler açılmalıdır. Dindarlık kötü görülmemeli, aksine teşvik edilmelidir.

Ama hangi dindarlık? Elbette gerçek, doğru, samimi dindarlık.

Sahte dindarların, din sömürülerinin Allah belalarını versin.

Bir subay veya astsubay gerçek bir tasavvuf tarikatine intisap edebilir ama asla tarikatçilik yapamaz. Tarikatçilik, cemaatçilik, dini grupçuluk militanlığı, holiganlığı, fanatizmi yapan ordu mensupları tardedilirse acımam. Lakin gerçek, samimi, ihlâslı, faziletli dindarlara ilişilmemelidir.

Bendeniz 1950’li yılların sonlarında Diyanet İşleri Başkanlığı’nda mütercim olarak memuriyet yaparken, caddenin öbür tarafında Hava Kuvvetleri Genel Karargâhı binası vardı. Cuma ezanı okununca oranın mescidinde Cuma namazı kılınırdı. Cumanın şartlarından biri izn-i âmm olduğundan o saatte kapılar açılır ve siviller içeri girip namaz kılabilirlerdi.

Sayın Genelkurmay Başkanımıza baş sağlığı diler, hayırlı ve feyizli hizmetlere nail olmasını niyaz ederim.

 

(İkinci yazı)

ULEMA VE FUKAHA ŞÛRASI

TÜRKİYE’DE bir ulema şûrası kurulması için hazırlıklar yapıldığını işittim. Çok memnun oldum. Bendeniz ulema ve fukaha sınıfına mensup olmadığım için konunun esasına burnumu sokmam doğru olmaz. Ancak Sünni bir okuryazar olarak bazı temennilerimi açıklamak isterim.

1. Bu şûraya icazetli ulema ve fukaha alınmalıdır; icazeti olmayan ilahiyatçılar alınmamalıdır. İcazet konusuna dikkat edilmezse Resulullah’a (Salât ve selam olsun ona) ulaşan silsile kopmuş olur, irtibat olmaz.

2. Şûraya üye olacak bütün ulema ve fukahanın itikatta ve fıkıhta ehl-i sünnetten olması gerekir.

3. Mezhepsizler alınmamalıdır.

4. Telfik-i mezahip taraftarları alınmamalıdır.

5. Selefiler ve Vehhabiler alınmamalıdır.

6. Mutezile mezhebi firak-ı dalleden olduğu için, mensupları alınmamalıdır.

7. İbn Teymiye’nin, ilmi kadar aklı olmayan bir kimse olduğunu kabul ederek bazı kitaplarından yararlanan kişiler alınabilir ama onu imam kabul eden İbn Teymiyeciler alınmamalıdır.

8. Şeriata bağlı gerçek tasavvufu inkâr edenler de alınmamalıdır.

9. Şeyhülislam Mustafa Sabri ve Zahid El-Kevseri gibi medresede öğrendikleri Arapça ile mükemmel Arapça ilim kitabı yazabilecek seviyede ilmi ve Arapçası olmayanlar alınmamalıdır.

10. Şûraya üye olmak için bizzat müracaat edenler, ehil olsalar bile, talip oldukları için alınmamalıdır.

11. Şura üyeliğinden maaş ve maddi menfaat isteyenler, para konusunda sicilleri bozuk olanlar alınmamalıdır.

12. Şûra üyelerinin sarıklı ve cübbeli olmaları gerekir.

13. Musalli olmayanlar alınmamalıdır.

14. Şûra üyeleri tabakat-ı fukahanın en alt derecesi olan müftülük rütbesinde olmalıdır. (Osmanlı uygulamasına göre…)

Böyle bir şûra kurulduğu takdirde Müslümanların yüzde doksanı tarafından sevgiyle, hürmetle, güvenle karşılanılacak ve desteklenecektir.

Yirminci asırda Hindistan’da, Pakistan’da, Arap Dünyası’nda, ehl-i sünnetten az veya çok sapmış bir takım aktivist cereyanlar zuhur etti. Bunlar İslam devleti, İslam nizamı kurmak için yola çıktılar ama itikat ve metod hatâları yüzünden başarılı olamadılar.

İslam’da din ve dünya ayrımı yoktur. Lakin İslam önce din, ikinci olarak nizamdır. Nitekim bütün muteber din kitaplarının ilk fasıllarında inanç ve ibadet hükümleriyle ilgili bilgi verilir.

İslam şûrasının merkezi, sekreterliği, fetva heyeti, yayın organı olmalıdır.

“Mezhepleri bırakalım, bütün Müslümanlar Kur’anda birleşsinler” sözü edebiyat bakımından parlak ve cazip ama gerçekte geçerli bir fikir değildir.

Bütün Müslümanlar Kur’anda birleşsin diyenler Resulullah Efendimizin (Salat ve selam olsun ona) “Ümmetim (benden sonra) yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır, bunlar, biri müstesna Cehennemliktir…” sahih hadisini nazar-ı itibara almıyorlar ve yanılıyorlar.

Birleşme olacaksa ehl-i sünnette olur.

Önceki ve Sonraki Yazılar
M. Şevket Eygi Arşivi