Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Neredeydik, nerelere geldik?

Neredeydik, nerelere geldik?

Bir tarafımız Fatih, Yavuz, Kanuni, Molla Fenari, Zembilli, İbn-i Kemal, Hızır Çelebi, Molla Güranî, Molla Hüsrev, Ak Şemseddin, Ebussuûd Efendi, Mimar Sinan, Barbaros, Turgut Reis, Uluğ Bey, Koçi Bey, Pirî Paşa gibi her biri asırlara şan verebilecek kalite ve kapasitede insanlarımız…

Bir tarafta Süleymaniye, Selimiye, Şehzade, Sultanahmed gibi âbide eserlerimiz…
Kervansaraylarımız, su kemerlerimiz, vakıflarımız, imaretlerimiz…

Her biri bir milleti tüm tarih boyunca taçlandıracak büyüklükte ve parlaklıkta zaferleri saymıyorum bile…

Bunca “âbide insan” ve “âbide” eserin ortasında yıllar boyu durmuş, kendimizi “şişkebap” ve “Türk lokumu” ile tanıtmaya çalışmışız…

Avrupa’yı gözümüzde büyüte büyüte, kendimizi küçümsemişiz. Bizi yönetenler de aynı eğitim kıskacından geçtikleri için, son yıllara kadar, “Sen şişkebap ve lokumdan ibaret değilsin, sen tarihe şan veren bir milletin çocuğusun” diyememişler…

İlk kez Özal’dan duyduk buna benzer sözleri… O kadar unutmuşuz ki kendimizi, önce yadırgadık… Sonra sonra “Sahiden” diye düşündük, “biz büyük bir milletin çocuklarıyız!”
Derken, Recep Tayyip Erdoğan, daha büyük bir inançla vurguladı tarihsel kimliğimizi: Dikkatimizi kendimize çekti, kendimizle birlikte Süleymaniye’ye, Selimiye’ye, Konstantiniye fethine ve Çanakkale’ye…

“Figüran”lığa razı edilmiş millete liderliğini tekrar hatırlattı. Kimi tutan, kimi tutmayan, ama her biri cesaretimizi, özgüvenimizi yeniden tesis eden adımlar attı. İddialı olmaktan, risk almaktan, süreci yönetmekten, davayı kazanmaktan söz etti.
Krizlerle boğuşan, her kriz sonrasında IMF’ye yüzsuyu döken, her dayatılan şartı mecburen kabul eden “çaresiz Türkiye”den, “çare üreten Türkiye”ye geldik.
Şart koşulan ülke iken, şart koşan ülke olduk!..
Borç alan ülkeden, borç veren ülkeye dönüştük!..
Figüranlıktan kurtulduk, başrol oynamaya çıktık!
Artık krizler bile Türkiye’yi “teğet” geçiyor…

Özgüvenimizi bu olguların üzerine yeniden inşa etti, Başbakan. “Lider” kimliğimizi vurgulaya vurgulaya, lider olduğumuza inandırdı.

“İnanmak” olmaktan daha güçlü, daha dinamik bir duygudur!
Artık Amerika, İsrail ve Batı karşısında eskisi gibi boynu bükük değiliz. Olanları seyretmiyor, yönetmeye, yönlendirmeye çalışıyoruz. Muhalefet sözcüleri istisna tutulursa, çoktan beridir, “biz adam olmayız abi” diyen yok. Muhalefet partileri, tek bildikleri muhalefet anlayışı da ellerinden çıkar diye statükoyu ölesiye korumaya çalışıyorlar. Fanatikler dışında kimse de ciddiye almıyor.

İsrail’in bile dize gelip özür dilediği yerde, onlar hâlâ eski alışkanlıklarını sürdürüyor, “İsrail’in bir bildiği var abi” demeye getiriyorlar.

Hiçbir bildiği yok oysa İsrail’in; sadece bizim muhalefetin okuyamadığı şartları okuyor, Türkiye’nin eski Türkiye olmadığını, ona rağmen Ortadoğu’da hiçbir şey yapılamayacağını görüyorlar.

Tam bu sırada Başbakan, alışkanlıklarımızı tepetakla eden “barış süreci”ni başlattığını açıklıyor.

İyi bir zamanlama: Çünkü bu sürecin arızasız işleyebilmesi, büyük ekseriyetin “özgüven” kazanmasıyla mümkündü.

Yani hiçbir şey hesapsız-kitapsız değil. İzlemeye devam ediyoruz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi