Yeni İttihatçılar İşbaşında
Ülkemizde yaşanan son hadiselere baktığımızda, tarihin tekerrür ettiğini görüyoruz. Zaten tarih, tekerrürden ibarettir. Bir asırlık yakın tarihimiz ibret aynası gibi yaşanmakta bilenlerin hafızalarında net olarak canlanmaktadır.
Dağılmak ve çökmek üzere olan Osmanlı İmparatorluğu tahtına çıkan Sultan 2. Abdülhamit Han; müstesna kabiliyet, feraset ve dirayetiyle kötü gidişi durdurmuş, batışı önlemiş ve otoriteyi sağlamıştı.
Sultan 2. Abdülhamit han (rh.) çalışkan, zeki, dindar, basiret sahibi siyasî deha idi. Bu özellikleriyle eğitim, kültür, sanat ve endüstri alanında ciddî yatırımlar yapmış, devlet borçlarını düzene bağlamış, ekonomiyi rahatlatmış ve Hicaz demiryolu gibi benzeri çılgın projeleri hayata geçirmişti. Hem de dış siyasette izlediği denge politikası sayesinde dünyada sözü dinlenen bir imparator haline gelmişti.
Hakka bağlı ve halkını çok seven bir Allah dostu olan Sultan Abdülhamit; milletinin hak ve hürriyetlerine saygılı ve merhametli davranırken, millet ve devlet düşmanı fitne unsurlarına göz açtırmamıştı. İşte bu yüzden iç ve dış düşmanlar çeşitli oyun ve entrikalarla Halîfe Hükümdarı tahttan indirmek için harekete geçmişlerdi.
Başta İttihat ve Terakki Fırkası olmak üzere, çeşitli cemiyet, gurup ve yıkıcı unsurlar koro halinde Hürriyet, Müsavat, İstiklal teraneleriyle bağırıyorlar, yazıp çiziyorlar, “Müstebit kızıl sultan tahttan inmelidir” diyerek yabancılarla işbirliği yapıyorlardı.
İttihatçı ve komitacı militanlar “Din elden gidiyor, şeriat çiğneniyor” sloganlarıyla mütedeyyin halkı bile dindar sultana karşı tahrik ederek yürüyüşleri düzenlemiş, sonuçta çirkin 31 Mart Vak’ası, Taşkışla hadiseleri ve Yıldız sarayı yağması ile Devlet otoritesi zaafa uğratılmıştı.
33 yıl kimsenin burnunu kanatmadan ülkeyi yöneten ve kalkındıran Sultan 2.Abdülhamit’e darbe gayesiyle Selanik’ten Hareket ordusu yola çıkmıştı. Sultana bağlı birliklerin komutanları Hareket ordusunu bastırabileceklerini söylediklerinde ULU HAKAN “Ülkemde benim yüzümden kan dökülmesini istemiyorum” demiş ve takdir-i ilâhiye rıza göstererek, hâinlerden kurulu bir heyet tarafından tahttan indirilmişti.
Ondan sonra ise tam bir faciadır. İttihatçıların yönetimindeki Osmanlı Devleti; Balkan savaşları, iç isyanlar ve Birinci dünya savaşı ile perişan halde yıkılıp dağılmış, “ya Devlet başa ya kuzgun leşe” sözü o yıllarda yayılmıştı.
Aradan geçen bir asır sonra bugün aynı senaryo oynanıyor. Demokratik yollardan sandıkta hükümeti deviremeyeceklerini özellikle barış ve çözüm sürecinden sonra iyice anlayan yeni ittihatçılar ve yandaşları, iyi niyetli vatandaşlarımızı kandırarak, illegal provokatör ajanların da desteğiyle isyana ve ihtilale kıyam etmiş durumdadırlar. Çevreci gezi parkı tepkisi bahane ve sadece bir kıvılcımdır.
Ekonomisini düzeltmiş, demokrasiyi güçlendirmiş, otoriteyi sağlamış, içeride ve dışarıda itibarlı bir hükümetle yıldızı parlayan büyük Türkiye; dış güçleri de içerideki muhalifleri de iyice rahatsız ediyordu.
Merhum Başbakan Adnan Menderes’i devirmek için, yalan haberler yayan ve öğrencilerin öldürülüp kıyma makinelerine verildiği balonunu uçuran bu zihniyet, bugün de türlü yalan ve iftiralarla hükümeti ve kahraman polisimizi yıpratarak devlet otoritesini yıkmaya çalışıyorlar.
Bu yıkıcı acımasız eylemlerin gerçek amacı artık anlaşılmıştır. Gençlerimize sahip çıkmalıyız. Vatansever, dürüst Anadolu sevdalısı kardeşlerimiz uyanıp, kara oyuna gelmemeli ve kullanılmamalı. Ya Devlet başa, ya kuzgun leşe günündeyiz. Gözü dönmüş darbeci, ittihatçı azınlıkların sokağı ve devleti ele geçirmesine izin verilmemeli. Hükümet şahsiyetli, vakur ve kucaklayıcı yönetim tarzıyla yangını söndürmeye çalışmalıdır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.