Gezi olaylarına “hikmet” boyutundan bakmak…
Cumhuriyet kurulduğundan beri dindar Müslümanlar çok baskı, çok şiddet, çok dayatma, çok aşağılama, çok itilip kakılma, çok hakaret, çok zindan, çok hicran gördü…
Kendini “devlet” zanneden küçük bir azınlık tarafından çok ezildik, hırpalandık, çok ötekileştirildik, horlandık…
Biz “Allah” dedikçe, “laiklik” dediler…
Biz “özgürlük” istedikçe, “darbe” yaptılar…
Ezanımızla, Kur’an’ımızla, selâmımızla, kılığımızla, başlığımızla, ecdadımızla oynadılar…
Camilerimizi banka ardiyesi, CHP merkezi yaptılar; kimisini Yorgo’ya, Apostol’a sattılar; minarelerimizi yıkıma bıraktılar, yüreklerimizi dağladıkça dağladılar, anamızı ağlattıkça ağlattılar!
Ders kitaplarında Kâbe’yi “tavla zarı”na benzettiler, “vahiy”le alay ettiler, Kur’an’ımıza “Çöl Kanunu”, Peygamber Efendimize “Çöl Bedevisi” dediler…
“Ne örümcek ne yosun/ Ne mu’cuze ne füsun;
“Kâbe Arab’ın olsun/ Bize Çankaya yeter!..” gibisinden şiirler karaladılar…
“Türk Milleti birçok asırlar… bir kelimesinin mânâsını bilmediği halde Kur’an’ı ezberlemekten beyni sulanmış hafızlara döndü…” şeklinde iftiralarla ruhumuzu kirletmeye çalıştılar.
“Türk Mevlidi”, “Türk Amentüsü” diye saçmalıklar dayattılar…
Hacla birlikte, Türk sanat ve halk müziğinin radyolarda çalınmasını bile yasakladılar…
Üstelik bütün bunlar geçmişte kalmadı, zaman zaman hortlatarak yaşam tarzımızı değiştirmeye çalıştılar.
Başımızı zorla açtılar, örtülülere “Karafatma” benzetmesi yaptılar, kendileri gibi düşünmeyen büyük çoğunluğa “göbeğini kaşıyan adam” ve “bidon kafalı” dediler…
Hepsine sabrettik…
Nemrut zulmüne sabreden Hz. İbrahim gibi…
Çöle savrulan Hz. Hacer gibi…
İftiraya uğrayan Hz. Meryem gibi…
Ve kardeşleri tarafından kuyuya atılan Hz. Yusuf gibi sabrettik…
Firavun baskısına sessizce direnen Hz. Musa gibi, nihayet doğduğu şehirden bile kovulan Hz. Muhammed (sav) gibi, envai çeşit baskılara sessizce direndik…
Derler ki, “Sabrın sonu selamettir…” Sonunda rahmet indi, dindar Müslümanlar iktidarla ödüllendirildi: Makama, mevkie, paraya, şana-şöhrete ulaştırıldık…
Bu yeni bir imtihandı ve eskisinden çok daha zorluydu…
Baskı, şiddet ve fukaralık sınavını alnının akıyla veren dindar Müslümanlar, güce kavuşunca, şımardı (mı)?.. Herkese tepeden bakmaya (mı) başladık?.. “Dediğim dedik”leştik (mi)?..
“Ben yaparım olur”… “Ben asarım!.. Ben keserim!.. Ben bilirim!”ci mi olduk?..
Eskiden “Allah bilir” derdik: “Allah yapar… Allah verir… Allah alır…” Allah’ın izni olmadan sarı yaprağın bile yere düşmeyeceğine inanırdık.
Buna hâlâ inanıyoruz, ama sanki bir şeyler değişti, sanki bir eksen kaymasına uğradık! Vaktiyle bize dayatılanları bir şekilde biz dayatmaya başladık bu kez…
Karşımızdakiler bizim kadar sabırlı değildi: Sabır taşları çabucak çatladı… Meydanlar bir anda doldu: Küçük bir “İlahi ikaz” aldık!
Tırnağımıza küçücük bir diken battı! Bundan gereken dersi çıkaramaz da toparlanamazsak, bu kez dikenin yüreğimize batması yakındır!
Olmaz inşallah!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.