Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Gazi’den Gezi’ye... Hantal abiler bıraktığımız yerde!

Gazi’den Gezi’ye... Hantal abiler bıraktığımız yerde!

Rahmetli Mustafa Taşar, bir gün “pa-zaryeri”nde dolaşırken, kendisiyle tartışan bir gence, şöyle bir cevap vermişti;

“Aradan yıllar geçti ama sen hâlâ benim bıraktığım yerde otluyorsun!”
“Sol kafa” da öyle!.. Hâlâ “aynı yerde otlamaya” devam ediyorlar.
“Milim kımıldama” yok!..
“Değişme” ve “gelişme” yok!..
“İlerleme” hiç yok!
Hâlâ “aynı kafada”lar!..
Ve de “hantal”lar!..
“Hantal devlet” derler ama, “hantallık”ta devlete bile taş çıkartırlar.
Buyrun, bir örnek...
Taksim Meydanı’nı “işgal” etmiş illegal örgütlerin liderleri, “müdahale” olmadan önceki saatlerde “merdivenlerdeki son barikatı” tartışıyorlarmış...
“Militan abi”lerden biri çıkıp, barikatı savunmuş ve demiş ki;
“Barikat, bir direnişin temel unsurudur... Devrimci pratik, barikat kurmaktan asla vazgeçmez!”
“Abisini örnek alan” yeni yetme bir çocuk da, aynen şöyle demiş;
“Referandum; bir babanın, çocuğunun kafasına harçlık atması gibi bir olay!”
Görüyorsunuz ya;
Biri “militanların abisi”, diğeri “genç” olsa da, kafa “yaşlı” kafa, “dinozor” kafa, “eski kafa!”

AYNI FİLM, AYNI SENARYO!

Kafalar o kadar “eski” ve o kadar “hantal” ki, ne “oynanan oyun”un farkındalar, ne de kafalarını “yenilik”lere uyarlayabiliyorlar.
Tıpkı Temel ve Dursun’un “sinema” hikayesinde olduğu gibi...
Hikâye şöyle:
Bir gün Temel ve arkadaşı Dursun, birlikte sinemada film seyrediyorlar”mış... Filmin en heyecanlı sahnesinde bir at; üzerinde adam olduğu halde, hızla uçuruma doğru gidiyormuş.
Tam bu sırada Dursun;
- Temel pence uçurumdan aşağuya uçacaklar, demiş.
Temel; pence tüşmüyecekler demiş.
İki arkadaş “iddia”ya girmişler.
Sonuçta; at ve üzerindeki adam, uçurumdan aşağıya uçmuş ve Dursun, iddiayı kazanmış...
Dursun, “Temel, pen hile yaptum, pen bu filmi daha önceden seyrettuydum” demiş... Temel hemen atlamış;
“Haçan, pen de seyrettum da pok yiyenun atunun aynu hatayu yapacağunu zannetmiydum.”
“Dinozor kafalı solcu”lar da, aynı filmi defalarca seyrettiler, hatta içinde “aktör” olarak bile rol aldılar ama “uçurumdan yuvarlanacaklarını” bile bile, hâlâ aynı sloganları kullanıyorlar;
“Devrime kadar savaş!”
“Tayyip gidecek, özgürlük gelecek.”

TIPKI “GAZİ” GİBİ!

Aslında, bunların çoğu “okumuş oğlanlar” ve neyin ne olduğunu bilmesi gereken çocuklar.
Ama, ne hikmettir bilinmez;
“Gezi” olaylarına parmak atanlarla, “Gazi olayları”na çomak sokanların “aynı mihraklar” olduğunu anlayamadılar, göremediler.
“Mesele ağaç değil... Sen hâlâ anlamadım mı arkadaş?” diyenler bile bir “bok”tan anlamadıklarını koydular ortaya.
Doğruydu, mesele “ağaç” değildi...
Meydanda toplanan gençlere, “cambaza bak” der gibi “ağaç”lara bakmalarını öğütleyenlerin asıl amacı, üç-beş ağaçtan bir “darağacı” çıkarmaktı ki, daha önce bunu açıkça itiraf edip; “Tayyip’i asacağız” bile dediler.
Uzatmayalım...
“Aktör”ler değişse de, hep aynı senaryo, hep aynı film!..
1995 yılında “Gazi”de olanlar, bugün de “Gezi”de tekrarlanmak istendi.
Hele hatırlayın o günleri...
Türkiye’nin yakın tarihindeki “karanlık sayfa”lardan biri olan ve “17 kişinin öldüğü Gazi olayları”nın arkasında “4 Ergenekon sanığı” varmış, iyi mi?..
12 Mart 1995’te meydana gelen olaylarda, “kimin hangi rolü üstleneceği” ve kimin nerede duracağı “çook önceden plânlanmış!”
Buyrun, ayrıntılara bir bakalım:
l Önce Marmara Üniversitesi’nde Ergenekon sanığı ve Danıştay saldırısı tetikçisi “reis” lakaplı Alparslan Arslan liderliğinde bir grup tarafından sol görüşlü öğrencilere saldırılar düzenlendi.
l MLKP terör örgütü sözde bölge sorumlusu Hasan Ocak, üniversitedeki saldırıları anlatıp, olaylardan günler önce “Gazi’ye ülkücü saldırı olacağı”nı belirtip militanlarına hazırlık yaptırdı.
“Nereden biliyorsun?” sorusuna “Kaynağım çok sağlam” cevabını verdi.
l Hasan Ocak, bir yandan bölge halkını yapılacak saldırıya tepki vermek için provoke ederken, diğer yandan saldırıdan iki gün önce, “Ülkücüler Alevilere saldırdı” bildirisi bastırdı.
l Ergenekon sanığı Osman Gürbüz, önce tetikçi aradı, bulamayınca gidip kendisi ilk kurşunu sıktı. Sol terör örgütleri ile daha önce mahallede görülmeyen isimler halkı galeyana getirdi.
MLKP’nin hazır bildirileri dağıtıldı.
l Kimliği belirsiz kişiler polis kılığında halkın üzerine ateş açtı... Olaylar önlenemez boyuta ulaştı ve istenen kargaşa ve kaos ortamı oluşturuldu.
Herhalde söylemeye gerek yok:
Danıştay’ı basıp hakim M. Yücel Özbilgin’i katleden Av. Alparslan Arslan, 17 kişinin öldüğü Gazi Olayları’nın da tam göbeğinde idi!..
Gelin de merak etmeyin;
O zamanlar Alparslan Arslan’a “solcuları hedef gösteren” kimdi acaba?..
Veli Küçük mü,
İskender Büyük mü?!?..
Şunu anlatmaya çalışıyorum:
Danıştay cinayetinin “türban”la filan hiçbir ilgisi yoktu!.. Alparslan Arslan, bir “duyarlılık”la değil, “talimat”la çekmiştir tetiği!..
O talimatı veren de Ergenekon’du!..
“Gazi Olayları”nda olduğu gibi!..
Demek ki, neymiş;
Danıştay tetikçisi Alparslan Arslan, “Gazi olaylarının tam göbeğinde” imiş!..
Merak ediyorum.
Acaba, “Gezi olaylarının tam göbeğinde” olan “tetikçi” kimdir?..
“Üçüncü köprüye hayır!..  Üçüncü havaalanına hayır!.. Kanalistanbul’a hayır!.. Nükleer enerji santralına hayır!” diyen “hantal abiler” mi, insanlara “bir lokma, bir hırka” vaad eden İhsan Eliaçık gibi “ilâhiyatçı bozuntuları” mı?..
Kim o “tetikçi”ler?..
Kim o “kışkırtıcı”lar?..
Biliyorsunuz onlar; “Boğaz Köprüsü”ne de “hayır” demişler, ama üstünden ilk geçen yine onlar olmuştu!..

ÖZGÜRLÜK DERKEN!..

Ortalığın sakinleşmeye, durulmaya başlandığı şu günlerde sormak gerekmez mi,
“Bu gençler ne istediler?”
Evet, evet;
“Neye isyan ettiler, Türkiye’ye bu kaosu niye yaşattılar?”
Herkes diyor ki;
“Bunlar başka bir gençlik...
Bunlar bambaşka bir Türkiye tasavvur ediyorlar!”
İyi de; nedir o?..
“Talep”leri ne?..
Bilen var mı?..
Tek söyledikleri şu;
“Bu gençler özgürlüklerine daha düşkün... Özgürlük alanlarına müdahale, onları sokağa dökmek için yeterli oldu. Çünkü bu gençlerin çoğu ailesinden özgürlüğü öğrenmiş... O yaşam biçimini benimsemişler!.. Ona bir müdahale olunca, savunmaya geçiyorlar.”
Tam da;
Hangi “yaşam biçimi”ne müdahale edildi?.. “İçki”lerini mi içemediler, kızlarla “flört” mü edemediler, “hayvanlar gibi özgürce sevişme”leri mi engellendi?..
Sahi, neyi yaşayamadılar?..
Neyi okuyamadılar?..
Gezi Parkı’nda ağaçların altında özgürce okudukları kitap neymiş, biliyor musunuz;
“Nutuk!”
Evet, evet; bol bol Nutuk okumuşlar, yalayıp yutmuşlar!..
Sorarım size;
Ensesi kalın, göbeği ve cüzdanı şişkin “Beyaz Türkler’in veletleri” olan bu gençlerin bir “gaye”leri, bir “hedef”leri, bir “dert” leri, bir “sancı”ları, bir “ideal”leri var mıdır?.. Vardır da, AK Parti Hükümeti mi engel olmaktadır kendilerine?..
Söyleyin Allah aşkına;
“Diktatör Erdoğan!.. Tayyip istifa” sloganından başka “talep”leri, “istek”leri “arzu”ları var mıdır?..
Yok!.. Yok!.. Yok!..
“Dert”leri yok ki, talepleri olsun!..
“Çile”leri yok ki, istekleri olsun!
Tek sorunları var;
O da “tatminsizlik!”
Belki de 40-50 yaşında ulaşabilecekleri “ihtiyaç”lara, “zengin babaları”nın kesesinden 20-25 yaşında ulaşmışlar... Altlarında “marka otomobiller” var... “Marka elbiseler” giyiyorlar... “Marka” yerlerde eğleniyorlar!..
Elbette “daha fazlasını” istiyorlar...
Belki “macera” peşindeler!
Ne var ki, bu “macera”nın sonunda, “Türkiye’yi birilerinin kucağına oturtmak” gibi bir risk de var.
Kültür Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hasan Köni, bakın ne diyor;
“Güçlü bir Türkiye, Batı’yı elbette rahatsız ediyor olabilir... Batı, güçlü bir Türkiye değil, yönetebileceği bir ülke ister.
Evet Türkiye’nin bölgede bağımsız hareket etmesinden, Rusya ile dağalgaz anlaşması yapmasından, hatta nükleer santral yapımından, Kuzey Irak Yönetimi ile sıkı ilişki kurmasından rahatsız olabilirler... Ben Gezi Parkı sonrası gelişmelere baktığımda sanki bir uyarı var gibi görüyorum.
Biz Doğu ile Ortadoğu ile Afrika ile ilişkimizi geliştirdiğimiz için, bizi ‘ekseniniz kaydı’ diye suçlayanlar, o ülkelerle daha büyük ticari anlaşmalar imzalıyor... Burada bir gariplik var.”
Hasan Köni’nin bu tesbitlerinden sonra sormak gerekmez mi;
“Neyin özgürlüğünü istediklerini bilmeden, daha fazla özgürlük diye tepinenler, Avrupa’nın kucağına müebbed mahkûm olmamızı mı istiyorlar acaba?”
Uzun lâfın kısası;
Aradan “3 hafta” geçti ve ben; gerek “gençler”in, gerek “tencere-tava çalanlar”ın ve gerekse “eşkıya gibi yol kesenler”in “ne istediğini” hâlâ anlayabilmiş, öğrenebilmiş değilim...
Tek sloganları şu:
“Tayyip istifa!”
Tamam da;
“Niye istifa etsin Tayyip?.. Bir sebep gösterin de, istifa etsin!”
Ama, yok!..
Ne gerekçe var, ne sebep!..
“Kendileri de bilmiyor” ki, söylesinler!
O halde, sokaklara niye fırladınız?..
Dünya “fırlama” görsün diye mi?..

 

Sarısülük’ü kim öldürdü?.. Polis mi, arkadaşları mı?
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın “dilinin altında bir bakla” var ama, tam olarak çıkarmadı o baklayı.
Malûm, Hatay’da ölen gencin “polis kurşunu” ile öldürüldüğünü iddia edip, ondan bir “devrim şehidi”(!) çıkaracaklardı, olmadı... Gencin, aldığı “ilaç”lar ve “uykusuzluk”tan dolayı yere düşerken kafasını taşa vurduğu ortaya çıktı.
Derken, Erdal Sarısülük adlı gencin ölümü geldi gündeme... Onu “devrim şehidi”(!) ilân edip, tantana ile gömdüler... Öyle ya; onun “polis kurşunu ile öldüğünden”(!) kuşku yoktu!..
İşte tam bu noktada Bülent Arınç çıktı ortaya ve “Bizim aldığımız istihbarata göre; eylemciler, kendi içlerinden ölülerin artması için çaba sarf ediyor” dedi ve ekledi:
“Ethem Sarısülük’le ilgili farklı kamera görüntüleri de var... Eylemlerin içinde nasıl bir rolü vardı ve bu rol içinde nasıl yaralanıp, hayatını kaybetti, bırakalım buna yargı karar versin!.. Ama, bunu bir tarafa koyarken; Ethem Sarısülük’ün ölümüne farklı bir şekilde sebebiyet verilmiştir ihtimalini de gözden ırak tutmayalım... Yine göstericiler tarafından veya bir başka yerden, başka bir şekilde olay bu noktaya getirilmiş olabilir!”
Sayın Arınç ne demek istedi acaba?.. Yoksa, Ethem Sarısülük de “niyazi” olanlardan mı?..
Ulusal TV, “Daha fazla ölüm” istiyordu ya!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi