Tutarsız Olduğu Kadar Arsız da
Dücane Cündioğlu’nun edebiyat ve coşkuyla dolup taşan ama bir o kadar da tutarsızlık ve arsızlık ihtiva eden “Taksim Manifestosu” başlıklı yazısından alınacak ibretli hisseler çok elbet. Uzun yıllarını Kur’anı anlamaya adamış, geleneksel ve modern tahrif çabalarına karşı ciddi eserler vermiş bir aydından bahsediyoruz çünkü.
Başörtüsü Risalesi ve Anlamın Buharlaşması gibi kitaplarıyla dini-siyasi ayrımı dayatmalarına karşı sağlam bir blokaj koymuş bir ismin gelip de konuşlanacağı yerin Hürriyet Gazetesi olması nasıl olur da şaşırtmaz insanı? Üstelik de içinden çıktığı kabuğu beğenmeyen kestane misali bu Hürriyet Gazetesi’nden iktidar sınıfları adına siyaset ve topluma nizamat vermeye kalkışıyorsa. Sanki Ahmet Kaya “Nerden baksan tutarsızlık, nerden baksan ahmakça” diye bu sözüm ona ‘manifesto’ yazarını hicvediyordu.
Kaka Eylem(ci) ve Cici Eylem(ci)
Taksim Manifesto’sunda Cündioğlu’nun eylem ve direnişe güzellemeler döktürmesine bakıp da kimse onun ezelden beridir direnişlere omuz ve gönül verenlerden olduğunu sanmasın. Aksine o direnişe omuz vermek bir tarafa gönül dahi vermemiş hatta bununla da yetinmeyip direnişi hep küçük görmüş, alay etmiş biridir.
Bu konuya dair küçük bir hatırlatma yerinde olur sanırım. 28 Şubat sürecinin en azgın ve iğrenç dayatmalarına üniversitelerin önlerinde kitleler halinde karşı çıkıldığı dönemdi. 28 Şubat cuntasının asker-sivil bütün birimlerini seferber ederek başörtüsüne sistematik saldırılar düzenlediği bir vasatta Beyazıt’taki İstanbul Üniversitesi merkez kampüsün önünden öğrenciler büyük kitleler halinde Cerrahpaşa ve Çapa tıp fakültelerine kadar protesto yürüyüşleri yapıyordu.
Öğrenci kortejinin en önünde “Cuntaya Hayır, Eğitime Özgürlük” pankartı yer alıyordu. Hiçbir biçimde kırıp dökme, hakaret ve saldırı içermeyen eylemleriyle çevreden gelen alkış ve dualar eşliğinde başörtüsü yasağını protesto eden öğrenciler “Başörtüsü Müslüman Kadının Kimliğidir” pankart ve dövizleriyle haklı mücadelelerini diğer üniversite ve şehirlere taşıyorlardı. Hürriyet Gazetesi başta olmak üzere merkez ve sol-sosyalist yayın organları başörtülü öğrencileri kirletmek ve itibarsızlaştırmak, askeri cuntacıları ve yasaklarını da meşrulaştırmak için her türlü psikolojik harp tekniğini devreye sokuyorlardı.
Mezkur dönemde Yeni Şafak Gazetesinde yazan Cündioğlu ne yapıyor, yazıyor ve söylüyordu acaba? Mesela Beyazıt’ta veya başka bir mekânda zulme karşı direnen, Allah rızası için hakkı müdafaa eden kardeşlerinin mi yanında yer alıyordu? Bilebildiğim kadarıyla bu mücadelelerin verildiği mekânların yanından bile geçmezdi. “Ben özel bazı şartlar gereği zulme karşı mücadeleye destek verebilecek konumda değilim ama siz eksik kalmayın” türü tavsiyelerde mi bulunuyordu köşesinden? Maalesef buna da şahit olamadık.
Cerrahpaşa Tıp Fakültesine kadar slogan ve pankartlarla yürüyen binlerce kardeşimize söylediği neydi? Şu: “Slogan atıp, pankart açıp protesto yürüyüşü yapacağınıza yakındaki filan türbeyi ziyaret edip dua etseydiniz daha makbul olurdu.” İşte adalet ve özgürlük mücadelesinin “m”sinden dahi habersiz üstelik de bu kadar laubali ve lakayt bir aydındır kendisi.
Bu laubali ve lakaytlık halleri bu dönemden itibaren başlayan ve kustururcasına tekrar eden “reçel bile yapamazlar” yazılarıyla tam bir ukalalığa terfi etmişti. Mücadeleyi tahfif eden perspektif zaman içinde özelde okuyan-mücadele eden ama en genelde bütün kadınları tahfife dönüşmüştü.
Sonradan Görme’nin Verdiği Ders
Sonuç: Başörtülü kızların mücadelesi Cündioğlu tarafından bir hak ve özgürlük mücadelesi olarak değil yüksek kariyer ve iyi bir koca bulma mücadelesi olarak okunuyordu hiç tereddütsüz. Bu sebeple bugün Taksim Gezi Parkı vesilesiyle kişilik, zekâ, zevk ve espri düzeylerini öve öve göklere çıkardığı, Tanrıyı Şehre Getiren çocukların milyonda biri olsun ilgiyi, sevgiyi ve saygıyı hiçbir zaman için görememişti başörtülü kızlar.
Küfürsüz, hakaretsiz, yakıp yıkmasız, sarhoşluk ve serkeşlik yapmaksızın, askeri cunta ve burjuva sınıfının hizmetine koşulmaksızın sergilenen onurlu direnişin değil de Taksim Gezi Parkı sakinlerinin yanında aranan izzet ve şerefin kaynağını bu zata hatırlatmaya gerek var mı sizce?
Hatırlatmak belki ona değil ama bize fayda verir diye söyleyelim: Kur’an-ı Kerim’i bir sahih iman, salih amel ve güzel ahlak değil de salt bir bilgi kitabına dönüştüren üstelik de bu bilgiye sahip olmakla tekebbür edenleri bekleyen akıbet hiç ama hiç hayırlı bir akıbet değildir. Çünkü en güzel akıbet takva sahiplerinindir. Sahip olduğu bilgi ve tecrübeyi egemen sınıfların bekası adına tasarruf edenlerin, Ertuğrul Özkök, Cem Boyner ve Rahmi Koç’la köşe kapmaca oynayanların değil.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.