Basın ahlâksızlığı ve ahlâksızı!
Dünkü yazımızı, Erzurum’da yapılan bir konuşmanın son cümlesi ile bitirmiştik:
“En son olarak niyazım (duam) şudur ki: Cenab-ı vacibülâmal (hareketlerimizin yüce sahibi, Allah) hazretleri, Habib-i Ekremi (Büyük sevgilisi, Hz. Peygamber) hürmetine bu mübarek vatanın sahip ve müdafii ve diyanet-i celile-i Ahmediye’nin (Yüce Muhammed dininin) ila yevmü’l-kıyame (kıyamete kadar) haris-i esdakı (sadık bekçisi) olan millet-i necibimizin (asil milletimizin) ve makam-ı saltanat ve hifalet-i kübrayı masun (yüce hilafet ve saltanat makamını dokunulmaz) ve mukaddesatımızı düşünmekle mükellef olan heyetimizi muvaffak buyursun. Âmin!”
Mustafa Kemal Paşa, Erzurum Kongresi’nin açılışında yaptığı konuşmayı bu sözlerle bitiriyor.
Basınımızın cehli mürekkepliği müsellem bir ferdi konuşmasında kullandığı dinî kavramlardan ötürü Başbakanı güya muaheze ediyordu. Papa seçimi kürsüsünde bile böyle konuşulmazmış! Bir cehalet nümunesi daha: Papa seçimleri bildiğimiz şekilde kürsülerde propaganda ile yapılırmış gibi!
Her neyse, cahili; eğer öğrenme kabiliyeti ve niyeti yoksa, en iyisi bildiği ile başbaşa bırakmaktır. Fakat cehalet tarihinde mümtaz mevkiler işgal edecek kıratta olan bu zat, köşesinden cehalet numuneleri sergilemekle kalmamakta, bu cehaletinin üzerine nefret dolu kışkırtmalar yapmaktadır.
Basında kışkırtıcı arayanlar, Hürriyet gazetesine baksın. Bu meşhur gazetenin bir sütunu sistemli olarak böyle yazılara ayrılmaktadır. Bu sütunda daha önce yazan dili ve üslubu bozuk, akıl ve mantık fukarası saldırgan yazarlar kapı dışarı edilmişti. Yerine konulan da eski köşedaşlarını aratmıyor. Bir gün aynı akıbete maruz kalırsa, gideceği Sözcü gibi varakpareler var.
Mevzuumuz bu değil aslında.
Bu efendinin dünkü yazısı (Ethem), basın ve ahlâk veya basın ahlâkı konusunu tekrar düşünmemiz gerektiğini bize hatırlatıyor.
Yazının her satırı nefret dolu.
Ülkede iyilikleri mutlaka kötülükle karşılayan, zalim, gaddar birileri var: Bunlar! Bunlar her şeyin kötüsünü, fenasını işliyor. Mazlum, iyi niyetli, saf, temiz insanlara zulüm ve kötülük yapıyor bunlar.
Bunlar “duranı yakalıyor, vuranı salıyor!”
Kim bunlar? Önce polis, yani devletin inzibat gücü. Sonra hukuk. Elbette bütün bunların arkasında hükümet ve onun başı…
Bunlar, her türlü kötülüğün sebebidir. Bizzat “kötü”dür “kötülük”tür bunlar. Yazar kışkırtıcılığını özgürce toplumun her problemli kesimine yayıyor.
Bu yazıyı okuyan bir kişinin hemen sokaklara fırlayıp bunları temsil eden ne varsa saldırması kaçınılmaz. Bugün olmazsa yakın günlerde, veya günü geldiğinde.
Böyle yazmak, münferit olaylar üzerinden kışkırtıcılık yapmak, ahlâkla problemli Türk basınının ahlaki yoksunluğunun sadece bir örneği.
Yalan veya abartılı ifadeler, habbeyi kubbe yapma, bir olaydan bütün bir topluluğu, kurumu yargısız infaza tâbi tutma.
Evet, hukuk herkese lâzım. Çünkü ona herkesin ihtiyacı olabilir. Hukukun konusu olan olaylarla ilgili konuşmak gerektiğinde bütüncü yaklaşımlardan kaçınmak gerekir. Hukukun çeşitli kademelerinde hata yapılırsa, bunun bir şekilde düzeltilmesi mümkündür. Hüküm ihtiva eden kışkırtıcı bir ifadenin ise geri dönüşü yoktur.
Hukuk sadece kanunlardan, yönetmeliklerden yazılı metinlerden ibaret değildir. Bu metinleri yorumlamak, tatbik etmek için ve karar oluşturmak için başka şiddetle ihtiyaç duyulan bir şey vardır: Vicdan.
Bize âdil olmayı kanunlar, tüzükler emretmez. İyilik, merhamet, vazife... Sırf kanunlar, bizi biyolojik varlık olmanın ötesinde insan yapan ahlâk ilkelerinin tatbikcisi yapabilir mi?
Yapmadığı ayan beyan ortada!
“Ahlâk” kelimesini eninde sonunda dine dayanıyor, namusu, dürüstlüğü öngörüyor diye neredeyse sözlüklerden çıkardılar. Yerine böyle bir arkaplanı olmadığı sanılan “etik” konuldu. Bir şey “etik” olabilir, ama “ahlâkî” olmayabilir mi?
Ahlâkın içselleştirilmesini, ahlâkîliğin öğrenilmesini sağlayan “terbiye” kelimesi de kovuldu. Yerine “eğitim”i konuldu. Terbiye insanı eğip bükmez. İyiyi, doğruyu tanıtır, değer sahibi yapar. Eğitim ne yapar?
Türk basını, tarihi boyunca darbe kışkırtıcılığı yaptı. Yapmaya devam ediyor. 1960 darbesinde basının rolü birinci derecede. Menderes gençleri kıyma makinalarından geçirmekle itham edildi. Menderes “onlar”dı.
Basın o zaman bu ahlâksızlığı yaptı, sonra ‘Basın ahlâk yasası” ilan etti, ona da hiç bir zaman uymadı.
Bazıları ahlâksızlığı ahlâk edinmiş!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.