Bozcaada günlüğü
ülkenin gündemi herkes gibi beni de çok bunalttı ve isyan sınırını daha fazla zorlamadan biraz İstanbul dışına kaçayım dedim. Ne zamandan beri kafamda Bozcaada vardı.
Bozcaada’ya doğru uzandım. İstanbul, Tekirdağ, Keşan, Gelibolu üzerinden çanakkale ve çanakkale’den araba vapuruyla Bozcaada’ya vardım. Bozcaada’ya ilk gidişim. Bugüne kadar hakkında çeşitli yazılar okumanın dışında bir şey bilmiyordum.
Bozcaada’ya varmadan hemen şunu söylemeliyim. İktidar hakkında kim ne derse desin, kim nasıl yorum yaparsa yapsın, muhalefet çıldırsa da patlasa da derdinden kahrolsa da milletin gözünde çalışıyor ve başarılı.
İstanbul’dan çanakkale’ye kadar olan güzergahta yıllardır hiçbir iktidarın yapmadığı yolları yapmış, yolda seyrederken, hükümete “Allah razı olsun şu adamlardan” demeden bir insanın gidebileceğini zannetmiyorum. Aklı başında herkes minnettar, ben de minnettar olarak gittim.
Geçelim Bozcaada’ya. Bozcaada benim ya da benim gibi düşünenlerin hayal etmediği bir ada. Ne bileyim hani, çanakkale bölgesinde bir ada, uğruna kan dökülmüş, şehitler verilmiş, Yunanistan’la ezeli düşmanlığımıza sebep olmuş adalarımızdan biri, stratejik öneme sahip, yerleşik halkıyla, misafir nüfusuyla, halis munis bir yerleşim yeri zannediyordum.
Şaşırmadım desem koca bir yalan olur. İskeleden karaya ayak basar basmaz, bir Türk adasına mı geldiğinizi, yoksa bir Yunan adasına mı geldiğinizi anlamakta bir hayli zorlanıyorsunuz. Zorlanmayan insanlar elbette olabilir, onlar için adanın Yunan adası olmasıyla bizim ada olması arasında bir fark olmadığını düşünenlerdir. Ayrıca Bozcaada daha çok böyle düşünenlerin rahatlıkla yaşayabileceği bir yer.
Bozcaada’nın bize ait olduğuna şahit olarak dört alamet dışında, geriye kalan tüm görünen ve yaşananlar, bize ait bir kültürden ziyade Yunan kültürüyle hemhal olmuş durumda. çanakkale’ye kadar bu ülkenin yerli bir vatandaşı olarak gidip, Bozcaada’ya varınca vücut kimyam birden değişmediğine göre herhalde haksız sayılmam.
Bize ait olan dört alametin başında birincisi kalede dalgalanan Şanlı Türk Bayrağımız, ikincisi ve üçüncüsü, Köprülü Mehmet Paşa Camii ile Alaybey Camii, dördüncüsü, devletimize ait güvenlik birimleri ve diğer resmi kurumlar. Bunların dışında adanın bize ait olduğuna dair herhangi bir emare göremedim.
Bir kere Bozcaada’nın tamamı neredeyse pansiyon ve otel halini almış. Pek çok pansiyonun adı Yunanca, Rumca. Lokantaların, büfelerin, cafelerin, çay bahçelerinin isimlerinin kiminin yanında Türkçe bir isim olmak birlikte Yunanca ve Rumca daha hakim.
Güzel yemek isimlerimizin Yunancasını Bozcaada’da öğrendim. Tabii alkolsüz, birasız, rakısız yiyecek mekanı bulmak için ilçede dört dönmeniz lazım. Dünyanın bir başka yerinde böylesine şarap tüketen, rakı tüketen, bira içen yoğun bir nüfus var mıdır bilmiyorum.
Abartısız söylüyorum ki, adaya adımını atan her insan, sanki şarap, rakı, bira içmek için gelmiş gibi, hemen herkes bu tür içeceklere koşuyor. Sandım ki, bir iki gün sonra alkollü içecekler bütün dünyada yok olacak küresel ısınmaya kurban gidecek ve insanlar da ağırlıklı olarak İstanbul’dan ve diğer yerlerden akın akın, şarap içmeye, bira içmeye gelmişler.
Yine abartısız söylüyorum vallahi adada sap gibi kaldım ortada. Bozcaada halkının sinikliğini ben de onlar gibi yaşadım. “Dağdan gelip bağdakini kovmak” böyle bir şey olsa gerek. Bozcaada halkı bağında yaşıyor. Misafir olacak bir yer aradım durdum. Alkolsüz yiyecek içecek bir yer bulamayınca insanlar sordum. Sanki uzaydan gelmişim gibi baktılar.
Oysa kötü bir şey sormuyordum, karnımı doyurabilmek için şarabın, rakının ve biranın olmadığı bir yer var mı diye sordum, insanlar cevap vermeye bile tenezzül etmediler. En sonunda bir polis memuruna sordum “Şükrü Usta” adında bir lokantanın olduğunu söyledi.
Meğer Bozcaada’da “Şükrü Usta’nın” lokantasından başka alkolsüz çay bahçesi bile bulunmazmış, ben de bulamadım. Ada’da feleğim şaştı. üzümüyle meşhur Bozcaada’dan aktaracaklarım daha bitmedi.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.