Bayburt Bayburt olalı!
“Bayburt Bayburt olalı böyle zulüm görmedi!”
Zaman zaman Sivas gibi bazı illerimiz için de anlatılan bir fıkradır bu. Hani Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Anadolu turnesine çıkar ya. Bu vilayet merkezlerimizde de konserler verirler. Tabii valiler memurları ve ailelerini toplar, salonu doldurur; katılmak mecburi... Biraz sonra başlar konser...
O bir-bir buçuk saat bitmek bilmez!
Bugünlerde, Bayburt’ta Dede Korkut Kültür ve Sanat Şöleni var. Hem de on dokuzuncusu ve uluslararası... 1994’ten beri yapılırmış bu kültürel faaliyet. Ne yazık ki, Türkiye’nin bile zor haberdar olduğu bir şölen. Uluslararası katılımlı, ama Türkiye’nin merkez şehirleri, kültür muhitleri bundan haberdar olamıyor. Dede Korkut Kitabı, takriben son yüz yıl içinde keşfedilen bizim için temel üç metinden biri. (Orhun Kitabeleri ve Divanü Lügati’t-Türk’le birlikte.)
Hikâyelerinin anlatıcısı, bilge karakteri Dede Korkut’un mezarının Bayburt’un Masatlı Köyü’nde olduğu, Türkiye’de Dede Korkut Kitabı üzerinde çalışmış en önemli isim olan Orhan Şaik Gökyay tarafından iddia edilmiş.
Doğru olabilir mi? Neden olmasın! Masatlı belki de “Meşhetli”den bozma. Meşhetli, şehitlikli demek...
Dede Korkut hikâyelerinde Bayburt ismi birden fazla yerde geçiyor. Hikâye edilen bazı olayların yakın coğrafyalarda geçtiği metinden çıkarılabiliyor. Konunun otoritesi de böyle bir iddia ile ortaya çıkıyor. Masatlı Köyü’ndeki taş kabri dünya gözü ile görmek bu sene nasip oldu. Bu taş türbe, eskiden Ali Baba isimli bir erene nisbet edilirmiş. 1994’te onarılan türbe, taştan bir Türk çadırını andırıyor. 1994’ten bu yana da sözü edilen şenlikler yapılıyor.
“Dedem Korkut”, “Korkut Ata” Türkçe’nin hüküm sürdüğü her yerde... Tıpkı Yunus Emre gibi, mezarı da bir çok yerde.
Ahlat’ta da kabrinin olduğu söyleniyor. Evliya Çelebi Korkut Han’ın kabrini orada görmüş! O tarih meşheri büyük mezaristanda kim bilir kimlerin kabri var! Kafkasya’da, Derbend yakınlarında, Orta Asya’da, Özbekistan’da, Türkmenistan’da veya Kazakistan’da...
Dede Korkut sadece Türkiye’nin değil, Azerbaycan’ın, umumen Türkistan’ın. Böylece Bayburt yalnız Türkiye değil, Türkistan! Zihnimizde o bağın Dedem Korkut üzerinde kurulmasını sağlayan il Bayburt...
Dedem Korkut, havamıza, suyumuza, toprağımıza karışmıştır. “Biz kimiz?” sorusunu tereddütsüz “biz Dede Korkut’uz, Dede Korkut Kitabı’nda anlatılan insanlarız” şeklinde cevaplayabiliriz.
Evet biz efsaneyiz, destanız. Geçmişiz, bugünüz... Her şey değişse bile değişmeyen “öz”üz.
İşte bu öz, bir şekilde “birlik/tevhid” inancıyla bütünleşir.
Saf, bozulmamış ruhumuz. Ahlâkımız, mertliğimiz, yiğitliğimiz, insan olarak varlığımız... Arka planda İslâm’ın saf akidesi ve heyecanı...
Arı suyla abdest alan, gönülden yakaran ve ibadet eden atalarımız. Güçlü bir Allah inancı ve samimi bir Peygamber sevgisi... Allah Teala, adı güzel kendi güzel Muhammed...
Bizi birinci derecede ilgilendiren üç temel metin 19. Yüzyıl’ın sonu ile 20. Yüzyıl’ın başında keşfedildi.
Önce Orhun Yazıtları okundu... Orhun nehrinin havzasında yüzyıllardır duran dikili taşların Türkçe konuştuğu anlaşıldı. Bu yalın metin, binlerce yıllık varlığımızın anıt ifadesi.
Ardından Divanü Lügati’t-Türk keşfedildi... Kaşgarlı Mahmud, 11. Yüzyıl’da Halife’nin başkentinde, Bağdat’da Türkçe’nin önemini anlatırken, dilimizi, edebiyatımızı ve tarihimizi gözler önüne serdi.
Ve hemen peşinden Dedem Korkut’un Kitabı neşredildi... Kitap esasen 19. Asrın başında keşfedildi. Fakat yüzyıl bekledi. 1916’da Kilisli Rifat Bilge onu yayınlayarak bize hayatî bir metin kazandırdı.
Dilimiz, edebiyatımız ve tarihimiz için temel metinler. Onlar olmasa fakir kalırdık.
İyi ki, Orhun Yazıtları okundu. Biz onları unutmuştuk...
İyi ki Divanü Lügati’t-Türk, 99 yıl önce İstanbul’da ortaya çıktı... Bu kitabı keşfeden meşhur kitapseverimiz Ali Emiri Efendi, “Bu bir kitap değil, Türkistan ülkesi” demişti...
Ve nihayet Dedem Korkut’un Kitabı... Kayda geçiriliş tarihi olarak da en yenisi. Yeni fakat, belki de en eskisi...
Bir klasiğin bütün vasıflarına sahip. Dili, üslubu, muhtevası... Kendine haslığı. Bir topluluğun ruhunu derinlemesine yansıtması...
Bugün de Dede Korkut’un kitabını okuduğumuzda onun yalınlık içindeki ihtişamını hissedebiliyoruz. Onun üslubu günümüz anlatı tekniklerine asla yabancı değil. Romanımız, hikâyemiz hiç tereddütsüz beş asır öncenin bu şaheseri ile başlatılabilir.
Yüz yıllardır nesilden nesile aktarılan hikâyeler, 15. Yüzyıl’ın sonunda yazıya geçiriliyor. Bunu kim yaptı? Her kim yaptı ise, büyük bir iş yaptı. Bizi bize anlatan, bizim dilimizle anlatan ve ruhumuzu dalgalandıran bir eserimiz oldu.
Söze hatime çekerken Dedem Korkut’un diliyle söylüyoruz: “Dua edeyim hânım: Yerli kara dağların yıkılmasın. Gölgeli koca ağacın kesilmesin. Taşkın akan güzel suyun kurumasın. Yüce Allah seni namerde muhtaç etmesin. Ak alnınla beş kelime dua kıldık, kabul olsun. Derlesin, toplasın günahınızı adı güzel Muhammed’e bağışlasın hânım hey!..”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.