Din eğitimi
“Din eğitimi her şeyden önce bir kalb eğitimidir...
Onu beden hareketleriyle söz ve ses maharetleri halinde ele alanlar sihre yaklaştırdılar ve Frazer’in, dinin sihirden doğmuş olduğu esasına dayanan iddiasını bilmeden desteklediler. Bu yüzden halka din telkini yapan hoca, hatip, vaiz, hafız vs. din adamlarının müslüman cemaatının ruh yapısı üzerinde hiçbir tesiri olmadı. Bilakis bunlar, beden el, ayak, diz, dirsek hareketleriyle Allah’ın sevgisini kazanarak ebedî saadete ulaşılacağını durmadan halka telkin ettiklerinden müslüman cemiyetinin ruh dünyası sade işlenmemiş değil, saydığımız beden hareketlerinin yanında değersiz, önemsiz ve mânasız bir boşluğa döndürülmüş oldu.
Kur’an’ı ilâhî bir kalb sedası olarak anlayan ve dinin yalnız ve yalnız kalb terbiyesi olduğunu bilen mutasavvıflardır. Kendilerine “şeriatçi” diyen hocalar bir nevi âhiret polisleri gibi aramızda dolaşıyor ve dünyalıklarını bu âhiret sermayesiyle sağlıyorlar.
Tekkelerin temiz olduğu ve henüz kalpazanların eline geçmediği devirlerde tasavvuf, halka gerekli dinî terbiyeyi veriyordu. Gayesi kalbi kibir, kin, haset, fitne, yalan, riya, dedikodu ve çeşitli bayağı hırslardan temizleyerek ona hayır, Hakk’a ve Hakk’ın kullarına hizmet ihtirası, menfaatlardan arınma, merhamet ve adalet sevgisi, derece derece aşk halinde varlıklara hürmet duyguları doldurmak olan bu terbiyenin eseriyle Peygamber ve ashab devrinin ve müslüman Anadolu tarihinin sayısız olaylar halinde abideleri dopdoludur.
Gerçekte din, psikoloji ile metafiziğin karışımıdır. Dinî yaşayış psikoloji ile, yani kendini düşünmekle başlar. Böylelikle elde edilen nefsin bilgisinden Rabb’in bilgisine yükseltici bir metafiziğe ulaşılır. Sonunda Allah’a teslim olarak onun bizim üzerimizdeki mutlak hâkimiyetini kabul edici sığınma halinde sürekli bir şevkle yaşatıcı yine psikolojik, yani ruhsal bir hayat ve hareket sistemi olur. Böyle bir hali bizde yaşatmaya yardımcı beden hareketlerine ise ibadet derler. İbadet, şevk ve aşk ile tereddütsüz Allah’a teslim olmadır.
Din, esası bakımından bir ruhsal hayat olduğu halde onun ahkâm, akaid, fıkıh, feraiz, gibi kanun ve şeriat cephesi, bütünü ile bedenin ruh üzerindeki çeşitli tesirlerini tanıtan ilimlerdir. Bunlar dinin kendisini tanıtmıyorlar; dine götüren yolda şu sefaletle yüklü beden gemisinin dosdoğru kullanılmasını gösteriyorlar.
Peygamber’in, İslâm’ı “huy güzelliği” diye tarif etmesi, üzerinde durulmayan pek değerli bir veciz ifadedir. Bu söz anlaşılınca kötü ahlâk ve sefaletlerle yüklü kalb sahibi oldukları halde “şeriat istiyoruz” diyenlerin İslâm ile ve her türlü dinî yaşayışla alâkaları bulunmadıkları bilinmelidir.
Şimdiki din öğretimi her şeyden önce dinin esası ile alâkası olmayarak geçmiş yüzyılların devretmiş olduğu geleneklerin tekrarından ibarettir.
Dinî tatbikata ait kaidelerin öğretilmesi, çocuğa dinî ruh ve hörmet aşılayamaz. Din bütün hareketlerimizin dışında kalan bir hayat ve hareket alanı, bir ihtisas konusu değildir ki ayrı bir ders ve öğretim yapılsın. Bu okullarda din kültürünü bütün kültür derslerinin içinde, felsefe, tarih ve edebiyat derslerinde vermek en doğru yoldur... Din, bütün duygularımızla hareketlerimize bütün varlığımıza sindirilmesi gerekli bir kültürdür, bir aşıdır, damarlarımızda dolaşan ve insanlarla temasımızda kendini gösteren bir cevherdir.
Din eğitimini bugünkünün tam tersine, Allah istikametine doğru çevirmek, onu hakikatine ulaştıracaktır. Bu bir müceddit görevidir ve mutlaka yapılacaktır.”
Yukarıdaki satırlar bana ait değil. Düşünce dünyamızın en önemli isimlerinden Nurettin Topçu’nun 1970’li yıllardaki bir yazısından parça parça iktibas ettim. (Bu yazı, Bütün Eserleri’nin 4. Kitabı Türkiye’nin Maarif Davası kitabında yer alıyor).
Ramazanın ilk günlerindeyiz. Büyük fikir ve ahlâk adamımız Nureddin Topçu, 10 Temmuz 1975’te vefat etmişti. Hem onu hatırlayalım, hem de bu sıcak ramazan günlerinde bu mevzuları alışılmışın ötesinde, derinlemesine düşünmek için vesile olsun istedim.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.