Sen “Gezi’ci”, ben “Gerici” öyle mi?.. Yok öyle yağma!
Onlar konuşacak,
Ben susacağım!..
Onlar bağıracak,
Ben sesimi çıkarmayacağım!..
Onlar “slogan” atacak,
Ben boynumu bükeceğim!..
Onlar “pankart” açacak,
Ben elimi bile kaldıramayacağım.
Onlar “hakaret” edecek,
Ben sineye çekeceğim!..
Onlar “yazı”lar döşenecek,
Ben “kalem” oynatmayacağım!..
Nerede bu yoğurdun bolluğu?..
Kendilerini “bu memleketin sahibi” olarak gören “Beyaz Türkler”in her şeyi yapma hakkı var ama “zenci” olarak gördükleri bizler her şeye katlanacağız!..
Çünkü onların dışkılarında “gök boncuk” var, bizler ise onların emirlerine amade “Kunta Kinte”leriz, “köle”leriz!..
Yok öyle yağma!..
Onlar, “Eski Türkiye”de kaldı...
“Yeni Türkiye”de ise herkesin “konuşma hakkı” var, herkesin “düşüncesini ifade etme özgürlüğü” var!
Sen konuşuyorsan,
Ben de konuşacağım!
Sen bağırıyorsan,
Benden susmamı bekleme!
Sen “hakaret” ediyorsan,
Misliyle cevabını alırsın!
Sen “Sinkaflı küfürler” ediyorsan,
Ben de sana söverim!
Çünkü;
Benim elim armut toplamıyor!
Artık, şunu herkes bilsin;
Meydan boş değil!..
VEFA HAZRETLERİ VE HAMİLELİK
Sözü, “çok tartışılan bir olay”a getirmek istiyorum.
Seyredenlerin anlattığı olay şu:
TRT’deki “Ramazan Sevinci” programında; “Türk Tasavvuf Düşünürü ve Avukat” olarak takdim edilen Ömer Tuğrul İnançer, Şeyh Vefa Efendi’nin hayatından bir kıssa anlatmış...
“Vefa” semtine adı verilen Şeyh Vefa Hazretleri’nin bir oğlu dünyaya gelir...
Çocuk, biraz büyüdükten sonra, eline bir “iğne” alıp, çaktırmadan içi “su” dolu “kırba”ları delmeye başlar...
“Kırba” dediğimiz; içine su konulan “deriden yapılmış bir torba”dır...
Vefa Hazretleri’nin oğlu, işte bu “torba”ları delmekte ve “kırba” ile su satan “saka”lara zarar vermektedir.
Bir “saka” bunu fark edince Ebul Vefa Hazretleri’ne gelir ve durumu üslubunca anlatır.
Şeyh Vefa Efendi yanlış iş yapan çocuğunun neden böyle kötü bir iş yaptığını anlamaya çalışırken, acaba bu çocuğa haram lokma mı yedirdim diye araştırmaya başlar.
Kendi hayatını düşünür.
Eşine de sorar.
Eşi de komşuya gittiğinde oradaki bir limonu canının çektiğini, sahibinden izin almadan “limona iğne batırdığını ve suyunu emdiğini” hatırlar...
Ama kadın hamile olduğunu henüz bilmemektedir…
Vefa Hazretleri anlar ki;
Karısının “hamile” iken “limonu delmek” için kullandığı iğne, şu anda oğlunun elindedir ve o da “kırba”ları delmektedir.
Demek oluyor ki;
“Hamilelik” çok önemlidir.
Çünkü, annenin “hamilelik” döneminde yaptığı her hareket, rahmindeki bebeği de şekillendirmekte ve onun geleceğini etkilemektedir.
HAMİLELİK VE BAZI KADINLAR
İşte tam burada Tuğrul İnançer hamilelik konusunun ne kadar önemli olduğunu ifade etmeye çalışırken şunları söyler:
“Hamileliği davul çalarak ilan etmek bizim terbiyemize aykırıdır. Böyle karınla sokakta gezilmez. Her şeyden önce estetik değildir. 6 ay, 7 ay, 8 aydan sonra biraz hava almak için beyinin otomobiline biner, şöyle bir dolanır anne adayı kardeşimiz. Sonra akşamüstü falan çıkar. Şimdi maazallah kanatlısı kanatsızı televizyonlarda uçuşuyor, ayıptır ayıp.”
Adamın söylediği bu...
Bana göre son derece önemli bir tesbit, son derece önemli bir uyarı.
Açık ve net söylüyorum;
Altına imzamı atarım.
Gerçekten de, “hamile” bir kadının “bol bir elbise” giyip sokağa çıkması anlayışla karşılanabilir ama şimdikiler öyle mi ya?..
Şimdikiler alta tayt, üste daracık bir atlet giyip, çıkıyorlar sokağa... Kiminin “göbek deliği” bile meydanda!..
Ömer Tuğrul İnançer’in “üstelik, estetik de değil” dediği manzara bu olsa gerek.
Gelin görün ki;
Ömer Tuğrul İnançer bunları söyledi diye, biraz “aklı başında bir parti” olarak düşündüğüm “Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi”nin çağrısı üzerine sokağa dökülüp karınlarına “yastık” bağlayan “kadınlı-eeerkekli hamileler(!) güruhu” pankart açmışlar;
“Diren hamile!”
Bir de slogan atmışlar;
“İster gebe, ister fahişe,
Sokaklar bizim, terk etmeyeceğiz!”
İster terk edin, ister sokaklarda yatın, umurumda değil...
Ama ben, merak ediyorum;
Karınlarına niye “yastık” bağladılar da; meselâ niye “yorgan” veya “yatak” bağlamadılar?..
Öyle ya;
“Yorgan” veya “yatak” bağlasalardı, “daha çok hamile” görünürlerdi!..
ASIL SÖYLEMEK İSTEDİKLERİ
Her neyse...
Karınlarına “yastık” bağlayıp “hamile” görüntüsü verenler ve “Gezine gezine doğuracağız” diyenler, bana göre; “hamile kalma” işlemini de meydanda yapmak istiyorlar!..
İstedikleri “özgürlük” bu!..
Hele hatırlayın;
“Metroda öpüşme özgürlüğü” isteyenler de bunlardan başkası değildi!
Yine hatırlayın ki;
Bunların, “kıçının kılları ağarmış ağababaları” da, bir zamanlar; “Hayvanlar gibi özgürce sevişmek istiyoruz” demişti!..
Hayvanlar gibi, özgürce!..
Yani; meydanda!..
Yani, herkesin gözünün önünde!..
Kısacası;
Herkesin gözü önünde öpüşeecekler, sevişecekler ve belki hamile kalacaklar!.. Asıl istedikleri bu!..
Ama, şunu unutuyorlar;
Bu ülkede “hayvan”lar yaşadığı gibi, “insan”lar da yaşıyor!..
“İnsan”ların da;
Belirli “kural”ları var!..
Ve yine hatırlayın ki;
Bunların “haminne”lerinden CHP’li bir kadın; Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “kürtaj”la ilgili açıklamaları üzerine Aralık 2012’de demişti ki;
“Başbakan vajina bekçiliğini bıraksın!”
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, CHP’li kadının sözleri üzerine demişti ki;
“Yerin dibine geçtim!..
Yüzüm kızardı, utandım!”
Neredeeen, nereye?..
O günlerde, “vajina”larını ağızlarına alan kadınlar, bugün kalkmış, “yastıklı hamile” olmuşlar!..
Edep Ya Hû!.
SEN GEZİ’Cİ, BEN GERİCİ!!!
Bu, madalyonun bir yüzü...
Bir de öteki yüzüne bakalım...
Görüyorsunuz ya;
“Vajina”larına ve “yaşam tarzları”na müdahale istemeyen bu güruh, öyle bir “çığırtkanlık” yapıyor, öyle bir “mahalle baskısı” uyguluyor ki, kimsenin konuşmasına tahammül edemiyorlar!
Sen, nasıl ki; “Diren Gezi... Diren Hamile” diyorsan, bırak başkası da; “Bu edepsizliktir” desin!..
Hep Diren!.. Hep Diren!..
Nedir size giren?!?..
Ben sana nasıl tahammül ediyorsam, sen de bana tahammül et!..
Sen, bir “Gezi’ci” olarak “özgürce protesto” edeceksin ama ben lâf söylediğimde “Gerici” olacağım, “yobaz” olacağım, “Bu çağda, bu kafa” olacağım ve bana “yuh” çekeceksin, öyle mi?..
Yemezler bayım, yemezler!..
Bilesin ki;
Sen konuştuğun sürece, ben de misliyle cevap vereceğim...
Hem de, “anladığın” dilden!..
“İnsan” isen insanca, “hayvan” isen hayvanca alırsın cevabını!..
Hangi dilden istersen, ondan!..
Şu hâle bakın;
Şükrü Saraçoğlu Stadı işgal edilip; “Her yer Taksim, her yer direniş” diye slogan atılacak ve bunlar “devrimci” sayılacak ama “karşı slogan” atan “Genç Fenerbahçeliler” anında damgalanıp, itibarsızlaştırılacak ve “AKP yandaşı” ilân edilecek!..
Yemezler bayım, yemezler!..
Şu hâle bakın;
Başbakan Tayyip Erdoğan, Dolmabahçe’deki Çalışma Ofisi’ne giderken, 3 CHP’li ve bir kadın “Allah belânı versin” diye bağıracak, korumalar onları gözaltına alacak ve sen bunu “Yoldan adam toplatıyorlar” diye lânse edeceksin!..
Yok ya!..
Senin adamların “beddua” edecek ve korumalar buna eyvallah edecek öyle mi?..
Ulan burası dağbaşı mı?..
Hadi, “dağbaşı” olsa, istediğiniz kadar “anırın”, karışan olmaz!..
Ama şehirde, hele İstanbul’da;
“Anıran”ları “ahır”a sokarlar!..
Korumaların yaptığı budur!..
TIMES’TAKİ İLÂN!
Bir de, şu “ilân” meselesi var... Biliyorsunuz; “Oscar’lı bay”lardan, Fazıl Say’lara kadar bir sürü adam ve madam; The Times gazetesine bir “ilân” vermişler ve Tayyip Erdoğan ile AK Parti Hükümeti’ni yerden yere vurmuşlar.
“Parasını kimin verdiği” belli olmayan bu ilan, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Siyasi Başdanışmanı Yalçın Akdoğan tarafından “densizlik” olarak yorumlandı.
Başbakan Tayyip Erdoğan ise, ilânla ilgili olarak dedi ki;
“Bunlar düşüncelerini, fikirlerini kiraya vermiş tipler. Bunlar gerçekten demokrasiye inanmış tipler olsa, bu ülkede yüzde 50 oyla iktidar olmuş bir partinin liderine diktatör deme ahlaktan yoksunluğunu göstermezlerdi.”
Demek ki, neymiş?..
Bu ilânı verenler;
“Densizler”miş!..
“Fikirlerini kiraya vermiş tipler”miş ve de “ahlâktan yoksunlar”mış!..
Yani, sen; Erdoğan’a “diktatör” diyeceksin ve o da bunun altında kalacak, süklüm-püklüm duracak öyle mi?
Yok öyle yağma!..
Sen “bir” söylersen, karşılığını “on” olarak alacaksın!..
Sen “kusacaksın”,
Ben “susacağım” öyle mi?..
Geçti o devirler!..
Hacı Bektaş-ı Veli Hazretleri diyor ki!
Dünkü yazıma, kendilerinin de “Alevi” olduğunu iddia eden bazıları tepki gösterdiler...
Dediler ki; “Hacı Bektaş-ı Veli’yi bir Sünni gibi göstermişsin!”
Hayır, ben öyle göstermedim... Hacı Bektaş-ı Veli’nin kendisi “Şeriat” diyor, sözlerini “Ayet” ve “Hadis”lere dayandırıyorsa, ben ne diyebilirim ki?.. Alın, sözlerinden bazı örnekler:
l Abdal, Hak’ka hayran olandır.
l Adâlet her işte, Hak’kı bilmektir.
l Allah ile gönül arasında perde yoktur.
l Bir olalım, iri olalım, diri olalım.
l Bizim erkânımız; ahlâkı Muhammed’i ve edebi Ali’dir.
l Hak’ka erişebilmek için, büyüklere ve doğrulara yaklaşın.
l Hakikatın ilk makamı, toprak olacağımızın bilinmesidir.
l İmanın kemâli, âhlak güzelliğidir.
l İslâmın temeli güzel ahlâk; ahlâkın özü bilgi; bilginin özü akıldır.
Gördünüz işte; Hacı Bektaş-ı Veli Hazretleri “Allah yolunda”dır... Peki, “Aleviyim” diyen sizler, “kimin yolunda”sınız?..