Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Bayram tadında

Bayram tadında

“Recep, Şaban, Ramazan derken, işte geldi mübarek bayram” diye başlardı eski bayram hutbeleri…
Eski bayramlar daha mı güzeldi bilemeyeceğim, ama daha içten yaşandığını söyleyebilirim.
Eskilerimiz “Sayılı günler çabuk geçer” der, bayram hazırlıklarına ramazanın başında başlarlardı…
Bu bir zaruretti, çünkü hazır giyim denen nesneden eser yoktu: Her şey “ısmarlama” yapılırdı…
Kumaş alınır, terziye gidilir, ölçü verilir, oradan ayakkabıcıya gidilir, ayak ölçüsü çıkarılırdı.
Bana ilk bayramlık ayakkabı ısmarlandığında sanırım sekiz yaşlarındaydım. Müthiş heyecanlanmıştım. Ayakkabıcı Nedim Usta tonton bir adamdı. Sağ ayağımı beyaz bir kartona bastırdı ve etrafını çizdi. Ona göre kalıp çıkaracak ve bana ilk “ısmarlama” ayakkabımı yapacaktı.
Ayakkabımın yapımı bitip almaya gidene kadar nasıl sabırsızlandığımı anlatamam. Hele son geceyi hemen hemen bütünüyle uykusuz geçirdiğimi söyleyebilirim.
Eskilerimiz, bayramlarda yalnız kendi çocuklarına yeni giysiler almaz, mahallenin yoksul çocuklarına da bayramlık ayakkabı ya da elbise ısmarlarlardı.

Ayrıca el öpmeye geleceklere verilecek bayram harçlıkları ayrı renklerde kadife keselere konur, Kapalıçarşı’dan alış verişler yapılır, evde yeni esvaplar dikilir, yakın akrabalar için işlemeli mendiller, yemeniler ve iç çamaşırları bohçalanırdı.
Bayramlarda zengin sofraları günün her saati misafire açık olur, isteyen destursuz içeri girip karnını doyururdu.

Yani bayram günleri, İslâmın “kardeşlik” esasının hayatı tamamıyla kuşattığı günlerdi.
Her bayram sabahı, sabah ezanı vaktinde mahalle bekçisi mani söyleyerek mahalleyi uyandırırdı:

“Bu sabahın ayazına/ Kalkın Hakkın niyâzına/ Abdest alın ey komşular/ Gidin bayram namazına.”

Eski bayramları yaşatamayız. Ama eski bayram keyfini yaşayabilmek için hâlâ vaktimiz var: Çünkü hâlâ hayattayız.

Unutmayalım: Şartlar ne olursa olsun, her bayram bir muştudur, taze bir umuttur...
Dünyanın pek çok yerinde savaş, pek çok yerinde zulüm, pek çok yerinde baskı, pek çok yerinde açlık, afet ve felaket (özellikle Mısır ve Suriye’de) var…

Ama bayramlarımızı kutlamak için her şeyin düzelmesini bekleyemeyiz. Beklersek kıyamete kadar bayramsız beklememiz gerekir. Çünkü dünya “mutlak adalet”in ve “mutlak saadet”in hâkim olacağı bir yer değil. Dünya adaletsizliklerin, haksızlıkların kol gezdiği bir yerdir. Bu da aslında “imtihan sırrı”nın bir parçasıdır. Adaletsizliklerin içinde adaleti, haksızlıkların ortasında hakkı, yanlışların arasında doğruyu, yoklukların merkezinde varlığı yaşamaya da hakkımız var…

Önemli olan, elimizdeki güzelliği, varlığı paylaşmaya çalışmaktır. Bilin ki, ne kadar paylaşırsak, o kadar “insan” oluruz. Ne kadar “insan” olursak, hayatımız o kadar bayrama dönüşür.

“Dini bayramlar mı, millî bayramlar mı?..” tartışmasına hiç girmeden belirtmeliyim ki, bendeniz, hangi türden olursa olsun, bayramların kültürel yansımalarını pek severim. Ayrıca, bayramların “buluşma”, “bölüşme” ve “kaynaşma” yönlerine de bayılırım.
Bayramlarımızı ve umutlarımızı yitirmeme dileğiyle hepinizin bayramı mübarek olsun sevgili dostlarım.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi