AK Parti ile Cemaat arasında bir “kavga” mı var?
Yıl 1978 veya 1979’du... Haseki Hastanesi’nin oralarda öyle bir “dayak” yemiştim ki, tıpkı “Türk filmlerindeki” gibi...
Beni, önce “otobüs”ten itmişler, kapaklandığım yerden doğrulunca da, “etrafımdaki 4 kişi”nin arasında, “pinpon topu”na dönmüştüm...
Biri bir yumruk atıyor, diğerinin kucağına!.. O bir yumruk atıyor, ötekinin kucağına...
Kafama, gözüme, kulağıma, göğsüme bir yumruk, bir yumruk daha!..
Derken bayılmışım...
Uyanıp kendime geldiğimde, elimde tuttuğum gazeteyi sallayıp; şöyle bağırdığımı hatırlıyorum;
“Heyy, ne oluyor lan?”
Bağırdım bağırmasına da;
Beni dövenler ortalıkta yoktu!..
Yüzüm kan-revan içinde, “gözlüklerim de kırılmış” olarak eve geldiğimde, “kulak civarındaki şişlikler”in gittikçe büyüdüğünü ve artık “duyma sorunu” yaşamaya başladığımı gördüm...
Bereket kulak zarım falân patlamamıştı... O şişkinlik de bir hafta-on gün sonra inmeye başladı.
O “dayak sahnesi”ni hatırladıkça hâlâ kendi kendime gülerim... Derim ki;
“4 tane adama efelensen ne yazar?.. Ne yani, onları dövebilecek miydin?..”
Elbette mümkün değil...
Yediğim dayakla kaldım!..
Ama, hâlâ merak ederim;
“Beni dövenler kimlerdi ve bu dayağın sebebi neydi?.. Kimlerin kovanına çomak soktum ve kimlerin nasırına bastım?”
Tahminlerim olmakla birlikte, pek üzerinde durmadım...
Zaten geçti, gitti...
Bugün, o günkü halime gülüyorum...
“Heyy, ne oluyor lan?”
Sanki;
“Güçlü-kuvvetli adamları” dövebilecekmişim gibi...
“Ben” kim, onlarla “boy ölçüşmek” kim?..
BİR BİLEK GÜREŞİDİR, GİDİYOR!
Aradan 35-36 yıl geçti...
Bugün de, havada bir “kavga kokusu” var.
“Dişler gıcırdatılıyor!”
“Gardlar alınıyor!”
“Yumruklar sıkılıyor!”
“Büyük kavga” ha başladı, ha başlayacak!.. Hattâ, “elense”ler çekilmeye “deneme yumrukları” atılmaya başlandı bile!..
Evet, “Fethullah Hocaefendi Cemaati”, daha doğrusu “Zaman Gazetesi” ile “AK Parti” arasında bir “kavga” mıdır, “bilek güreşi” midir, sürüp gidiyor!..
Bir yanda Zaman ve Today’s Zaman yazarları, bir yanda “AK Parti karşıtı cephe”de yer alan Taraf, Sözcü ve Cumhuriyet gazetesi... Bir yanda da “AK Parti sempatizanı” bazı gazeteler, internet siteleri ve onların yazarları!..
İlk yumruğu kim savurdu, “ilk çakan” kim oldu, inanın bilmiyorum.
Ama ortalık, “diş gıcırdatanlar”dan, “tehdit savuranlar”dan, “çamur atmalar”dan ve “anlarsın ya!” mesajlarından geçilmiyor...
Ortalık toz-duman!..
Ve de, dumanlı!..
Kurtlar “dumanlı hava”yı severmiş ya; “AK Parti ve Cemaat arasındaki kavga”dan kendilerine “rant” devşirmek isteyenler de “pusu”ya yatmış, bekliyor.
Ortada, gerçekten bir “kavga” var mıdır, bunun “sebebi” nedir ve bunun kime faydası olacaktır?..
VURAN VURANA... KIRAN KIRANA!
Taraf’tan Mehmet Baransu’nun yazıları ve röportajları “fitne ateşi”ni körükledikçe körüklüyor... Onun sözlerini “haber” yapan Sözcü ve “kavganın sebebinin Cemaat’in yönlendirdiği yüzde 6 oy” olduğunu yazan Cumhuriyet’in yaptığı, bir anlamda “yangına körükle gitmek”tir!..
“Cemaat ile AK Parti arasında bir kavga olursa, bunun galibi Cemaat olur... Çünkü Cemaat’in eli temiz, AK Parti’nin kirli” diyen ve üstelik MİT’i de “karı-kız ayarlayan bir teşkilat” olarak gösteren Mehmet Baransu’nun bu ifadeleri yenilir-yutulur ifadeler değildir.
Kabul etmek gerekir ki, Sabah Gazetesi’nden Mehmet Barlas’ın 30 Temmuz tarihli yazısındaki şu itham ve suçlamaları da hayli ağırdır...
l “Türkiye’deki AK Parti iktidarının mitinglerini Hitler’in Nazi Partisi’nin gösterilerine benzeten ve ünlü sanatçıların imzaladığı bildiri, neden sadece “The Times”da yayınlandı? İngilizce yayın yapan ve üstelik Türklerin daha fazla okudukları Cemaat’in (veya Hizmet’in) yayın organı “Today’s Zaman”da da neden yayınlanmadı bu bildiri?
Çünkü bu bildiride yer alan iddialar Today’s Zaman köşelerinde hemen her gün seslendirilmekte. Bu arada gazetemiz Sabah da hemen her gün hedefte...
Türk medyasındaki tabloyu genel açıdan bilen ama ayrıntıları ve mülkiyet yapılarını bilmeyenler, ilk bakışta “Today’s Zaman”ın da Gezi eylemlerinin sözcüsü ve pompalayıcısı konumundaki Doğan Medyası’na ait bir yayın organı olduğunu düşünebilir.”
(....)
l “Hatırlarsınız... Bir dönemde “Avrupa Birliği’ne giden yol Diyarbakır’dan geçer” denilmişti.
Acaba şimdi de bazıları “Alternatif iktidara giden yol Pensylvannia’dan geçer” diye mi düşünüyor. AK Parti’ye öfkeli veya bu iktidara alternatif arayan kim varsa, mutlaka Fethullah Gülen’i ziyaret ediyor.”
Mehmet Barlas’ın bu yazısına hem Zaman Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı’dan, hem Zaman Yazarı Hüseyin Gülerce’den cevap gecikmedi.
Bu arada, yine Zaman’dan Abdülhamit Bilici, 23 Temmuz tarihli yazısında, “üstü kapalı” olarak “AK Parti’nin dış politika stratejisi”ni yerden yere vurdu ve dedi ki;
“Ortadoğu’da barış ve istikrarın en son sağlandığı düzen, vârisi olduğumuz Osmanlı imzası taşısa da, bugünkü durumumuz, dedenin büyük tecrübeyle yaptığı ustalığı, “ben de yaparım” diye atılıp her şeyi karıştıran acemi torunun halini andırıyor.”
(....)
“Sanki Ortadoğu ve dünyanın bize ders vermek için bir araya geldiği ibretlik bir tablo bu... Acemi torun için bu kadar kısa sürede, bu kadar ders biraz ağır değil mi?”
Osmanlı “usta”, AK Parti “acemi torun” öyle mi?..
ZAMAN’DAN TOPYEKÜN TAARRUZ!
Hepsi bir yana da;
Zaman’daki “bireysel eleştiriler”in yerini birden bire niye “topyekün taarruz” aldı, işte onu anlayamadım...
Önceki günkü Zaman; Mustafa Kemal Atatürk’ün “Hatt-ı müdafaa yoktur, sath-ı müdafaa vardır... O satıh, bütün vatandır” sözünden ilham almışcasına, “bütün yazarları” ile AK Parti’ye karşı başlatılan “topyekûn taarruz”un merkez üssü gibiydi.
İşte Ali Bulaç’ın yazdıkları:
l “Kıta Avrupası’nın siyasi telakkisine göre teşekkül etmiş muhafazakar partilerin, ılımlı veya sert laikliği referans alan diğer partiler gibi cemaatleri neden demokratik karar süreçleri dışına çıkarmaya çalıştıkları önemli bir sorudur. Kesinlikle bundan bir cemaatin “yürütmeye ortak” olmasını kastetmiyorum, ama herhangi bir baskı ve çıkar grubu ya da stk gibi eğer cemaatler de vergi verip oy kullanıyorsa karar süreçleri üzerinde etkili olmak isteyebilirler, bu bir haktır.”
Ve işte A. Turan Alkan’ın, sırf “Erdoğan’ı desteklediği” için Mehmet Barlas’ı hedef alan yazısı:
“Her devirde muktedirlere yakın durmakla mâruf bir şahıs, son günlerde mâhiyet ve sebebine pek akıl ermemekle birlikte Hizmet hareketine dahle yönelik ilginç şeyler söylemeye başladı. Müstakil’ül efkâr bir yerde durarak samimi görüşünü belirtmiş olsa, şüphesiz daha fazla ciddiyeti hak ederdi; böyle yapmıyor, yine muktedirlerin sâyesi altında bulunduğu yerden kendince hoşluklar sergiliyor; fıkralar, nükteler naklederek zaman zaman vecde gelip sosyolojik fetvâlar veriyor.”
Bu da Ali Ünal’dan, “AK Parti’ye ayar vermek” isteyen bir cümle:
l “O bakımdan, cemaatler, tarikatlar, en has ve gevşek dokulu sivil toplum kuruluşları olduğu gibi, varlıklarını Kıyamet’e kadar sürdürecek ve İslâm’ın on dört asırlık tarihinde yüzlerce iktidarı ve siyasî partileri eskittikleri gibi, yine yüzlerce iktidarı ve siyasî partileri eskiterek varlıklarını devam ettireceklerdir.”
“HE” DEYİP GEÇMEK VARKEN!
Bütün bunlara karşılık, “AK Parti sempatizanı” gazeteler, internet siteleri ve yazarlar da boş durmuyor tabiî...
Onlar da, kendilerine göre bir “psikolojik taktikler” uyguluyorlar...
Meselâ, “Cemaat içinde bir anket” yapılmış da, büyük çoğunluk; “Kim ne derse desin, oyum AK Parti’ye” demiş...
Bunun “haber”ini veriyorlar...
Böyle bir anket yapılmış mıdır, sonuç böyle mi çıkmıştır, bilmiyorum...
Doğru da olabilir, yanlış da...
Ama, benim ilgimi çeken; Zaman Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı’nın, “cemaat mensuplarının iradesine ipotek koyar” gibi bir “karşı çıkış”la, “AK Parti’ye oy vermeyiz” şeklinde yorumlanabilecek şu ifadeleri kullanması oldu:
l “Bu tür uyduruk operasyonlar kitleyi kenetler, anketçilerin ağır bir tokat yemesine sebebiyet verir... Hiç gerek yok böyle palavralara... Hem hiç endişe etmeyin, zamanla sular durulur, gerçek dostlar dönemsel şövalyelerden ayrışır...”
Benim tanıdığım Ekrem Dumanlı’nın, buna “He” deyip geçmesi gerekirdi.
Boşuna gündemine almış!..
KİM BU ŞAHISLAR?
Ekrem Dumanlı deyince... Kendisine; önceki günkü yazısında “itham” ettiği, “ağır suçlamalar” yönelttiği kişilerin “kimler” olduğunu sormadan geçmek olmaz...
“Dört portre”den söz etmiş:
l “Çok değil birkaç sene önce; önemli bir siyasî figür gazeteyi ziyaret etti.
Daha hoş beş diyemeden Başbakan Tayyip Erdoğan aleyhine verip veriştirmeye başladı.
Söyledikleri tenkit çizgisini aşıyor, yaralayıcı noktalara doğru gidiyordu.
Dayanamadım, “Keşke bu kadar ağır konuşmasanız, bu kadar sert ve incitici lafların size de ülkeye de faydası yok” demek zorunda kaldım.
Pek hoşuna gitmemişti; ama ne yaparsın, iş büsbütün çığırından çıkıyordu.
Şimdi durum ne mi?
O, şimdi AK Parti’nin önemli adamlarından biri oldu. Söylediklerini hem çevresi unuttu, hem kendisi... İyi ki de unuttu; çünkü ne siyasî nezaket o ağır sözleri taşıyabilirdi, ne kardeşlik hukuku...”
l “Son seçimlerden birkaç gün önce mühim bir köşe yazarı ile dertleşiyorduk. O sırada Taraf’ta bir iddia dile getirilmişti: Şayet AK Parti yüzde 50’nin altına düşerse bazı komutanlar darbe davaları için hükümete ağır baskı yapacak, oy oranı yüzde 50 civarında olursa komutanlar istifa edecekti.
Nitekim iddia doğru çıktı ve Necdet Paşa dışındaki bütün kuvvet komutanları istifa etti...
Kâbus senaryolarını tahayyül ederek, “İnşallah oylar yüzde 50 civarında olur da demokrasiye bir balyoz daha inmez” dedim.
Benimkisi demokrasinin devamına yönelik bir temenni idi sadece.
Bizim mahallenin tecrübeli yazarı, bu düşünceme şiddetle karşı çıktı.
O da verdi veriştirdi Başbakan’a.
Ona göre parti 40’larda kalmalıydı ki haddini bilsin!.. Ağır laflar etti...
Bir şey demedim; zira o, “AK Parti’ye bizden daha yakın”dı. Yakın ama uzak.
Şimdi el üstünde tutuluyor ve ha bire “cemaat analizi” (!) yaparak diğer dostlarını ötekileştirmeye çalışıyor, yürek dağlıyor, gönül kırıyor...”
l “Birkaç yıl önce bir bürokrat, “Bunların akıbeti Menderes’ten kötü olacak!” diye gürlüyordu. Pervasızlığı ile koridorları çınlatan bu bürokrat, lafın ne manaya geldiğini tabii ki biliyordu. Neyse, zaman değişti, devran başka bir denklemin doğmasına vesile oldu ve o şahıs önemli bir yere getirildi. “Eski ülkücü” diye tercih edilen o kişi, şimdi “cemaat” diye yaftalanıp tasfiye edilen meslektaşlarının koltuğunda oturuyor. Otursun... Takdir, onu tercih edenlerin; lakin vaktiyle hiçbir beklentiye girmeden kelle koltukta hizmet edenler de bu kadar rencide edilmesin; zira onların dostluğu konjonktürden değil yürekten...”
l “Örnekleri çoğaltmaya, sözü uzatmaya gerek yok. Hangi birini sayacaksın. Bizzat işittim, mesleğin popüler bir siması, “Bu AKP’lilerden bir cacık olmaz, bunlardan sıtkım sıyrıldı” diyordu. Adam, tiksinerek bahsettiği partide, şimdilerde baş tacı ediliyor. Sayın Başbakan, Kars’taki heykel için “ucube” dediğinde hem Erdoğan’a, hem partiye öfke kusan, şimdi mevsimlik tetikçi rolüne soyundu ve ha bire AK Parti’ye yaslanıp cemaate saydırmakla meşgul.”
l “Kısa bir süre öncesine kadar karanlık odalardan muhafazakâr kitlelere karşı kara operasyon yapanlar şimdi bir taraftan AK Parti’ye güzelleme yapıyor, diğer taraftan da fitne üstüne fitne çıkararak ‘cemaat’i linç etmeye kalkışıyor. İstihbarat(lar)ın elinde melabe olmuş birileri de “cemaat’e karşı 28 Şubat gibi bir tasfiye yapıldığını ve bunun devam edeceğini” gururla söylüyor...”
Gördüğünüz gibi, Ekrem Dumanlı; bir “siyasî figür”den, “AK Parti’ye yakın ve de bizim mahallenin mühim bir köşe yazarı”ndan, bir “bürokrat”tan ve de “mesleğin popüler siması”ndan, yani “4 sima”dan söz ediyor ama “isimlerini zikretmiyor!”
Peki, kim bunlar?..
Gerçekten merak ediyorum;
Kim bunlar?..
Dün “AK Parti’ye verip veriştiren” ama bugün “önemli bir görev”de bulunan “bürokrat” kimdir, “baştacı” yapılan “köşe yazarları” kimdir?..
Zaman’ın yöneticisi Ekrem Dumanlı bunları açıklamadığı sürece, bu cenahtaki “yazarlar” ve “bürokratlar”ın hepsi “zan” altındadır, “töhmet” altındadır.
Belki, bana yine “şakayla karışık kırılacak”tır ama yine çağrıda bulunuyorum:
“Ekrem Dumanlı, bu kişilerin kimliğini açıklamalı ve hiç olmazsa, o kişilere savunma hakkı vermelidir...”
Ki; bu kişilerin kimliği “Dumanlı” kalmasın, “Dumanlı’da saklı” kalmasın!..
SAVAŞIN KAZANANI OLMAZ!
Ortada gerçekten “ciddi bir durum” var...
Derinden derine devam ederken, artık su yüzüne çıkan ve “Mısır’daki sağır sultanların bile duyduğu” bu kavga, bir şekilde bitirilmelidir... Ki; dün Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’ndan yapılan açıklamada, “Cemaat’le ilgili iddialara” cevap verilme lüzumunun hissedilmesi de; ortada bir çekişmenin, bir kavganın varlığını doğrulamakla birlikte, “Kavgayı bitirmeye yönelik bir çaba”nın olduğunu da göstermiştir!..
“Bu kavgadan, bu bilek güreşinden kim kazançlı çıkar?” meselesine gelince...
Hiç kimse unutmasın ki;
“Savaşların kazananı,
Barışların kaybedeni olmaz!”
Herkes “yara” alır, herkes “güç kaybeder” ve herkes “tökezler!”
Bırakalım; Cemaat “Hizmet”lerini sürdürsün, AK Parti de “siyaset”ini yürütsün!..
Herkes, “Kendi işine” baksın,
Herkes, “Kendi işini” yapsın!..
Bize düşen “hayırlı icraat”lara destek olmaktır.
Şimdi kalkıp; 35-36 yıl önceki gibi, yine; “Heyy ne oluyor?” diye bağıracağım ama, bir “Müslüman” olarak, ya da “Müslümanlar” olarak, olan bana ve bize olacak!..
Bilmem, anlatabildim mi?!?..
Bir çivi bir nalı, bir nal bir atı... Bir at da!..
Dünkü; “Mesele AK Parti değil... Mesele Türkiye’nin geleceği” başlıklı yazım, AK Parti teşkilâtlarında büyük yankı yaptı... “Tebrik ve teşekkür edenler” de oldu, “üzüntülerini bildirenler” de... Hiç şaşırmadım... Çünkü; bir yazının “herkesi memnun etmesi” mümkün değildir...
Malûm, yazımda “birbirleriyle taban tabana zıt” il ve ilçelerden söz ettim... Amacım, onları “kötülemek” değil, sadece “uyarmak”tı... Ki; “amacın hasıl olduğunu” görmekten de, son derece mutluyum.
Malûm; bir “savaş”ın kazanılması veya kaybedilmesi, bazen “bir tek çivi”ye bağlıdır...
Öyle ya; “Bir çivi bir nalı, bir nal bir tırnağı, bir tırnak bir ayağı, bir ayak bir atı, bir at bir kumandanı, bir kumandan bir vatanı mahvedebilir...”
“Seçim”ler de öyledir...
“Bir tek Bakan’ın, Milletvekili’nin, Belediye Başkanı’nın veya il-ilçe başkanının hatası” yüzünden, koskoca bir parti kaybedebilir...
Benim dikkat çekmek istediğim husus buydu...
Haa, Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan’ı biraz “sert” eleştirmiş ve onu incitmiş olabilirim... Ama o da; “sevdiğim ve dost bildiğimden”dir... Yoksa onun “kötü niyetli” olduğunu asla düşünmem...
Uzun lâfın kısası; “mesaj”lar yerine ulaştığına göre, mesele yok...
Özellikle bu süreçte “rehavet”e kapılmak yok, herkes “halkın sesi”ne kulak verecek, “birlik ve beraberliğe” halel getirmeyecek... Mesele budur.