D.Mehmet Doğan

D.Mehmet Doğan

Kentler nasıl dönüşüyor?

Kentler nasıl dönüşüyor?

Son günlerde “kentsel dönüşüm” kavramı çok kullanılıyor. Mâna ve mahiyetinin tam anlaşıldığı söylenemezse de, bir takım uygulamalar bu kavram kullanılarak gerçekleştiriliyor. 

1930’lardan miras dil buhranımızın tezahürlerinden biriyle karşı karşıyayız. Bu kavramı kullananların tam mânâsıyla neyi kastettiklerini bildiklerini tahmin etmiyorum! Veya bilseler dahi nasıl doğru ifade edebileceklerini düşündüklerini sanmıyorum.
Yapılanlara bakarak, “kentsel dönüşüm”ü tarif etmeye çalıştığımızda esas itibariyle “şehir ıslahı”nın kastedildiğini düşünüyorum. Tabii “şehir yenilenmesi” de denilebilir. Bazı belediyeler, gecekondu bölgelerini böylece ıslah ediyorlar, bazıları da şehrin çökmeye yüz tutmuş eski bölümlerini biçime sokmaya çalışıyorlar. 
Bir taraftan altyapı çalışması, diğer taraftan sağlıklılaştırma, yeni unsurlar katma; belki yeşil alanları genişletme, tarihî yapıların elini yüzünü düzeltme işin içine giriyor. Şehrin görünüşü ile birlikte yapısında da ciddi düzeltmeler yapılmak isteniyor. Yapılanların “kentsel dönüşüm” olarak ifade edilmesi maalesef isim-müsemma ilişkisini kurmamıza, böylece konuyu kavramamıza yardımcı olmuyor.
“Kent” nasıl bir dönüşüm geçiriyor? Bu, ibareden çıkmıyor. Şehir ıslahı, şehir yenilenmesi bence işin doğru türkçesi. Peki neden böyle ifade edilmiyor? Bu da bizim Türkçe ifade zaafımızın ne noktalara geldiğini gösteriyor!
Bir soru daha: Neden şehirlerimizi ıslah etmek mecburiyetinde kalıyoruz?
Bu sorunun cevabı yakın tarihimizin şehircilik ve belediyecilik meselelerinin masaya yatırılmasını gerektiriyor. 
Şehirlerimizi 20. Yüzyıla kadar mahallen temini kolay malzemelerle kurduk. Kimi yerde taş, kimisinde toprak (kerpiç-tuğla) ve bazı yerlerde de ahşap ağır bastı. 20. Yüzyılla birlikte beton devrine geçtik. Ekonomik durumu iyi olan yerler daha çabuk betonlaştı. Sadece betonlaşma değil, cumhuriyetin tek parti devrinde şehirlerimizin hızlı nüfus artışına karşı ciddi tedbirler alınamadı. Vatandaş devletin, belediyenin yapamadığı noktada gecekondularla mesken meselesini halletmeye çalıştı. 1940’lı yılların sonunda başlayan gecekondulaşma, nüfus artışına ve hatta iktisadi gelişmeye paralel olarak yaygınlaştı. Ankara gibi bazı şehirlerimizde gecekondular nizami yapıların önüne geçti. 
Tarihle şehir ilişkisi elbette vazgeçilemezdir. Tarihî bir şehri gezmek, aynı zamanda tarihte bir gezinti yapmaktır. Şehrin yolları, sokakları, meydanları ve yapıları okumasını bilende bu tesiri uyandırır. Şehirlerimiz modernlikle karşılaştığında, mahalli yöneticilerin ilk işi şehirlerin tarihi dokusunu tahrip etmek oldu. Şehirlerimizin 1950’lere kadar olan resimlerine bakın, her birinin farklı güzelliği hemen dikkatinizi çekecektir. Betonlaşma, modernleşme şehirlerimizin kimliğini yok etti. Bugün şehirlerimizi fotoğraflarına bakarak teşhis mümkün değil. Meğer ki, o şehre ait olduğu herkesçe bilinen tarihi bir yapı manzarada yer alıyor olmasın. 
Tarihilik büyük şehirlerde yok olurken, bazı küçük şehirler kendilerini tarihi görünümleriyle kabul ettirdiler. Bu şehirlerimizin başında Safranbolu gelir. Bugün Safranbolu Türkiye’de yaşayan tarihi şehrin sembolüdür. Son yıllarda Beypazarı ve Mardin tarihi kimlikleriyle bir hayli ilgi çekiyorlar. Bunlara göre daha küçük ölçekli bir kasaba olan Taraklı’yı da burada zikredebiliriz. 
Eskide bizi cezbeden ve yenide olmayan ne var?
Eski yapılarımız nisbetleriyle, şehir içindeki konumlarıyla ve kullanım değerleriyle ve en önemlisi estetik görünümleriyle bugünkü irili ufaklı yapıların önünde yer alıyor. Şehrin yeni kesimlerini gezmek diye bir şey sözkonusu olamazken, eski şehir parçalarını gezmek cazip bir vakit geçirme şekli haline geliyor. 
Keşke şehirlerimizi dönüştürmek zorunda kalmasa idik! Tarihi dokuyu koruyarak yeni şehirler kursa idik. Avrupa’nın hangi ülkesine gitseniz tarihi dokunun nasıl titizlikle korunduğunu görürsünüz. Bunu maalesef başaramadık. Kişiliksiz, hantal, karman çorman şehirlere mahkum olduk. 
Belki çoğu okur yazar bile olmayan eski ustalarımızın ortaya koyduğu güzel ve kullanışlı yapılar bugünün mimarlarının, mühendislerinin yaptıklarıyla kıyaslanırsa nasıl bir sonuca varılır? Galiba esas mesele ölçünün, nisbetin kaybolmasıdır. Asıl dönüşüm buradan başlamalı!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
D.Mehmet Doğan Arşivi