Günaydın Hasan Pulur!
Bazı yazarlar, gazeteleri ile anılır, gazeteleri de onlarla. Milliyet, 1950’de çıkan ve hâlâ yayınını sürdüren bir gazete. Hasan Pulur 1958’de bu gazetede yazmaya başlamış. Yarım asırlık “Milliyet”çi!… Milliyet “ben köklü bir gazeteyim” demek isterse, yaşayan şahidi Hasan Pulur olur her halde.
Eskiden çok okunurdu. Onun tarzı halkın ilgisini çekerdi. Şimdi de öyledir muhtemelen. Son yazısı Mehmet Âkif üzerine idi…
Sanki Mehmet Âkif’i yeni tanıyormuş hissine kapıldım, yazıyı okuyunca.
Atatürkçülük hamasetine sarılmadan Mehmed Âkif’i anlamak. Bunu ondan beklemeliyiz.
Mehmed Âkif, Mustafa Kemal Paşa tarafından Meclis açılmadan önce Ankara’ya davet edildi. Daha hiçbir gazeteci, yazar, şair davet edilmeden o davet edildi. “İslâm Şairi” sıfatıyla. Ankara’ya gelişini, Paşa’nın Ankara’da yayınlanmasını sağladığı Hakimiyet-i Milliye haber yaptı. Başlığı “İslâm Şairi Mehmed Âkif Bey” idi.
İslâm Şairi, Milli Mücadele’nin manevî cephesini güçlendirmek için Ankara’da idi. Bunu hakkıyla yaptı. Bütün sıkıntılı bölgelere, cephelere giden, konuşan, vaaz eden oydu. Dergisi Sebilürreşad Büyük Millet Meclisi’nin bütçesinden basıp dağıttığı iki süreli yayından biri idi. (Diğeri Hakimiyet-i Milliye).
Ankara’da bulunuşuna bir vesile, bahane gerekiyordu. Burdur milletvekili yapıldı… Siyaset için değil, hizmet için kabul etti Meclis üyeliğini. Meclis’in kütüğüne “İslâm Şairi Mehmet Âkif” diye kaydedildi…
Savaşın sadece ordularla, askerlerle, silahlarla kazanılmadığına inanıyorsak, Mehmet Âkif’in Milli Mücadele zaferinin kahramanlarından olduğu şüphe götürmez.
Mücadele zafere ulaştıktan sonra Âkif’e ve onun temsil ettiği düşünceye ihtiyaç kalmadı. Hatta, artık o muzır bir düşünceyi (irtica) temsil ediyordu. Dergisi kapatıldı, yayıncısı İstiklâl Mahkemesi’ne gönderildi…
Emekli değildi, başka bir iş yapacak durumu da yoktu. Âkif’e sen artık “kumda oyna” denildi… Polis takibatı altında idi… O da Mısır’a gitti ve ölümü yaklaşıncaya kadar dönmedi…
Ölümüne altı ay kala doğduğu İstanbul’da idi. İçişleri Bakanlığı Dışişlerinden sordu: “Bu mürteci şairin Türkiye’ye gelmesine kim izin verdi?” diye…
Milyonların gür sesle şiirini okuduğu İstiklâl Marşı’nın şairi, bir garip olarak öldü… Ölümü gazetelerde üç beş satırlık haberlerle geçiştirildi. Resmi tören yapılmaması talimatı geldi İstanbul’a. Tek üniversitenin rektörüne de, ne hocaların ne de talebelerin cenazeye katılmaması bildirildi…
28 Aralık sabahı, Bayezit camii avlusunda Akif’in tabutunu Tıbbiye talebesi bir genç fark etti. O zaman Tıbbiye merkez binada idi. Bütün öğrencilere yaydı. Ve İstiklal Marşı şairi şanına lâyık bir merasimle, gençlerin omuzları üzerinde taşındı ve toprağa verildi…
Hasan Bey’in seyrettiği Mehmet Âkif’le ilgili televizyon programını biz göremedik. Prof. Mehmet Çelik konuşmacı imiş. Fethi Gemuhluoğlu’nun Mehmet Âkif’in cenazesini fark ettiğine ve gençleri uyardığına dair bir hatıra aktarmış.
Elbette Fethi Bey bir Mehmet Âkif muhibbi idi. Fakat, bu hadise onun başından geçmiş olamaz.
1922 doğumlu Fethi Bey, 1936’da 14 yaşında idi.
Dolayısıyla Üniversite öğrencisi olamazdı…
Hadi lise öğencisi olsun. Fakat, Haydarpaşa Lisesi’nde okumuş… Bayezit’e bir hayli uzak…
Sözlü tarihte böyle zuhüller olur!
Peki, Bayezit camii avlusundaki tabutu fark eden kimdi? Bizim bildiğimiz, Fethi Tevetoğlu’dur. Daha sonra bunu anlatmış ve yazmıştır. Tabipti ama, sosyal ve kültürel konulara meraklıydı. Neredeyse bir raf dolusu telif eseri vardır.
Hasan Pulur’a söyleyeceğimiz şu: Cumhuriyetin 90. yılındayız, Cumhuriyet tarihinde madalyonun öteki yüzüne bakmak lâzım. Mehmet Âkif’in, Âkiflerin hayatını da bilmek lâzım. Ancak o zaman taşlar yerine oturur…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.