Müşteki nereye
Şöyle bir gündeyiz... On beş, on ve hatta belki de beş sene önce bile tahayyül edemeyeceğimiz, hayalini kuramadığımız, ümitlerimizle süsleyemediğimiz güne geldik. Nedir o gün... Darbelerle yüzleşme günümüz. Kim düşünürdü ki, umardı ki köprünün altından sular geçecek ve fakat bu kadar çabuk geçecek ve bizler darbelerin piri 28 Şubat darbesi ile yüzleşme noktasına gelecektik. Gelecektik “amma” bununla ne yapacağımızı da pek bilemeyecektik...
Bunları neden söylüyorum? Cuma günü 28 Şubat darbesiyle hesaplaşma davası çerçevesinde cumhuriyet başsavcılığından aldığım davet üzerine Çağlayan Adliyesi’ndeydik eşimle beraber. Gördüğümüz şu oldu: 28 Şubat’la yüzleşmek isteyen yok gibi bir şeymiş. Şaşırdık. Üzüldük. AKDER ile adını tanıdığımız Avukat Fatma Benli, Alevilerin temsilcisi Fermanı Altun Bey, eski Sultanbeyli Belediye Başkanı Ali Nabi Koçak Bey, eski savcı Reşat Petek Bey ve ASDER temsilcileri oradaydı. Birkaç başörtülü öğretmen, birkaç YAŞ kararı ile ordudan atılan asker dışında kimse yoktu.
Oysa 28 Şubat darbesi Türkiye siyasi tarihini periyodik olarak şekillendiren diğer darbelerden farklı olarak sadece siyasal değil aynı zamanda sosyal, kültürel ve ekonomik implikasyonları olan, sonuçları itibariyle toplumda en derin yaraları sadece dikey olarak değil aynı zamanda yatay olarak da açan darbedir. Geniş toplumsal katmanlarda karşılık bulan, milyonlarca insanı inim inim inleten, götürüleri ile hâlâ yaşamak zorunda bırakan bir darbedir bu. Hal böyleyken gelin görün ki ne Ankara’da davanın görüldüğü 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde ne de İstanbul’da müştekilerin ifadelerinin alındığı 23. Ağır Ceza Mahkemesi’nde ne salonlar dolup taşıyor, ne dosyalar sığdırılamayacak kadar ofisleri dolduruyor... Tuhaf bir durum.
İfadeleri dinlerken nerededir darbe mağdurları diye düşünmekten kendimi alamadım. Mağdur edilip müşteki olmayanlara teessüf ettim. Bir taraftan bunları düşündüm diğer taraftan da her ifadeyle hatırlanan anılarla yüreğimin kanadığını hissettim. Ne acılar, ne hikayelerdi paylaşılan çünkü... Bilmem failler nasıl uyurlar her gece? İşte ifadelerden bazıları:
Ahmet Uçar: “Tuğgeneral Doğu Silahçıoğlu gelince maddi manevi baskılar görmeye başladım. Ailemiz başörtülü olduğu için lojmanlara girememeye başladık. Geceleri arabamın arkasına battaniye örterek lojmana giriyorduk. Rütbe alma sırasındaydım. Rütbe takma törenine eşlerinizle gelmemiz bildirildi. Ben de eşimle gittim. Kürsüye çıkınca Doğu Silahçıoğlu, ‘Bu annen mi?’ dedi. Eşim olduğunu söyleyince ‘TSK’ya böyle eş yakışmaz’ dedi. Yanındakilere de ‘Hanımefendiye nizamiyenin yolunu gösterin’ dedi. Orada kendimi zor tuttum. Ve şimdi çok pişmanım. Eşim çok kızdı, ‘Beni korumadın’ dedi, psikolojisi bozuldu. 28 Şubat sanıklarından özellikle de Osman Doğu Silahçıoğlu’ndan şikayetçiyim.”
Abdurrahman Yıldırım: “Lojmandan dışarı çıkınca içeri geri girmek çok zordu. Geceleri lojmana girerken eşim arkada oturuyordu arabada. Eşim görünmesin diye arabanın arka camlarına battaniye örtüyorduk. Eşim örtülü olduğu için yaşadığımız lojmana alınmıyordu. O yüzden evden çıkamıyordu. O dönemde 3 aylık çocuğum vardı. Bir gün mecburen markete gitmesi gerekti. Çocuğu evde bırakıp markete gitti ve bir daha lojmana alınmadı. Çocuğum içerde kaldı. Ben eşimi silah zoruyla içeri aldım.”
Ali Eryılmaz: “astsubay iken eşinin kapalı olması ve dini hassasiyeti nedeniyle TSK’dan uzaklaştırıldığını belirtti. Gördüğü baskı nedeniyle intihara teşebbüs ettiğini belirten Eryılmaz, “Eşim beni ipten aldı. Psikolojim bozuldu. Görevimden uzaklaştırıldıktan sonra da zor günler yaşadık. Eşim evlere temizliğe gidiyor.”
Ali Nabi Koçak: “Tuğgeneral Doğu Silahçıoğlu bayram törenlerinde hep bizim oraya gelirdi, Herkesin elini sıkardı. Benim elimi sıkmazdı. Kaymakam da imam hatip kökenli olduğu için onun da elini sıkmazdı”.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.