D.Mehmet Doğan

D.Mehmet Doğan

Kültür ve eğitim: Eski hamam eski tas!

Kültür ve eğitim: Eski hamam eski tas!

Elbette Türkiye’deki büyük değişimi görmemek mümkün değil. 21. Yüzyılın başında gerçek bir zihniyet değişikliğine doğru evriliyoruz. Daha doğrusu bunun zemini oluşuyor. Bugünkü iktidar köklü bir zihnî birikimin ürünü. Düşünce, edebiyat ve inanç... Bütün bunlar olmasa idi, Türkiye’nin hâkim zihin yapısı, ideolojisi, rejimi olduğu gibi sürerdi.

Cumhuriyet’in 90. Yılındayız ve 1920’lerin, 1930’ların, 1940’ların zihnine hapsolmayı reddediyoruz!

Bu reddediş tavrı bugün Türkiye’yi yönetiyor. Siyaseti belirliyor, ekonomiyi yönlendiriyor. Güçlü bir iktidar yapısı içinde yarının Türkiyesi için adımlar atılıyor.
Bunlar tamam. Fakat, Türkiye’nin 1920’lerde, 1930’larda veya 1940’lardan kalan yapıları da bu hükümetin eliyle varlığını sürdürüyor.

Başbakan, haklı olarak sık sık gerçek bir siyasî muhalefet yokluğundan şikayet ediyor. Mevcut siyasi partiler gerçek bir muhalefet ortaya koyamıyorlar. Ancak hükümetin icraatını, her ne olursa olsun kötülemekle kendilerini ısbat edeceklerini sanıyorlar. Kendilerine mahsus görüşleri, programları, geleceğe yönelik projeleri, en önemlisi ufukları yok.

Bir iktidar için en tehlikeli hal muhalefetsizliktir. Eleştiri yoksunluğudur. Muhalefetsizliğin güçlü düşünce ve kültür yapılarıyla, kurumlarıyla bertaraf edilmesi gerekir. Peki bunun zemini var mıdır?

Olduğunu söylemek güç! Eğer böyle bir zemin olsa idi, bundan ancak bugün Türkiye’yi yönetenler yararlanırdı.

Her şeye rağmen, doğru bildiğini söyleyenlerin olması ümidimiz. Son olarak YÖK’ün İlahiyat tedrisatından felsefe derslerini kaldırmasına karşı ortaya çıkan tepki sonucunda hatadan dönülmesi güzel bir önek. Bu zemini kaybetmeden düşüncemizi kamuoyu ile paylaşmamız gerekiyor.

Türkiye’nin kültürel yapıları, hâlâ tek parti devrindeki çerçevelerini koruyarak varlığını sürdürüyor. Bir önceki bakan, bu zemini tahkim etmiş böylece düşüncesine hizmet etmiştir. Kültür hayatımızın resmiyet dışı alanlarda güçlendirilmesi ile ilgili bir çabaya, çalışmaya da şahit olamıyoruz.
Kur’an kursu açmak, İmam Hatipleri, İlahiyatları çoğaltmak, yeni ve gösterişli camiler yapmak... Bütün bunlar elbette yeni yetişmekte olan nesiller için elverişli şartlar oluşturuyor. Türkiye’nin düşünce altyapısını değiştirici etkiler yapıyor. Fakat bunlarla iktifa edebilir miyiz? Bunlar zaten geciktirilmiş fakat olması gerekenlerdi.
Bu zemin üzerinde güçlü bir dil, edebiyat, düşünce oluşturarak medeniyetimizi ihya etmemiz mümkün müdür?
Zihin açıcı hamlelere ihtiyacımız var.

Kaybettiğimiz dilimizi kazanabileceğimiz, yaralanmış zihnimizi onarabileceğimiz, muhtevasızlıktan kurtulup öze yönelebileceğimiz çabalara muhtacız.

Bu kültür yapısıyla, bu eğitim sistemi ve haberleşme cihazlarıyla sonuca ulaşılabilir mi?
Türkiye’de değişmenin tek yönlü seyretmesi uzun vadede tesirleri görülecek bir durumdur. Ne okuyorsanız, ne dinliyor ve seyrediyorsanız, “o”sunuz. Bugünün yöneticileri eskiden kendine mahsus eserler okuyan, düşünen ve mevcuda itirazla kendini gerçekleştiren kişilerdir. Şimdi böyle bir neslin yetişmesi, sürmesi mümkün mü?
Biz okurken, okutulana, eğitilirken eğitim sistemine muarızdık. Şimdi okutan biziz, eğiten biziz ve muhtevada bir değişiklik yok. Tam manasıyla eski hamam eski tas. Eski muhteva veya muhtevasızlığın zebunu olduk.

Örnek: Bir ülkenin maarifte (eğitim kelimesi anlatmak istediğimize yetmez) esas yapacağı iş, dilini ve edebiyatını en iyi şekilde tedris etmektir.
Çocuk dilini iyi öğrenmezse, dille ortaya konulan eserlerden, edebiyat ve düşünce kitaplarından lezzet almazsa, elbette gerçek okur olamaz. Bu yüzden Türkiye’de okur yazarlık onbindeler nisbetindedir.

Bugünkü türkçe ve edebiyat ders kitapları maalesef çocuklarımızı okur yapacak, edebi tad verecek nitelikte görünmüyor.

Başbakanımız sık sık şiirler okuyor. Mehmet Âkif’den, Necip Fazıl’dan, Yahya Kemal’den, Yunus Emre’den... Bu isimlere başka isimler de eklenebilir. Peki, bu büyük edebiyatçılarımız Milli Eğitim’in müfredatında yer bulabiliyor mu?

İnsana inanılmaz geliyor ama, bir dershane zincirinin sahibi ile sohbetimizde söyledikleri beni ürpertti: “Dershaneye öğretmen alıyoruz. Mehmet Âkif’i tanıyan, bir kaç mısra okuyabilen öğretmen bulamıyoruz.”

Örneklemek gerekir mi bilmiyorum. Sekizinci sınıftan örnek verelim. Yani orta sondan. Halen tedavülde olan bir Türkçe kitabında bakın hangi yazarlardan örnek alınmış:
Ahmet Ünver, R. Nuri Güntekin (2 parça), Atilla Dirim (Dede Korkut’la ilgili bir metin), Murat Çiftkaya-Senai Demirci, Naim Tirali, Afet İnan, Ahmet Köklügiller, Suat İlhan, Halim Yağcıoğlu, Yurdakul Yurdakul, S. Kudret Aksal, Ayhan Atakol, Alp Akoğlu, Yaşar Kemal, Nurullah Ataç, Y. Kadri Karaosmanoğlu, Mehmet Salihoğlu, Montaigne, Şevket Rado (2 metin), Gökhan Tok, Stephen Glenn, Can Dündar, İsmail Örgen, Buket Uzuner, Gülten Dayıoğlu (ders kitaplarının vazgeçilmezi imiş bu isim), İpek Ongun, Turgut Tarhan.
Edebiyatımızın klasiği sayılabilecek isimlerden ikisi, Reşat Nuri ve Yakup Kadri dışında kimse yok listede. İyi kötü edebiyatçı bilinen yazarlar da var. Bir kısmı hayatta. Bir de meçhul şöhretler! Yahut da kitabı hazırlayanların eşi-dostu! Daha fenası: Bütün temel metinlere müdahale edilmesi. İsim aynı, fakat eser farklı!

Bu Türkçe kitabında, Dede Korkut’tan alınan bir metin değil, Dede Korkut esas alınarak yazılan bir metne yer verilmiş… Elbette onda da Dede Korkut’un dil teravetini, ifade inceliklerini hissetmek mümkün değil. Dil ve edebiyat derslerini halletmeden maarifi dönüştürmek imkânsız!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
D.Mehmet Doğan Arşivi