Bidatle ibadet olmaz!
İslam hukukçularının ittifakla kabul ettiği bir husus var: ibadetler tevkifidir. Bununla, ibadetleri ancak vahyin düzenleyeceğini söylerler. Düzenli ibadetler vahyin konusudur. Düzenli/ ratip sünnetlerin dışında nafile ibadetlerde bile bilinen şer’i heyet dışına çıkılamaz. Nafile ibadetlerde bile rüku veya secdesiz namaz kılınamaz. Bununla birlikte, günümüzde milli din bağlamında milli ibadet düzenlenmek istenmiş ve bu ibadetlerde vahyi düzenleme kaldırılmak istenmiştir. İbadetlerin tevkifi yani vahye göre düzenleneceği hususi ret ve inkar edilmiştir. Milli Din Duygusu ve Öz Türk Dini adlı kitabın yazarı A. İbrahim dini vahiyden sıyırdığı ve ayırdığı için vahyin alanı dışında ibadetler tanzim etmek istemiştir. Bu vadide korkunç tekliflerde bulunmuştur. Bunlar arasında namazda sarık ve takkenin kaldırılması olduğu gibi rekatların rükünleri arasında olan rüku ve secdenin kaldırılması da vardır. Camilere ayakkabı ile girilmesi bu dinin yeni düzenlemeleri arasındadır. Elbette kitapta daha da ötesi var. Bunlar arasında benimsenmesi istenen modern ibadet şekillerinde musikiye de yer verilmektedir. Elbette bu durumda namaz namaz, cami de cami olmaktan çıkacaktır.
¥
A. İbrahim adlı adını gizleyen sefil ve sefih adam kitabının bir yerinde şunları yazmaktadır: “Zeka namütenahi bir kuvvet kabul ederek o kuvvete Allah demiş dayanmış ve onu tebcilde ne gülünç mevkilere düşmüştür. Kiliselerde çarmıha çekilen bir azizin ruhsuz işaretine tapmak ne demek, camilerde beş vakit kuru kuruya yatıp kalkmak pislikleri yutmak ne demektir? Milli benliğimizi okşayan musikiler, teganniler, heyecanlı hitabelerle ruhen cuşu huruşa gelelim. O zait, o gülünç, o kuru hareketler kalksın…” Dünyada değişmeyen bir şey olmadığını ve dolayısıyla dinin de değişmesi gerektiğini savunmaktadır. Hakikatin tek ölçütü ve kıstası olarak zamanın değişmesini almaktadır. Ona göre, tek değişmeyen zamanın değişkenliğidir. Dolayısıyla zamana gölgesi düşen tezatlar yumağı, tek hakikat olarak kabul edilmektedir. Zaman dairevi olduğundan neresini doğru kabul edeceğiz? A. İbrahim yeni dininde tabiat, bilim ve zamana ve modernizme tapınmaktadır. Bu gibi zamana tapınanlar için eskiler şöyle demişlerdir: Dur haysü dare’l hakku. La tedur haysü dare’z zaman. Hakkın döndüğü yere dön, zamanın döndüğü yere dönme. Zaman sadece bir enstrumantaldir. Zamanın ruhunu tek hakikat olarak almak, gerçeğin çelişiklerden ibaret olduğunu söylemekle eşdeğerdir. Bundan dolayı bizim tek sığınağımız sabitelerin mercii olan din ve ondan öte son mesajın adresi İslamiyettir.
¥
Ekber Şah da zamanı kıblesi yaparak İslam’ın geçersizliğini ilan etmiş ve Din-i İlahi adıyla yeni bir din türetmiştir. Bu din aynı zamanda Hindistan halkını birleştirmeye ve tezatlardan arındırmaya matuf bir dindir! Yani kısmen milli bir dindir. A. İbrahim gibiler de yeni projede Hindistan yerine zamanın geldiği noktayı ve dünyayı baz alarak aynı kaygılardan hareket etmişlerdir. A. İbrahim’in yeni dininde kıble Kabe’den Sakarya’ya alınmaktadır. Bu hususta şunları yazmaktadır: “Biz Arap kültüründen tamamıyla sıyrılmak ve milli benliğimize hakim olmak için mutlaka güneye boyun eğen mihrabı değiştirmeliyiz. İçtimai hayattan kalkması hiçbir zaman temenni olunmayan din baki kaldıkça mutlaka mihrabımızı Sakarya’ya tevcih etmeliyiz. Bu da zamanla vatan çocuklarına verilecek milli terbiye sistemiyle, maarifle kaim olacaktır. Türklüğe tapmak bütün Türk vatandaşlarına merbut olmak, Türk vatanına tapmak ne demektir? Bunu düşününüz ve duyunuz. O kadar çalışıyoruz, çabalıyoruz, ızdırap çekiyoruz, vatan, millet uğrunda ölüyoruz, bir de tutup Arapların kültürüne esir oluyoruz! Mabetlerimizde milli şarkılarımız terennüm edilsin, Türklüğün ulviyeti mabetlerde takdis edilsin…” Acaba kıbleyi Sakarya’ya çevirme teklifiyle Yahudiler namına İslamiyetten intikam mı alınmaktadır? Hazreti Peygamber Yahudilerin başa kakması ve minnet etmesi üzerine Cenab-ı Haktan kıblenin Mescid-i Aksa’dan alınmasını ve Kabe’ye çevrilmesini niyaz etmiştir. Bu niyazlar neticesinde Kabe Allah’ın onayı doğrultusunda Kabe’ye çevrilmiştir. Bununla birlikte, birinci mabet olarak Mescid- Aksa Müslümanların gözbebeği olarak kalmaya devam etmiştir. Mescid-i Aksa’ya yönelik bir husumet bir yana daima tebcil edilmiştir. Bu mesele vahiyle müeyyet ve vahye müstenittir. Hazreti İbrahim ve Hazreti İsmail’in mabedi Kabe’yi esas alan yeni düzenlemenin kaynağı da heva ve heves olmayıp vahiydir. Elbette Türk kıblesi vazeden anlayış aynı zamanda Türk Tanrısı da tahayyül etmektedir. Bu hususta şunları teklif etmektedir: “Türk dilinin terennüm edeceği ideal fazilet ve kuvvet mefhumu yani Türk Tanrısı, Türk benliğidir. Ey Şarkı temsil eden hür ve yüce millet! Bunları sen de yapmaya kadirsin. Hiçbir ilmi esasa istinat etmeyen İslamiyet dinini ıslah edelim.” A. İbrahim kitabının bazı yerlerinde ‘Kur’an günümüzde gelseydi’ veya ‘Hazreti Muhammed bugün yaşasaydı’ gibi faraziyete dayalı tabirler kullanmaktadır. Onun da bu durumda (vahye değil) zamana uyacağını ima etmektedir. Sözgelimi ‘Hazreti Muhammed günümüzde gelseydi milliyet(çilik) prensibini benimserdi” demektedir. Ona göre hatemiyet yani Hazreti Peygamberin (S.A.V.) son peygamber oluşu kabul edilemez ve aslı yoktur! Bu da gösteriyor ki, esasında A. İbrahim’in teklif ettiği şey Kadiyanilik veya Bahailik gibi yeni bir dindir. Lakin kuvveden fiile çıkamamıştır. Bazı rükünleri dağınık olarak oraya buraya serpiştirilmiştir. Bunun arkasında da bazı Yahudilerin ve İngilizlerin; genel anlamda, dolaylı ve zımni etkileri olduğu reddedilemez.
Sözün özü: Bidatle ibadet olmaz
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.